73. Berlin Film Festivali’nin ana yarışma filmlerinden ‘Disco Boy’ tropik dinginliğe sinsi bir yağmur ve içli bir mırıldanışın eşlik ettiği sahne ile açılıyor. Kamera silahları ellerinde kucak kucağa uykuya dalmış militanlara yaklaşırken kırmızılı kadının endişeli bakışını fark ediyoruz. Bir Apichatpong Weerasethakul filmini anımsatan bu düşsel girişin ardından Nijer deltasının efsunlu ikliminden bir süreliğine uzaklaşarak ana karakterin öyküsünü öğrenmek üzere Doğu Avrupa yollarına düşüyoruz. Belaruslu bir holigan grubu üç günlük vizeyle Polonya’ya maç izlemeye gitmektedir. Lakin iki arkadaşın amacı başkadır. Dağ tepe ve nehirleri aşarak kaçak yoldan Avrupa’nın kalbine ulaşma sevdasındaki Mikhail hayatını kaybederken Alexei sekiz günlük ölüm kalım savaşının ardından Fransa’ya kapak atmayı başarır. Dövmeli bedeninin boyun bölgesinde ‘yetim’ sözcüğü kazılı genç adam filmlerden çat pat öğrendiğini söylediği Fransızcası ile lejyonerliğe başvurur. ‘Korkaklar evde kalır’ mottosundan hareketle risk almaya sıcak baktığını ifade eden eski suçlu için kaybedecek hiçbir şey yoktur. Burada geçmişi ne olursa olsun herkesin şansı vardır. Zorlu askerlik eğitimini geçtiği takdirde oturma iznine, beş yıl içinde Fransız vatandaşlığına, kısaca yeni bir hayata başlaması işten bile değildir.
Filmin ilk bölümünde Claire Denis’nin ‘Beau Travail’ filmini anımsatan bir erkekler ve askeri eğitim dünyasına tanıklık ederiz. Ancak şaşırtıcı ilk filmini çeken İtalyan yönetmen Giacomo Abbruzzese’nin yapıtında çok daha fazlası beklemektedir bizleri. İkinci bölümde Alexei ya da yeni adıyla Alex’in dünyasından bir süreliğine uzaklaşarak yeniden Nijer Deltası’na döneriz. Açılışta karşılaştığımız MEND (Nijer Deltası Kurtuluş Örgütü) militanları Fransız emperyalizminin yıllardır sömürdüğü topraklarını savunmak için isyan halindedir. Cehalet ve açlıkla boğuşan halkları ve petrol şirketlerince talan edilen yurtlarını kurtarmak için atalarının itaatkâr yolundan gitmeyeceklerine and içmişlerdir. Fransız rehineleri kurtarmak için lejyoner askerlerinin deltaya çıkışı Alexei ile MEND’in lideri Jomo’yu karşı karşıya getirecektir.
İtalyan yönetmenin sağlam bir politik mesaj taşıyan sömürgecilik ve militarizm karşıtı yapıtı bu noktadan başlayarak baştan itibaren sinyallerini verdiği farklı bir duyusal evrenin kapılarını açmaya koyulur. Düşman saflardaki iki askerin nehirdeki mücadelesini kızılötesi ışık altında izlerken tekinsiz elektronik tınılar eşliğinde saykodelik bir iç yolculuğun içine dalarız. Jomo ile kızkardeşinin ateş başındaki hipnotik dansının Alex’in vicdan muhasebesine karıştığına tanıklık ederiz. Genç Belaruslu için aydınlanma anıdır bu. Abbruzzese’nin bir röportajında ifade ettiği gibi ‘sahip olduğumuz tek dünyayı kendimizden farklı olanlarla kardeşçe paylaşma gereğini’ kavrayış anıdır bu. Alexei kendinin olmayan bir dili konuşan sömürülenler kulübünde olduğu gerçeği ile yüzleştiğinde gemileri yakacaktır.
Vitalic ya da namı diğer Pascal Arbez – Nicolas imzalı elektronik tınıların usta görüntü yönetmeni Hélène Louvart’ın büyüleyici görselliğine eşlik ettiği ‘Disco Boy’un Berlin’de ‘olağanüstü sanatsal katkı’ ödülünü almış olması hiç şaşırtıcı değil. Anti kapitalist mesajını, elektronik müzik ile büyülü görsellik ile harmanlayan bu çok etkileyici ilk filmde, Alman sinemasının dünyaya armağan ettiği bukalemun oyuncu Franz Rogowski metamorfozun eşiğindeki melankolik yorumu ile yine döktürmüş. Başkaldırısını şamanik danslarıyla ifade eden Jomo’da Morr Ndiaye, Udoka’da Laetitia Ky’ın gizemli personaları, gözlerdeki heterokromi ile oluşan renklenme farklılığı yönetmenin halüsinatif bir dünya inşasına büyük katkıda bulunmuş. Abbruzzese’nin yeni çalışmalarını merakla bekliyoruz.
(11 Temmuz 2023)
Ferhan Baran
[email protected]