Alev Alev Bir Aşkın Hikâyesi

‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi / Portrait de la Jeune Fille en Feu’ sinemada yapılmış en etkileyici aşk filmlerinden biri. Üstelik yalnızca derin bir tutkunun öyküsü olarak kalmayıp, özgürlük ve kadın hakları manifestosuna dönüşen eşsiz bir görsel deneyim.

17. yüzyılın son yarısında geçiyor hikâye. Mütevazi atölyesinde çalışmalarını sürdüren ressam Marianne, genç öğrencilerinin bulup ortaya çıkardığı etekleri alev almış bir kadını betimleyen tablosunun öyküsünü öğrenmek istediklerinde, onlara resmin tutkulu serüvenini anlatmaya başlıyor. Ölmüş ablasının yerine Milanolu bir soyluyla evlenmek üzere manastırdan yeni çıkmış Héloïse’in portresi sipariş edilmiştir ona. Ancak Marianne bu portreyi, modelinden habersiz çizmelidir. Zira, tanımadığı bir erkekle evlenme fikrini reddeden genç kızın, damat adayına gönderilecek olan düğün resmi için modellik etmeye hiç niyeti yoktur.

Hüzünlü ve mutsuzdur Héloïse. Daha adil ve özgür olarak yorumladığı manastırdaki hayatından, hiç tanımadığı bir erkeğin evine yollanmak üzere çekip alınmıştır. Ona yazdığı son mektuptan anladığımız üzere, kendisine biçilmiş kadere isyan ederek intihar eden ablasının dramı öfkesini büyütmüştür. Çetin bir deniz yolculuğundan sonra Britanya kıyılarına yakın bir adadaki malikaneye ulaşan Marianne’ı zorlu bir görev beklemektedir. Önce bir refakatçi olarak karşısına çıkar genç kızın. Onun bakışlarını, davranışlarını gözlemleyerek, zihninde biriktirdikleriyle portresini tasarlamaya koyulur. Bu beklenmedik buluşma, sessizce başlayan bu karşılıklı alışveriş iki kadının arasında bir yakınlaşmanın tohumlarını atacaktır.

Kırklı yaşlarının başındaki kadın yönetmen Céline Sciamma imzalı yapıt hakkında bu kısa girişin filmi anlatmakta çok yetersiz kaldığını belirtmek isterim. Son derece ekonomik, mükemmel kaleme alınmış ve Cannes Film Festivali’nden ödüllü senaryosundan söz edelim önce. Kendi deyişiyle, ‘bildik erkek bakışının ötesinde’, geleneksele her adımda yüz çeviren bir aşk hikâyesi anlatıyor Fransız sinemacı. İki kadının birlikteliği ve karşılıklı çekimlerinde, sınıf farklılığı, itaat ya da şehvet değil ön plana olan. Sanatsal duyarlık ve çok daha önemlisi, özgürlük tutkusu üzerinden gelişiyor aşk. Resmi çizilerek bir erkeğe pazarlanma fikrine isyan ediyor Héloïse. Onun özgürlük arayışıyla empati kuruyor Marianne. Öyle ya, sırf kadın olduğu için dönemin diğer kadın ressamları gibi onun da önü kesilmemiş midir. Babasının ticaret işini devam ettirerek ve evlenmeyi reddederek hükümran erkek dünyasında ayakta kalmayı seçişi Héloïse’i heyecanlandırmaya yetmiştir. Ancak o dönem için imkansız bir aşktır bu. Bunu onlar gibi bizler de çok iyi biliriz. Ancak, Romantik Çağ’ın şafağında, dalgalarla dövülen kıyılarda, sarp yamaçlarda yaratılmış bu küçücük özgür evrende, kısa bir süre için de olsa alev alev bir sevda yaşanır. Orpheus ile Euridice’nin mitolojik aşkına benzer bir biçimde, sonsuza dek genç ve diri hatırası kalır gönüllerde.

Sciamma’nın mum ışığıyla aydınlanan bir dünyanın dinginliğinde anlattığı ve erkek karakterlere bilinçli olarak yer vermediği hikâyesinde, bakışlar ve renkler ön plandadır. Yüzyıllar boyu gözardı edilen kadın ressamların tablolarına dönüşen, Claire Mathon imzalı planlarla büyüleniriz. Ve müzik bu derin tutkuyu sarıp sarmalar. Finaldeki üç dakikalık unutulmaz plan sekansa eşlik eden Vivaldi ‘Mevsimler’in fırtına bölümü bu büyük sevdanın ezgisi haline dönüşür.

Oya gibi işlenmiş her sahnesinin bir tabloya dönüştüğü eşsiz bir başyapıt ‘Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi’. İmkansız olanın bu benzersiz şiirini mutlaka sinemada izleyin. İmkanınız varsa Kadıköy Sineması’nın geniş perdesi ve kusursuz projeksiyonunu deneyimleyin.

(23 Aralık 2019)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com