Din ve devlet ilişkisinin ayrı olması gerektiğini kabul ediyoruz. İkisi birbirinden ayrı olarak kendi yolunda yürümeli… Peki, devlet ve kişi ilişkilerinin de ayrı tutulması gerekmez mi? İnsanlar kendi düşünceleri doğrultusunda, kendilerince karar verip o yolda yürüyebilmeli… Devlet görevlilerinin de ya da Korsaj filminden el alırsak kraliçenin de kendi bildiğince yaşamasının bir sakıncası var mı?
Bence yok.
Avusturya Macaristan İmparatoriçesi Elizabeth, (Vicki Krieps) o zamanın yaşlılık ölçütü gereği 40 yaşına gelince “artık yaşlandı, yerine yeni birinin gelmesi gerekir” düşüncesini gerek çevresinde gerekse imparator Franz Joseph’in (Florian Teichtmeister), yani kocasının aklından uzaklaştırmak için her şeyi dener. Birkaç denemede hedefine ulaşamasa da yeğeniyle yatmayı başarır. Ancak bu kez baltayı taşa vurmuştur, yeğen eşcinseldir.
İmparator başta olmak üzere, oğlu ve diğer tüm devlet erkanı ile ilişkileri kötüdür. Çünkü asıl amacı kendini yaşamak, yaşayabilmektir. Tolstoy’dan el alarak, Nurcan Baysal’dan aktararak söylersek, “sevdiklerini kadere bırakamazsın”. Bu, imparatoriçe için de belirleyicidir, monarşiler için olduğu kadar. Elizabeth’i sıkan korse sadece belinin 45 cm olarak görünmesini sağlamıyor; aynı zamanda yaşanan o şaşaalı ve bir eli yağda bir eli balda yaşamın insanın beklentisine yetmediğini de gösteriyor.
Jin jiyan azadi
Fotoğrafın hareketli olanına sinema diyorsak eğer -ki öyledir- sinemanın başlangıç yıllarında neyin nasıl yapıldığını da gösteren Yönetmen Marie Kreutzer, belgesel gibi alabildiğine yalın, alabildiğine şeffaf ve alabildiğine renkli (buradaki renk, yaşamın her anına, her alanına değmesi anlamında) bir film çekmiş. Bu boyutuyla da ilginç olan film, kadın duyarlığını yansıtıyor doğal olarak. Kendi yaşamınızla özdeşleştirirseniz, aradan geçen 200 yıla (ve tabii, gerek teknolojik gerekse sanayi değişimlerine) rağmen insana değer verilmesi anlamında hiçbir şey değişmediğini görürsünüz… Hele kadınlara hiç! O zaman da aynı şimdi de. İmparatoriçe olsa bile…
(19 Ocak 2023)
Korkut Akın