Tarihi bir kişilik üzerine biyografik film çekmek kolay değil. Halen gösterimde olan ‘Atatürk 1881 – 1919’ için yazdıklarımı yeni gösterime giren ‘Napolyon / Napoleon’ için de yinelemek isterim. 86 yaşındaki deneyimli İngiliz yönetmen Ridley Scott ahir ömründe bu zor işe soyunarak, tüm donkişotluğu ile bir zamanlar Stanley Kubrick’in niyetlenip hayata geçiremediği ‘Napolyon’ projesine sarılmış. Ancak herkesin kafasında farklı bir fotoğraf olarak duran tarihe mal olmuş şahsiyetlere ilişkin her yorum, gelecek eleştirilere de açık olmalı. Lakin Scott yaşının getirdiği huysuzluktan olacak özellikle Fransız eleştirmenlerin sert eleştirilerini bir o kadar sert bir biçimde yanıtlamayı seçti.
Fransızların göklere çıkardığı. sessiz sinemanın en parlak döneminde çekilmiş olan 1927 yapımı Abel Gance imzalı 5,5 saatlik epik ‘Napoléon’da üstad milli kahraman olarak yorumlanır. İlk büyük zaferi olan Toulon kuşatmasını bir saat boyunca izleriz. Dönemin sinemasında teknik bir devrim yaratan deneysel buluşlarıyla bilinen klasik yapım, Napolyon’un düşüş dönemine yer vermez. Rivayet odur ki Gance öykünün devamını getireceği 4 ayrı film için gerekli kaynağı bulamamıştır. Scott’ın Anglosakson bakışıyla çektiği elimizdeki taze yapıma dönecek olursak, film fonda Edith Piaf’ın yorumundan ünlü devrim şarkısı ‘Ah! Ça Ira’nın işitildiği 1789 Fransız Devrimi’nin kaotik günlerinde kraliçe Marie Antoinette’in giyotine gidiş sahnesi ile açılıyor. Korsikalı azimli topçu subayı Napoléon Bonaparte infazı izleyenler arasındadır. Bunun tarihi gerçeklere uygun olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak izlediğimizin belgesel değil, Scott’un yorumladığı bir kurgu olduğunu, halkın sokaklarda Fransızca sloganlarla ihtilali kutlarken pahalı bir Hollywood filminde olduğumuzun bilincinde tüm diyalogların İngilizce dilinde olacağını baştan kabul ediyor ve yazıya devam ediyoruz.
İkinci sınıf vatandaş olarak hor görülen genç Korsikalı subay devrim ortamında yeniden şekillenen Fransa’da askeri manevra tekniklerindeki becerisi ile öne çıkmayı başarıyor. Toulon’da kazandığı ilk zaferin ardından orduda tuğgenerallik rütbesine yükseliyor. İktidardakilerin işe yaramaz Korsikalı serseri olarak gördüğü genç subay değildir artık o. Filmde es geçilen İtalya zaferinin ardından Mısır seferine çıkıyor, 1805 Austerlitz zaferi ona imparatorluğunun yolunu açıyor.
İngiliz yönetmen Napolyon’u etten kemikten bir insan olarak yorumlamayı deniyor. Tarihi şahsiyete benzerliğinin ötesinde, ‘The Master’ ya da Oscar ödülüne ulaştığı ünlü ‘Joker’ yorumunda hayranlıkla izlediğimiz, erkekliklerini ispat çabası içinde iktidarın peşine düşmüş kırılgan eril karakterlerin izini başarıyla sürmüş muhteşem Joaquin Phoenix var elinde. Yönetmen muktedirin annesi ile olan derin bağına fazlaca girmemiş ama Vanessa Kirby’nin tüm baştan çıkarıcılığı ile başarıyla yorumladığı ölümsüz aşkı Joséphine Beauharnais ile süregelen çalkantılı ilişkisine filmin ana ekseninde yer vermiş. Ancak ana karakterin, ‘küçük adam’ isyanından egosu şişmiş, topçu ateşine kulağını tıkayarak savaş meydanlarında üç milyondan fazla kişinin zayiatına neden olmuş diktatöre dönüş sürecinde Scott’ın ustası olduğu kalabalık tören ve muharebe sekansları aslan payını kapmakta gecikmiyor.
86 yaşında bir yönetmenin bu son derece başarılı savaş sekanslarına hakimiyetini takdir ederken, uzun yıllar birlikte çalıştığı görüntü büyücüsünü de unutmamak gerekiyor. Polonya asıllı Dariusz Wolski imzalı sepya Mısır seferi sekansı, mum ışığında çekilmiş sahnelerdeki ışık – gölge uyumu hep onun ustalığının izlerini taşıyor. ‘Napolyon’ belki küçükler için fazlaca kanlı ama gençler için ‘Resimli Avrupa Tarihi’ mahiyetinde tarih okumalarını şevklendirecek iyi bir seyirlik olarak göz dolduruyor.
(26 Kasım 2023)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com