Doktor Teşhisi Koydu: Suçlu: Korkuyorum

Spritüel inanışları olanlar, yaşamı belirleyenin anne baba değil, çocuk olduğunu ileri sürer. Ne kadar doğrudur, bilinmez. Beau is Afraid (Korkuyorum) bunun tam tersini söylüyor. Ancak biz inanışların, düşüncelerin ya da beklentilerin değil filmin üzerine düşünelim…

İnsanın yaşamını ailenin çocuğa verdiği eğitim belirler. Kim ne derse desin, bu kesin. Korkuyla büyütürseniz pısırık biri olur, değer vermişseniz özgüvenli bir kişilik geliştirir, örnekleri uzatmak mümkün. Bu, çevrenin, toplumun değer yargılarının önemsiz olduğunu değil, aileden gelenin üzerine konduğu için daha da güçlendirdiğini gösterir. Muhakkak ki böylesi genellemeler her zaman doğru çıkmaz… ancak yine de hemen her konuda bir genellemeyle yüz yüze kalırız.

Ari Aster’ın, Joaquin Phoenix’i başrolünde oynattığı “Korkuyorum” filmi, uzunluğunun ötesinde izleyiciye, yaşamını gözler önüne sermek amacıyla bir ayna tuttuğu için hem ürkütücü hem de kasap çengeli örneği soru işaretleriyle dolu. Beau Wassermann (Phoenix), anne bağımlılığından kurtulamamış, tedirgin, kimseyi üzmemeye, kimseye bulaşmamaya kararlı, yalnız, yapayalnız biridir. Babasının ölüm yıldönümünde, annesinin yanına gitmek üzereyken tanırız onu. İlk düğme yanlış iliklenirse tümü yanlış olur ya, Wassermann’ın da başına bir sürü iş gelir, hem de “bu kadarı da olmaz” diyebileceğimiz kadar.

Bir Kafkaesk öykü

Yabancılaşma, dışlanma, kimlik sorunlarını tedirgin edici anlatan Kafka tipi yapıtlara Kafkaesk dendiğini biliyoruz. Wassermann da yukarıda sayılan tüm özellikleri barındırıyor kendinde…

Peki, film korkutucu mu? Hayır. Öyleyse iğrenç… O da değil. Ya ne öyleyse? Yüzünüze tutulan bir ayna sadece.

Üç (bir dakika kısa sadece) saatlik filmi, hiç sıkılmadan izleyeceksiniz. Dört bölüme ayırabiliriz. Birincisi içine düştüğü bunalım, altından nasıl kalkacağını bilememesi… İkinci ve üçüncü bölümlerde o içine düştüğü bunalımın sarsıcı etkileri… Sonunda ise “ey izleyici, sen ne düşünüyorsun”. Karşılıklı bir etkileşimden söz edebiliriz. “Sineklerin Tanrısı”nı hem roman hem film olarak anımsarsınız muhakkak. Kurgu olduğu açıklandı, insanın özünü yansıtmadığı ve aslında insanın iyi olduğu belirlendi bilimsel açıdan. Tam da bu filmle çakıştığı nokta burası: İnsan nefret edilecek kadar kötü müdür? Yoksa başta aile olmak üzere, çevre, eğitim, siyaset ve ekonomi sistemi mi kötü hale getiriyor insanı? Beau, insanın en temel hak ve özgürlüklerinden biri olan cinselliği bile yaşayamamış bu nedenle. Kaygılarımız, korkularımız, şüphelerimiz, sancılarımız ve beklentilerimiz hep ailenin oluşturduğu iskelet üzerine yükseliyor; tabii ki, diğer etkenler de tamamlıyor.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(07 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Mania Akbari, Sinematek / Sinema Evi’nde

Mania Akbari, 04 Haziran Pazar günü Bedenin Ötesi başlıklı bir konuşma yapmak üzere Sinematek / Sinema Evi’nde olacak. Sinematek / Sinema Evi’nin İran’daki özgürlük mücadelesi ile dayanışma göstermek amacıyla hazırladığı İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş programı devam ediyor. Program kapsamında gösterilen Ne Cüretle Bunu İstersin (How Dare You Have Such A Rubbish Wish) filminin yönetmeni Mania Akbari, 03 Haziran Cumartesi günü filminin gösteriminin ardından soru cevap için seyircilerle buluşacak.

Mania Akbari, Sinematek / Sinema Evi’nde yazısına devam et

Bellek Avcıları

76. Cannes Film Festivali’nde özel gösterimi yapılan ‘Hypnotic: Zihin Avı / Hypnotic’ sıcağı sıcağına bizde de gösterime girdi. Film, parkta oynarken gözlerinin önünde kayıplara karışmış 11 – 12 yaşlarındaki kızının izini süren kederli polis Danny Rourke’un (formunda bir Ben Affleck) terapi seansı ile açılıyor. Öfkesini ve küçük Minnie’yi bulma umudunu hiç kaybetmemiş olan görmüş geçirmiş kanun adamı kendini ayakta tutmak için görevine döndüğünde bir banka soygunu haberi alıyor. Bir hafta içinde ‘Bank Austin’in 2 ayrı şubesine saldırılar düzenlenmiş, soyguncular nakde dokunmadan sadece bir kiralık kasayı alarak kayıplara karışmıştır. Bankaya hırsızlardan önce ulaşmayı başaran Rourke ihbarda belirtilen kasada kızının fotoğrafını bulur. Fotoğrafın üzerinde ‘Lev Dellrayne’ı Bul’ notu vardır.

Daha sonra Dellrayne’in (William Fichtner) dünyanın en büyük zihin avcısı olduğunu öğreniriz. Adından da çıkarılacağı gibi zihin avcıları (ya da filme özgün adını veren hipnotikler) başkalarının zihnini yönlendirebilen, alternatif bir gerçeklik yaratmak suretiyle insanlara istediklerini yaptırma yetisine sahip kişilerdir. Öfkeli polisimiz çok gizli bir hapishaneden firar etmiş Dellrayne’in derin büronun emriyle kızının kaçırılmasını organize ettiğine ikna olmuştur artık. Kendi de bir hipnotik olan yerel tarot okuyucusu Diana Cruz (Alice Braga) aynı alemin hacker ve gizli ajanları ile iş birliği halinde büyük sırrın peşine düşer. Lakin hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

‘Zihin Avı’nın yönetmen koltuğunda Robert Rodriguez oturuyor. Meksika asıllı aileden gelen Texas’da yetişmiş sinemacı ilham aldığı B tipi yapımlar ve özellikle John Carpenter filmlerinin etkisiyle 24 yaşındayken gerilla usulü çektiği çok düşük bütçeli ‘Gitarım ve Silahım / El Mariachi” (1992) ile sinema evrenine sağlam bir giriş yapmıştı. Sonradan imkânları daha fazla ve başrolde Almodovar’ın gözdesi Antonio Banderas’ın star katına yükseldiği serinin devam öyküleri ile [Desperado’ (1995), ‘Bir Zamanlar Meksika’da / Once Upon A Time In Mexico’ (2003)] ününü perçinleştirdi. ‘B movie’ aleminin büyük hayranı Quentin Tarantino’nun senaryo yazımına dahil olduğu ve oyuncu olarak yer aldığı çılgın vampir fantezisi ‘Günbatımından Şafağa / From Dask Till Down’ (1996); yine Tarantino’nun ‘Ölüm Geçirmez / Death Proof’u ile birlikte 2 Film Birden ‘Grindhouse’ konseptine dahil olan ve 60’lar 70’ler istismar sinemasına coşkulu bir saygı duruşunda bulunan 2007 yapımı ‘Dehşet Gezegeni / Planet Terror’ ile ses getirdi.

Bugün 55 yaşında olan Rodriguez’in en özgün yapıtları stüdyo sisteminin tutsaklığına girmediği bağımsız filmleridir. ‘Zihin Avı’ aile içinde tam bağımsız kotarılmış. Hikâye Rodriguez’in. Senaryoda ortak imzası var. Görüntü yönetmenliğinde Pablo Berron ile ortak yine onun imzasını görüyoruz. Kurguyu oğlu Rocket ile birlikte üstlenmiş. Filmin etkileyici (hadi hipnotik diyelim) müziğini diğer oğlu Rebel bestelemiş. Rodriguez’in öyküsü sürprizleri ve ters köşeleriye soluk soluğa izleniyor. Deneyimli sinemacının en akıllı hamlesi ise, ilerleyen yaşına karşın heybetli fiziği ve star personası ile hâlâ çekici olan Affleck’i Danny Rourke rolünde oynamaya ikna etmesi olmuş. Marvel patentli pahalı prodüksiyonların piyasayı domine ettiği günümüzde bu mütevazı bağımsız yapım ne kadar izleyici toplar bilemem, ama ilerde kültleşeceği kesin.

(07 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Bu Akşam Başlıyor

26. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, bu akşam Opera Sahnesi’nde düzenlenecek açılış töreniyle başlıyor. Festival, Meksika’dan Litvanya’ya, İsveç’ten Şili’ye, Güney Kore’den İran’a, İspanya’dan Arjantin’e dünyanın dört bir yanından kadın yönetmenlerin filmlerini sinemasever izleyicilerle buluşturacak. Filmlerin sonrasında gerçekleşecek söyleşiler ve düzenlenecek panellerde kadınlar birbirilerine ilham ve güç vermeye devam edecek. Açılış töreninde, festivalde Onur Ödülü’ne layık görülen Tilbe Saran’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülü’nün sahipleri Asiye Dinçsoy, Belmin Söylemez ve Selda Taşkın ile bu yılın Genç Cadı’sı Öyküsu Özyürek’e ödülleri takdim edilecek.

26. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Bu Akşam Başlıyor yazısına devam et

Tamer Levent ve Şermin Hürmeriç’e Frankfurt’ta Onur Ödülü

Hessen Eyaleti Kültür ve Uyum Bakanlığı ve Frankfurt Büyükşehir Belediyesi desteği ile Kültürlerarası İletişim Derneği tarafından düzenlenen 23. Uluslararası Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nin Yaşam Boyu Onur ve Vefa Ödülleri sahipleri belli oldu. 02 Haziran’da verilecek olan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün bu yılki sahipleri; Eşkıya filmindeki Keje rolüyle tanınan sinema ve tiyatro oyuncusu Şermin Hürmeriç, 3. Malatya Film Festivali ve 24. Ankara Film Festivali’nde Tepenin Ardı adlı filmde oynadığı rol ile yılın en iyi erkek oyuncusu seçilen, yönetmen ve oyuncu Tamer Levent ile Türk kökenli Alman sinema oyuncusu Tayfun Bademsoy olacak.

Tamer Levent ve Şermin Hürmeriç’e Frankfurt’ta Onur Ödülü yazısına devam et

Onur Buldu’nun Rol Aldığı Tebessüm Filmi 23 Haziran’da Vizyonda

Senaryosunu Sezgin Cengiz’in yazdığı, yönetmenliğini Sezgin Cengiz ve Şiyar Gedik’in birlikte yaptığı Tebessüm filmi 23 Haziran’da vizyona giriyor. Sevilen oyuncu Onur Buldu’nun dramatik bir karakteri canlandırdığı Tebessüm filmi; 35 yaşlarında bir devlet kurumunun arşiv bölümünde çalışan Mustafa’nın yaşamına odaklanıyor. Çevresi tarafından asık suratlılığı ve asosyalliği ile tanınan Mustafa’nın bir gecede değişen ve absürdleşen hikayesine tanıklık ediyoruz. Karakterin başına gelen trajikomik durumlardan beslenerek bir kara komedi örneği sunan filmde Onur Buldu, Seda Türkmen, Adem Tosun, Güvenç Selekman ve Emir Çubukçu gibi oyuncular rol alıyor.

Açık Hava Sinema Günleri Feriye

Paribu, kültür sanat alanında iş birlikleri yapmaya ve sanatı desteklemeye devam ediyor. Şimdi de yaz boyu İstanbul’da sinemaseverleri ağırlayacak olan Feriye Açık Hava Sinema Günleri’nin destekçilerinden oldu. 16 Haziran – 27 Eylül 2023 tarihleri arasında yapılacak olan Feriye Açık Hava Sinema Günleri, mekânın 250 kişilik alanında gerçekleşecek. Sinemaseverler, standart ve VIP olmak üzere iki farklı alanda film izleyebilecek. Gösterim listesi, yerli ve yabancı olmak üzere 14 filmden oluşan etkinliğin bilet satışları 07 Haziran itibarıyla başlıyor.

Açık Hava Sinema Günleri Feriye yazısına devam et

Kadınların Ailelerden Çektikleri… Saint Omer

Hatırlar mısınız, birkaç yıl önce, bir anne, ailesine -çocuğu olduğunu gizlediği için- bayram ziyaretine giderken bebeği beşiğine yatırmış, biberonu da doldurup yanına bırakmış. Bayram dönüşü, bebeğinin ölüsünü kapıp hastaneye götürmüştü de haberlere konu olmuştu. O anne, hangi nedenlerle bebeğinin olduğunu gizlemişti ailesinden, neden korkmuştu aile büyüklerinden? Sahi, ne yaparlardı acaba, kendisine ve çocuğuna?

Bir de, seçimler nedeniyle yapılanlar / yapılamayanlar belirlenirken, 300’ü aşkın polisin intihar ettiği haberi vardı medyada… Doktorlar, hemşireler, subaylar, öğretmenler, öğrenciler de eklendiğinde sayı inanılmaz düzeye çıkıyor. Nedenini kimse soruyor mu?

Buna benzer soruları sormadığımız sürece hem bebekler ölür hem intiharlar çoğalır hem de iş cinayetleri önlenemez. Bu çok önemli konu yerine, bizim ülkemizde kadınların özgürlüklerinin kısıtlanmasına çalışır siyasi partiler ve doğal olarak iktidar. Hatta o kadar ileri gider ki, kendisinin önerdiği, İstanbul’da yapılan toplantılarla kabul edilen sözleşmeden bile çıkmayı kendine yedirir.

Filmin öyküsü…

Ailesinden ayrı, yaşlı sevgilisinin yanında kalan genç üniversite öğrencisi Laurence Coly (Guslagie Malanda), cidden ruhsal bunalıma düşmüştür. Bırakın okula gitmeyi, kendini eve hapsetmiş, yalnızlaşmış, birlikte yaşadığı erkeğin bile “görmediği” biri haline gelmiştir. Bir de hamile kalmıştır, partnerinin bile haberi yoktur… Hamileliği boyunca çektiği sıkıntıların üstüne kimseden “değer” görmeyince, bebeğini kumsala bırakır. Tabii, yakalanır ve yargılanır. Saint Omer, o mahkemenin filmidir. Belgesel tadında, yalın, süssüz, kamera hareketlerinin en aza indirgendiği, ama seyirciyi koltuğuna çivileyen bir film. Alice Diop, Amrita David, Marie Ndiaye’nin yazdığı, Alice Diop’un yönettiği bu ilk film gerçekten büyük ödüllerle başarısını kanıtlıyor.

Edebiyatçının bakışı…

Öykünün içinde bir diğer öykü de roman yazarı akademisyenin yaşadıklarıdır. O da tıpkı Coly gibi, beyaz bir erkekle birliktedir ve dört aylık hamiledir. Filmin kesişme noktalarından biri Rama’nın (Kayjie Kagame) üniversitede, derste görüntülerini gösterdiği İkinci Dünya Savaşı sırasındaki kadınların durumu üzerine örnekler verdiği ünlü “Hiroşima, Mon Amour” (Marguerite Duras) filmidir. Daha film bitmeden kafaları tıraşlanan kadınların yüzündeki hüzün izleyicinin kafasında soru işaretleri oluşturuyor, kasap çengeli örneği.

Kadınların yaşamına müdahalenin bu kadar çoğaldığı, yaşam ve özgürlük mücadelesinin polis zoruyla engellendiği Türkiye’de, özellikle kadın bilinçlenmesi için herkesin izlemesi gereken, çok önemli bir film. Hatta, biraz daha ileri gidip, çocuklarınızın, doğacak torunlarınızın da izlemesi için arşivlemenizi öneririm.

09 Haziran’dan başlayarak gösterimde…

(05 Haziran 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Ferhan Baran Yazıyor: Cannes’da Altın Palmiyeler Sahiplerini Buldu

76. Cannes Film Festivali’nde ödüller açıklandı. İsveçli yönetmen Ruben Östlund başkanlığındaki ana jürinin kararı doğrultusunda Altın Palmiye en iyi film ödülü Fransız sinemasının yükselen isimlerinden Justine Triet’nin ‘Bir Düşüşün Anatomisi / Anatomie d’Une Chute’ filmine verildi. Kocası balkondan düşerek ölen bir kadın ile görme yetisini büyük ölçüde yitirmiş ergenlik çağındaki oğluna odaklanan film, gerilimi her an ayakta tutan ince işlenmiş … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Bir Ulusun Yaralarını Sarmak

Japon mitolojisinde yerin altında depremlere neden olduğu varsayılan ‘Namazu’, Edo dönemi resimlerinde devasa bir yayın balığı olarak tasvir edilir. Gök Tanrısı Takemikazuchi tarafından yine devasa bir taş altında tutsak edildiği anlatılan Namazu’nun serbest kaldığı zaman yeri yerinden oynattığı rivayet edilir. Gök Tanrısı besbelli pek iyi iş çıkaramamış olsa gerek ki, Pasifik Deprem Kuşağı’na yakın irili ufaklı 700 adadan oluşmuş … Devamı…»

Ferhan Baran Yazıyor: Umut Her Zaman Vardır

‘Savaş Atı / War Pony’ Kızılderili asıllı bir yaşlı adamın sabah duasına benzer ritüeli ile açılıyor. Güney Dakota’nın Pine Ridge Rezervasyon Bölgesi, Lakota ulusundan halkların yaşadığı yerdir burası. Yoksulluk derecesi hayli yüksek topraklarda yirmili yaşların başlarındaki Bill (Jojo Bapteise Whiting) ile 12 yaşındaki Matho’nun (Ladainian Crazy Thunder) birbiri ile kesişmeyen günlük hayatını izlemeye başlarız daha sonra. İkisi de genç … Devamı…»

Korkut Akın Yazıyor: Tori ve Lokita: Göçmenlerin Yaşadıkları

Bugün, seçim konuşmalarında da, ittifaklar arasında da, yaşamın içinde de en çok konuşulan konuların başında göçmenler geliyor. İster mülteci, ister sığınmacı, ister göçmen, ister sürgün ya da “öteki” olarak tanımlayın; sadece bizim değil dünyanın en büyük sorunlarının başında geliyor bu sorun. Siyasal, sosyal, inançsal, ekonomik, hatta çevresel (kuraklık veya su baskınları) gibi nedenlerle insanlar hiç olmadığı kadar göç ediyor … Devamı… »

Dardenne Kardeşlerin Öfkeli Çığlığı

Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne kardeşlerin son filmi ‘Tori ve Lokita’ siyahi bir genç kızın endişeli donuk yakın planı ile açılıyor. Batı Afrika’nın Fransız sömürgesinden ya da şimdiki adıyla Benin’den kaçıp Belçika’nın Liège kentine kapağı atmış olan Lokita, reşit olma yaşına yaklaşmanın gerginliği içinde ‘Göç İdaresi’ görevlisinin sorularını yanıtlamaktadır. Lokita’nın oturma izni alabilmesi, bir göçmen yerleştirme merkezinde birlikte kaldığı 12 yaşındaki Tori’nin kardeşi olduğuna görevliyi ikna etmesine bağlıdır. Geldikleri ülkenin geleneklerine göre annesi doğum sırasında hayatını kaybettiği için büyücülükle suçlanarak yetimhaneye verilmiş ve kötü muameleden geçmiş Tori’ye izin vardır, ancak vakti geldiğinde Lokita’nın ülkesine geri gönderilmesi an meselesidir. Ne var ki Tori, Lokita’nın gerçek kardeşi değildir. Göçmen teknesinde azgın suların ortasında birbirlerine kucak açmış, karaya ayak bastıkları Sicilya’dan Belçika’ya insan kaçakçıları aracılığı ile ulaşmışlardır. Kameranın sabit kaldığı 3 dakikalık sorgu sekansında Tori’nin kardeşi olduğuna ikna için çabalar Lokita. Tek isteği kağıtlarını aldıktan sonra kardeşten öte bellediği küçük Tori ile birlikte bir eve çıkmak, o eğitimini sürdürürken kendisi hizmetçilik yaparak onurlu bir yaşam sürdürebilmektir.

Onurlu diyorum çünkü ikili halihazırda baskı ve tehdit altında yaşamaktadır. Bir yandan, İtalyan pizzacının alt katında uyuşturucu pazarlayan ve Lokita’yı taciz etmekten geri durmayan Betim’in torbacılığını yaparlar. Öte yandan, onları buraya getiren Afrikalı insan kaçakçılarının bitmez tükenmez avantalarına yetişmeye çalışırlar. Arnavut mafyası ile çalışan Betim, çok gizli bir haşhaş üretim deposunda tek başına hiç dışarı çıkmadan 3 ay süreyle çalışması karşılığında genç kıza sahte oturma izni belgesi vadeder. Bu teklifi çaresizce kabûl ederler. Ancak, uzunca bir süre birbirlerinden ayrı kalmak zorunda olacakları süreçte işlerin yolunda gitmesini ne kadar arzu etsek de mutlu son hiç de olası değildir.

Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nin 75. Yılı özel ödülünü almış olan Dardenne kardeşlerin göçmen sorununa el attıkları en sert filmleri ‘Tori ve Lokita’. Ana karakterlerin iki savunmasız çocuk olması öfkelerinin daha da güçlü bir çığlığa dönüşünün nedeni belli ki. İki çaresizin İtalya’da kaldıkları süreçte öğrendikleri tekerlemeli çocuk şarkısı (Alla Fiera dell’est..) film boyunca tekrarlandıkça yürek burkuyor. Ya da Tori’nin uykuya dalmadan Lokita’nın ona söylediği kendi dillerindeki ninniye ne demeli. Lakin Dardenne’lerin sinemasında duygu sömürüsüne yer yok. Hatta dur durak bilmeyen bir kamera çalışmasıyla sınırı zorlayan tür sineması kalıplarına da yüz vermiyorlar. Onların derdi finaldeki duygulu mesaj ile soğumuş kalplere seslenebilmek. Yoksulluğa ve yalnızlığa terkedilmiş, kamu görevlisinden insan kaçakçılarına güçlünün güçsüzü ezdiği bu acımasız dünyada yalnız ve yoksul çocukların seslerini duyurmak tek dertleri. Usta sinemacıların büyük keşifleri olan Pablo Schuls (Tori) ve Joely Mbundu’nun (Lokita) üstün yorumlarıyla yürekleri daha bir acıtan yılın gösterime giren en iyi filmlerinden birine dönüşüyor kardeşlerin öyküsü. Kaçırmamaya çalışın.

(02 Haziran 2023)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

23. Uluslararası Frankfurt Türk Film Festivali’nin Programı Belli Oldu

23. Uluslararası Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nin hazırlıkları devam ediyor. 11 – 16 Haziran 2023 tarihleri arasında gerçekleştirilecek festivalin programı açıklandı. 12 Haziran’da verilecek olan Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün bu yılki sahipleri, 1996 yılında Eşkıya filmindeki Keje rolüyle büyük başarı elde eden Sermin Hürmeriç, Tepenin Ardı isimli sinema filminde oynadığı rol ile En İyi Erkek Oyuncu seçilen Tamer Levent ile Türk kökenli Alman oyuncu Tayfun Bademsoy olacak. Vefa ödülleri ise bu yıl 2008 yılında aramızdan ayrılan oyuncu Suna Pekuysal ile 2000 yılında vefat eden oyuncu Ergün Köknar’a verilecek. Vefa ödülleri, sanatçı çiftin oğulları Sait Ali Köknar’a takdim edilecek.