Masa tenisi oyuncularına, spin (denilen çok zor ve karşılanması alabildiğine güç bir hareket) çekmek için “topun markasını okumalısın” denir. Bu, topun hareketini çok iyi izleme ve kararlı olmak anlamına geliyor. Bu düzeye gelmiş birilerinin de ne rakibi vardır ne de minneti. Deyim yerindeyse burunları düşse dönüp de bakmazlar bile…
Ken Miles, bir yarış arabasının her şeyini çok iyi bilen, sesinden neresinin aksadığını saptayabilen, daha verimli hale getirmek için de neler yapılması gerektiği konusunda tavizsiz bir usta sürücü.
Söze böyle girince, bizim ülkemizde Ford ve Ferrari adlarının kullanılma kısıtlılığı nedeniyle “Asfaltın Kralları” olarak çevrilen (asıl adı “Ford v. Ferrari”, tam çevirirsek de “Ford Ferrari’ye Karşı”) ve gerçek bir konuyu işleyen filmin temelindeki rekabeti bir kenarda bırakmış gibi oldum. Ancak filme birkaç açıdan bakmak gerekiyor… Birincisi, rekabet ve bu rekabeti kendi çıkarları için kaybetmeye çevirmeyi göze alan üst düzey yöneticiler… İkincisi de işini iyi yapmaya odaklananlar muhakkak bir şekilde haklarını alıyor veya koruyorlar.
Kader ağlarını örüyor…
Otomasyona geçmiş olsa da Ford, iflasa sürüklenirken yeni bir atağa kalkar… Tanınmış ama kendi çapında araba tasarımcılığıyla yaşamını sürdüren Caroll Shelby’e (Matt Damon) gider. Le Mans’ı kazanan sayılı pilotlardan biri olan Shelby de çocukluğundan beri tanıdığı ve güvendiği aksiliğiyle tanınan Ken Miles’i (Chiristian Bale) alır yanına. Kimseye minnet etmediği için de tamirhanesine haciz konmuş Miles, itiraz edecek durumu olmadığı, hem ayrıca iyi para önerildiği için birlikte çalışmayı kabul eder.
Gece gündüz, deyim yerindeyse yemek arası bile vermeden çalışır, arabaların eksiğini, fazlasını, araştırır, bulur, sorunu çözmeye çalışırlar. Ford, daha önce Ferrari ile ortaklığını, bir diğer rakip Fiat’a kaptırdığı için kısa sürede kendisini / arabalarını ispat etmek için ilk yarışlara katılmaya kararlıdır.
Gelelim rekabetin haksız yanına…
Rekabet iyidir. Geliştirir, güçlendirir, tanınmayı sağlar… hepsinin ötesinde kazandırır alıcıya da satıcıya da. Rekabet iyidir de haksız rekabet denilen, Nasreddin Hoca’nın bindiği dalı kesmesi gibi kendi işine, ürününe, hizmetine zarar vermeye kalkışmak pek yararlı değildir. Miles ile tartışan (tartışmayan kimse varmış gibi) bir yönetici, sırf o kazanmasın diye kendi takımını hataya yönlendirir.
Burada, tam da gündemde, Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales’i anımsamak gerekir… Ülkesini zor durumdan kurtarıp gerçekten başarılı işler yapan Morales, iktidar hırsına yenilip de ömür boyu başkan kalmanın planlarını yapınca -bütün kazandırdıklarına ve halkın desteğine rağmen- ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Yerini sağlam tutmak için her türlü kötülüğü gözünü kırpmadan yapan Ford’un yöneticilerinden birine rağmen Shelby ve Miles kazanırlar… Hem de defalarca. Hem de tarihe adlarını altın harflerle kazıyarak. O işbirliğini, o dayanışmayı, o güveni hissediyorsunuz film boyunca.
Asfaltın Kralları, adının tartışmalar doğurmasının dışında gerek ritmi gerekse oyuncularıyla gerçekten çok başarılı. Müthiş bir dinamizm var film boyunca, yarışlar, pilotların hırsları… ama daha da önemlisi kararlılıkları ve sakinlikleri, yarış heyecanına kapılmamaları, dikkatlerini asla başka bir şeye yönlendirmemeleri (o hızla giderken tabelayı görmeyi bırakın okumaları bile inanılmaz bir şey… ve film hilesi değil, gerçek) hayata bakışımızı da sorgulattıracak biz izleyicilere.
Kaçırılmaması gereken bir görsel şölen.
Asfaltın Kralları
Yönetmen James Mangold
Oyuncular Matt Damon, Christian Bale, Josh Lucas…
15 Kasım’dan başlayarak gösterimde…
(13 Kasım 2019)
Korkut Akın
korkutakin@gmail.com