40. İstanbul Film Festivali seçkisinde yer alan ‘İki Aşığın Ölümü / The Killing of Two Lovers’ son derece gerilimli bir sahneyle açılıyor. David, karısı ve erkek arkadaşının uyumakta olduğu yatak odasına daldığında elindeki silahı ateşlemek üzeredir. Saçı sakalına karışmış genç adam tetiği çekemez. Bir yuvanın çözülüşünü öyküleyen Amerikalı yönetmen Robert Machoian, çok başarılı ilk uzun metrajını işte böylesine tedirgin bir girişle başlatıyor.
Utah eyaletinin 700 nüfuslu küçük kasabası Kanosh’da yaşam süren bir ailenin hikâyesidir anlatılan, Karı koca liseyi bitirir bitirmez evlenmiş, yaşam gailesi çok genç yaşta başlamış, 4 çocuklu hayatın koşturmacası içinde eskimiştir birliktelikleri. Yeni yetmelik yıllarında punk şarkılar yazan ve grubuyla çevredeki üniversitelerde konserlere çıkan David gençlik hayallerini çoktan geride bırakmıştır. Ancak Nikki’nin de hakkını verdiği gibi ailesini hiç ihmal etmemiş, tüm ihtiyaçlarını karşılamak için var gücüyle çalışmıştır. Lakin aradan geçen 15 yılda genç çift büyümüş, hayata bakışları değişmiştir. Bir hukuk bürosunda çalışan Nikki, hukuk alanındaki bilgisini ilerletmek, yaşamına yeni anlamlar katmak derdindedir. Bir süre ayrı yaşamayı denemeye karar vermişler, David evlerine çok yakın baba ocağına yerleşmiştir. Bu süreçte başka insanlarla birlikte olabileceklerine dair anlaşmış olsalar da, Nikki’nin iş yerinden görüştüğü Derek’in evlerine kadar girmesi işleri karıştıracaktır.
Özgün adının dilimizdeki tam karşılığı iki aşığın öldürülmesini kastediyor. Yazının başında andığımız ilk sahnede bunu yapamayacaktır David. Sabah vakti tuvalete kalkan çocuklardan birinin çıkardığı ses onu kendine getirmiştir belki. Yine de kamyonetinde silahıyla karısının aşığını bir süre izlemekten kendini alamaz. Yaralı ve kırgındır. Bir yandan hasta babasıyla ilgilenirken aklı çocuklarında ve yitip gitmekte olan evliliğindedir. Kırılmış olsa da her şeyi yeniden kazanma umudunu hep taşır.
Kapalı bir kutudur David, ne zaman nasıl davranacağını kestiremeyiz. Bu son derece düşük bütçeli filmin yazar yönetmen ve kurgucusu Machoian ana karakterinin gelgitlerini ustaca kullanıyor. Belli ki, ücra Amerikan kasabasının durağanlığını, boğucu yeknesaklığını vurgulamak amacıyla kare ekran formatını tercih etmiş. Görüntü yönetmeni Oscar Ignacio Jiménez’in tenha otoyolları, boş araziye dağılmış küçük evleri, durgun marketleri belgeselci titizliğiyle saptadığı kadrajları ve tedirgin ses tasarımıyla izleyiciyi sürekli diken üstünde tutmasını iyi biliyor. Hollywood sinemasından alışagelmiş tükenmiş ilişkiler klişelerine yüz vermiyor, ucuz yanıtlar peşinde değil sinemacı. ‘Uğraşıyorum ama hiçbir kılavuzum yok’ diye çırpınan David’in çıkmazını sergilerken, intikam peşindeki öfkeli adam tuzağına düşmeyecek kadar ne anlattığının farkında. İlk sahneden auteur kumaşını belli ediyor ve özellikle son yarım saatte ardarda 6 küsur dakikalık plan sekanslarıyla sinefilleri mest etmeyi başarıyor.
40. İstanbul Film Festivali’nin en güzel sürprizlerinden biri olan filmde, Digitürk’te üç sezon yayınlanmış ‘Lethal Weapon’ dizisinin baş aktörü (ve filmin yapımcılarından biri olan) Clayne Crawford’un çok etkileyici performansına tanıklık ediyoruz. Geçtiğimiz yıl Sundance Bağımsız Filmler Şenliği’nde büyük övgüler almış olan film, İKSV’nin çevrimiçi gösterimlerinin ardından bu haftadan itibaren sinemalarımızda vizyona girmiş bulunuyor. Kaçırmayın.
(02 Eylül 2021)
Ferhan Baran