Ferhan Baran Yazıyor: Gece, Paris ve Yara İzleri

Yaşanan bir büyük trajedinin insan hayatını geri dönülmez bir biçimde değiştirmesi üzerine çok çarpıcı bir film ‘Paris Hatıraları.’ Ya da özgün adıyla ‘Revoir Paris’ yabancı dil çevirmeni Mia’nın ait olduğu kenti bambaşka gözlerle yeniden keşfetme deneyiminin öyküsü. Huzurlu akşam randevusu erkek arkadaşına gelen acil çağrı nedeni ile yarıda kalan genç kadın, gece vakti motosikleti ile eve dönerken hem ani bastıran yağmurdan … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Kahraman Olma Düşleri

İşsiz güçsüz Ellis French (Jeremy Pope) eşcinsel olduğu gerekçesiyle kendisini 5 yıl önce sokağa atmış annesinin kapısını bir umutla bir kez daha çalar. ‘Ne işe kalkışsan duvara toslayacaksın.’ diyen çok genç yaşta anne olmuş kadından yardım dilenir. Inez (Gabrielle Union) Nuh der peygamber demez. Dini inançlarına ters düşen cinsel tercihi nedeniyle istediği gibi bir evlat olmayacaksa oğlunu bağrına basmamaya yeminlidir. Bir şeylerin … Devamı…»

Oppenheimer Ya Da Ölümün Cisimleşmiş Hali

Christopher Nolan’ın izleyiciyi ve eleştirmenleri ikiye bölen 2020 yapımı bir önceki filmi ‘Tenet’ yönetmenin kendi ifadesi ile bir ‘kuantum soğuk savaşı’ öyküsüdür. ‘Zamanda ters akma’ prosedüründen hareketle gelecekten gelen bir bilimsel buluşun günümüz dünyasını yok etme olasılığına engel olma görevi de adı konmamış gizli ajana (John David Washington) verilmiştir. Nolan’ın hep çekmeyi arzuladığı James Bond macerası havasındaki yapımın sonlarına doğru silah tüccarı Priya, günümüz dünyasını yok etmeye yönelik gelecekten gelen buluşun sahibi bilim insanını Oppenheimer’e benzetir.

Atom bombasının babası olarak tarihe geçmiş Amerikalı fizikçiye olan ilgisini defalarca dile getirmiş Nolan’ın bir sonraki projesinde önce göklere çıkarılmış daha sonra yüzüstü bırakılmış bilim adamının trajik yaşam öyküsüne yönelmesi bu nedenle sürpriz olmadı. Zaman sorunsalı üzerine hayli kafa yormuş ve izleyicisini kendisi ile birlikte karmaşık problemlerin içine sürüklemeyi seven Amerikan sinemasının altın çocuğunun dünya sinemaları ile eş zamanlı olarak bizde de gösterime giren son filmi ‘Oppenheimer’ Kai Bird ile Martin Sherwin’in ‘American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer’ adlı Pulitzer ödüllü biyografi kitabından uyarlanmış.

Nolan’ın bu ilk biyografi denemesi üstattan bekleneceği üzere krolonojik bir gidişat izlemiyor. Ünlü fizikçi 20. yüzyıl başlarını ve moderniteyi tanımaya açık, farklı disiplinlerden Freud, Marx, Picasso ya da Stravinsky’nin dünyayı yeniden ifadelendirmeye yönelik kavramsal yapıtlarıyla ile besleniyor. Yahudi bir ailenin mensubu olan genç bilim adamı faşist güçlere karşı mücadele eden komünistleri destekliyor, süregelen İspanya İç Savaşı’nda Franco karşıtlarına maddi desteğini esirgemiyor. Sonraki yıllarda komünist sempatizanı olduğu gerekçesi ile suçlandığında, adım adım Avrupa’yı işgal eden ve tüm Yahudi halkını yok etmeye and içmiş Hitler tehlikesine karşı komünistleri desteklediğini açıkça itiraf etse de parti üyesi olmamıştır. Kardeşinin ve eşinin Komünist Parti üyesi olması bu süreçte ABD yetkililerince görmezden gelinir çünkü ABD Atom Enerjisi Kurumu’nun nükleer bomba yapımı üzerine faaliyet gösterecek Manhattan Projesi’nde onun liderliğine gereksinimi vardır. 16 Temmuz 1945’de New Mexico çölüne kurulmuş Trinity tesislerinde patlatılan bomba ile dünya sonsuza kadar değişecektir.

Nolan’ın filmi bilim adamının önce göklere çıkarılıp sonra gözden düşürüldüğü süreçleri krolonojik olmayan bir anlatı ile sunuyor. Oppie’nin Los Alamos tesislerinde süren hummalı çalışması renkli olarak verilirken, savaş sonrası soruşturma bölümlerinde ağırlıklı olarak siyah – beyaz tercih edilmiş. Yönetmenin değişmez görüntü yönetmeni Hoyte Van Hoytema’nın büyüleyici görüntüleri, İsveçli besteci Ludwig Göransson’un ‘Tenet’ten aşina olduğumuz hipnotik müzik çalışması ve Nolan filmlerine özgü kusursuz kurgu akışı seyir keyfini katlıyor, tamı tamamına 3 saatlik süresince izleyiciyi koltuğa mıhlıyor. Oyunculara gelirsek, buz mavisi melankolik bakışlarıyla fizikçinin saklı trajedisine hayat veren Cillian Murphy ile Salieri sendromundan muzdarip çapsız senatör Lewis Strauss’da sinema kariyerinin en iyi performanslarından birini sunan Robert Downey Jr. öne çıkarken, irili ufaklı diğer rollerde dünya sinemasının önemli oyuncuları (Matt Damon, Casey Affleck, Emily Blunt, Florence Pugh, Josh Hartnett, Benny Safdie, Kenneth Branagh, Rami Malek, Harry Truman’da Gary Oldman, Albert Einstein’da Tom Conti) teknik açıdan kusursuz yapımı kusursuz yorumlarıyla yüceltiyor.

Kızılderililerin topraklarında gerçekleşen ilk test uygulamasının ardından Japonya’da iki merkezin bombalanmasını kutlayan fizikçiler ordusunun deli coşkusunun gerisinde hepimizin çok iyi bildiği, onlarca belgeselde yüreğimiz burkularak tanık olduğumuz kelimelerin yetersiz kaldığı dipsiz bir insanlık trajedisi yatıyor kuşkusuz. Hiroşima ve Nagasaki’de kavrularak ölmüş, katılaşan giysileri etine yapışmış ya da sonrasında radyasyonun ölüme mahkûm ettiği binlerce insanın dramı perdeye yansımıyor. Atom bombasının babası bunları görmek istemiyor belki de. Çalışma arkadaşlarının alevden yanan suratları ya da ayağının içine çöktüğü kömürleşmiş bedenin dehşete düşürücü hayali onu bir an irkiltiyor gerçi ama gerisi üzerinde çok fazla durmuyor Nolan. Evet Truman’ın karşısına çıktığında ‘ellerim kanlı’ diyecek ve demir başkandan ‘alın gözümün önünden şu sulu gözlüyü’ zılgıtını yiyecektir ama dünyaların yok edicisi, ölümün cisimleşmiş halidir artık o. Patlamanın dünyayı sarabilecek bir zincirleme reaksiyon yaratmasından korkulmasına rağmen sonuna kadar gitmişler ve şansları yaver gittiği için dünya şimdilik kurtulmuştur. Ancak olası tehdit Demokles’in kılıcı misali tepemizde sallanmaktadır. Robert’in olası bir nükleer kapışmanın neden olabileceklerini düşündüğünde ürpererek gözlerini yumması, dünyamızın belirsiz geleceğine işaret ederken, benzer bir ürperti ile ayrılıyoruz sinema salonundan.

(20 Temmuz 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Baha Boduroğlu’nu Kaybettik

Şarkıcı, müzisyen ve besteci Baha Boduroğlu, 20 Temmuz 2023 Perşembe günü hayatını kaybetti. Gençlik Başımda Duman albümünün en ünlü parçası Ateş Böceğim şarkısı ile tanınan Boduroğlu, kalp yetmezliği nedeniyle hastanede tedavi görüyordu. Baha Boduroğlu 03 Şubat 1947′de İstanbul Laleli’de doğdu. Gençlik yıllarında Kent Oyuncuları, Gönül Ülkü – Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda çalıştı. Güzin Sokullu ile tanıştı, ilk 45’liklerini 1971 yılında çıkarttılar. Baha Boduroğlu, Feleğin Sillesi ve Yanmışım adlı sinema filmlerinin müziklerini yaptı, Ateş Böceği adlı filmin şarkılarını seslendirdi. Merhuma Tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Örümcek Ağı

Samuel Bodin’in yönettiği ve Lizzy Caplan, Antony Starr, Cleopatra Coleman, Woody Norman, Luke Busey, Aleksandra Dragova, Jay Rincon, Anton Kottas ile Steffanie Sampson’un oynadığı Örümcek Ağı (Cobweb), 28 Temmuz 2023’de Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Başrolünde The Boys’un tanınmış yıldızı Antony Starr ile korkuyu iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Film, küçük ve sakin bir kasabada, sıradan hayat sürülen bir evde, duvarların içinden gizemli bir tıkırtı duyan küçük bir çocuğun anne ve babasının korkunç bir sır sakladığından şüphelenmesini konu alıyor. Filmin senaryosu Chris Thomas Devlin tarafından yazıldı.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Barbie, Pembe Dünyasının Kapılarını Görkemli Bir Gala ile Açtı

Yılın en heyecanla beklenen filmi Barbie, NYX Professional Makeup ve Mattel sponsorluğunda Kanyon AVM’de gerçekleştirilen muhteşem bir gala ile seyirciyle buluştu. Ülkemizdeki dağıtımını TME Films’in üstlendiği Barbie’nin pembe dünyasını yansıtabilmek için Mattel ve NYX Professional Makeup gibi ünlü markalarla iş birliği yapıldı. Levent Paribu Cineverse Kanyon Sineması’nın iki katının da pembe konseptle tasarlandığı filmin galasına Melisa Döngel ve Beste Kökdemir gibi ünlü oyuncuların yanı sıra Merve Özkaynak, Didem Şentürk, Selma Çiçekdal, Dilara Arıkanlı, İlayda Oymak, Sebibebi ve Tulu Erden gibi tanınmış influencer’lar katıldı.

Barbie, Pembe Dünyasının Kapılarını Görkemli Bir Gala ile Açtı yazısına devam et

Bulmaca Kulesi 2: Eve Dönüş, 28 Temmuz’da Sinemalarda

Çocukların uzun süredir heyecanla takip ettiği çizgi film serisi Bulmaca Kulesi’nin sinema uyarlamasında macera tüm hızıyla devam ediyor. Serinin ikinci filmi Bulmaca Kulesi 2: Eve Dönüş, 28 Temmuz Cuma günü vizyona girecek. Yapımcılığını Ahmet Erdal’ın yaptığı filmin yönetmen koltuğunda Ahmet Erdal ile birlikte Ahmet Ercan oturuyor. Senaryosunu Ahmet Ercan’ın kaleme aldığı film, çocukları sürükleyici bir maceraya ortak ediyor.

Korkut Akın Yazıyor: Savaş Kötüdür, Savaş Çıkaranlar Daha da Kötü…: Oppenheimer

Tarihi kronolojik sırayla anlattığınızda birçok insan sıkılır, hem geçmişten bir şeyler anlatıyorsunuzdur hem de doğrudan değil, dolaylı mesaj veriyorsunuzdur. Oysa (sözlü tarihte olduğu gibi) ilginç gelen konuları birleştirirseniz hem izleyicinin merakı artar hem bulmacayı çözmek için çaba harcar hem de araları bağlamak için düşünmeye başlar. Sinemanın keyfini çıkaran yönetmenlerden biri Christopher Nolan; kendini yenilemesi … Devamı… »

Savaş Kötüdür, Savaş Çıkaranlar Daha da Kötü…: Oppenheimer

Tarihi kronolojik sırayla anlattığınızda birçok insan sıkılır, hem geçmişten bir şeyler anlatıyorsunuzdur hem de doğrudan değil, dolaylı mesaj veriyorsunuzdur. Oysa (sözlü tarihte olduğu gibi) ilginç gelen konuları birleştirirseniz hem izleyicinin merakı artar hem bulmacayı çözmek için çaba harcar hem de araları bağlamak için düşünmeye başlar.

Önce teknik!

Sinemanın keyfini çıkaran yönetmenlerden biri Christopher Nolan; kendini yenilemesi yetmiyormuş gibi teknikte de yenilikler istiyor. Oppenheimer için, (biliyorsunuz, film kamera ve projeksiyon makinesinden dikey geçer) IMAX’a 35 mm’lik pelikül yerine 70 mm’lik bir kamera yaptırmış. Bu kameranın bir diğer özelliği de filmin yatay geçmesi, yani düzeneği tümüyle değiştirtmiş. Bu değişimle kamera hem çok ağır olmuş hem de ışığa daha çok gereksinim duymuş. Bunu düşünmek (fotoğraf filmleri de yataydır ve görüntü netliği sinema filmine oranla çok daha fazladır) ve yaptırabilmek Nolan’ın en büyük gücü… Bunun yanında (Pazarlamacı Burhan gibi oldu, hoş görün), Kodak’a yine 70 mm’lik siyah / beyaz film ürettirmiş. Akan zamanı boşa harcamayıp kur(dur)duğu platoların eksiğini tamamlamış sürekli denetimlerle…

Her ne kadar biz, sadece IMAX izlesek de, dünyada çok az şehirde ve salonda gerçek haliyle izlemek mümkün Oppenheimer filmini… bir de düşünün iki boyutlu ve sıradan salonların projeksiyonunu. Nolan’ın belki bu girişimi sinemaya yeni bir ivme kazandırır. Umudu üzmüyoruz.

Peki, orada bitiyor mu?

Hızı, kurgusu, müziği, oyuncularıyla (başroldeki Cillian Murphy, daha şimdiden Oscar adayı olarak gösteriliyor) Oppenheimer, Christopher Nolan’ın en iyi filmi… Senaryosunu da yazdığı filminde tarihin üç bölümü arasında bizi dolaştırıyor. Hem İkinci Dünya Savaşı gibi bütün ülkeleri ve insanları ilgilendiren bir dönem hem de savaş sonrasında siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişimi anlatıyor hem de bilim ile savaş arasında (tabii, bilim insanlarıyla siyasetçiler arasında da) bağlantı kuruyor. Yönetmen bizi, ülkesini sevmekle insanlığa karşı yaptıkları arasındaki etik mücadeleye götürüyor.

“Şimdi ben ölüm oldum…”

Fizikçi Oppenheimer, atom bombasının çalışmalarını sürdürürken, devletin kendisinden beklediğini verecek olmanın hazzı içerisindedir, ama bomba yüzbinlerce insanı yok edip toplumsal yaşamı bitirince içindekini dışa vurur: “Şimdi ben ölüm oldum, dünyaların yok edicisi.”

Filmin görselliğiyle anlattığı hikâyenin gücü ve etkisinin yanı sıra –bizim ülkemizle de bağlantılı olarak- devletin bakışı, siyasetçilerin tavrı ve söylenenlerle yapılanlar arasındaki farkı takip etmek gerek. Unutmadan kadın erkek ilişkisinin belirleyiciliğini vurgulamalıyım. Evliyken başka bir kadınla daha önceden kurduğu ilişkiyi sürdürüp intihar etmesine yol açması; eşiyle ilişkisinde aslında bir yanıyla eril tavrı, bir yanıyla da duyarlılığı (bomba denemelerinde kurutulan çamaşırların asılı durması veya kaldırılması) Oppenheimer’in sıradan bir insan olduğunu ifade ediyor. Yani bomba yapıyor olması, önemli bir iş başarması insani zaaflarının önüne geçemiyor.

Bizim ülkemizde siyasetçilerin büyük çoğunluğu “dün, dündür” anlayışıyla ayaküstü kırk yalan birden söylerken, İkinci Dünya Savaşının o zorlu günlerinde ve savaş sonrası mahkemelerde karşılarına çıkacağını bildikleri için daha usturuplu söylüyorlar söyleyeceklerini. Zaten filmin belirleyici anlarından birinde “esneklik” üzerine bir konuşma geçiyor; aman dikkat, dilinize mukayyet olun!

Einstein bile karşı…

Devlet (ya da devletin yönetiminde bulunanlar, hiç fark etmez) kendi çıkarı için her şeyi yapabilir, kaldı ki yalanlar masum bile kalabilir onların arasında. İkinci Dünya Savaşı bitmek üzeredir; Hitler intihar etmiş, Almanya teslim olmuştur, ama ABD yönetimi, dünyanın lideri olmak için atom bombası yap(tır)mayı kararlaştırmıştır. Komünist olarak suçlananlar, -gerçek olmasa bile- (tıpkı bizdeki gibi) işten atılırken Einstein, tepki gösterdiği ve işaret ettiği için bombayı geliştirmek amacıyla ihtiyaç duyulan Oppenheimer her türlü soruşturmadan sıyrılır kolayca. Demek ki hedefe giden her yol mubahtır devletler için. Gizli veya açıktan suçlanır Oppenheimer, bombayı üreten merkezin başında olduğundan; oysa en çok da o karşıdır bombanın insanlar üzerinde (Hiroşima ve Nagazaki’de) denenmesinden…

Filmde önemli yer tutan Trinity Test Sahası, -ki, atom bombasının denemelerinin yapıldığı, heyecanın doruğa çıktığı, sıfır değil ala sıfıra çok yakın olasılıkla da olsa dünyayı yok edebilecek bir patlama deneniyor- bir anlamda, birkaç hafta önce gösterime giren “Asteroit Şehir” filmiyle tanıdığımız bir mekân. İki filmi de izlemişseniz aradaki bağı kurmamanız için hiçbir sebep yok. Bu da sinema(cı)nın birbirine selamı olsa gerek.

Filmin en güçlü yanlarından biri kurgusu, daha da önemlisi müziği idi. Bombanın patlamasıyla sessizliğe bürünen ortalık tam da şok durumu yarattı. Yönetmen Nolan, “salondan çıkanlar konuşamayacak denli halsizdi” demiş, filmin arasında -unutmamaya çalışarak- izleyicileri de takip ettim, soluklarını tutmuş, merak içinde kıpırdamadan odaklanmışlardı beyazperdeye.

21 Temmuz’da gösterimde…

(20 Temmuz 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Sürü

Andres Ramirez Pulido’nun yönettiği ve Jhojan Estiven Jimenez, Maicol Andres Jimenez, Miguel Viera, Diego Rincon ile Carlos Steven Blanco’nun oynadığı Sürü (La Jauria), 28 Temmuz 2023’de Başka Sinema dağıtımıyla Mars Production tarafından vizyona çıkarıldı.
Eliu, arkadaşı El Mono ile işlediği bir suçtan dolayı Kolombiya ormanındaki bir çocuk merkezinde hapsedilir. Buradaki gençler rehabilite için grup terapisi ve el işleri yaparlar. Bir gün El Mono, arkadaşı Eliu’nun olduğu merkeze transfer edilir. Sürü, 2022 Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın en önemli iki ödülü olan En İyi Film ve En İyi Senaryo Ödülü kazandı.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Sürü yazısına devam et