Sinema sitemizin kurucusu değerli dostum Sadi Çilingir bizleri çok korkuttu. Bayram tatilinin hemen ertesinde beklenmedik bir rahatsızlıkla hastaneye kaldırıldı. Onun tekrar aramıza dönmesi için bir ayı aşkın bir süre tüm sevenleri dualarını esirgemediler. Allah onu bizlere bağışladı. Halen evinde istirahat ederken sinema salonlarına dönmek ve yazılarını hazırlamak için sabırsızlandığını biliyorum.
Bu uzun süreç içinde bir avuç güzel film vizyona girdi. Bazıları halen gösterimini sürdürüyor. Yazımda bu filmlerden söz ediyorum ve kendini daha iyi hissettiğinde izlemesi için sevgili Sadi’ye önermek istiyorum.
Oyuncu yönetmen Louis Garrel’in ikinci yönetmenlik denemesi ‘Sadık Bir Adam / L’Homme Fidèle’ Fransız Yeni Dalgası’nın izinde kadın-erkek ilişkileri ve aşk üçgenleri hakkında arayışlar üzerine ilginç bir çalışma. François Truffaut imzalı 1968 yapımı ‘Çalınmış Buseler / Les Baisers Volés’nin başlangıç bölümüne ince bir atıfla başlıyor film. Paris’in damları üzerinde bir süre kıvrılan kamera görkemli Eyfel kulesini kadraja aldıktan sonra Abel ve Marianne’ın dairelerine sızıyor. Yoğun bir nostalji duygusuyla izlenen bu çağdaş Antoine Doinel öyküsünde, esas belirleyici olan kadınlar. Kırklı yaşların başındaki Marianne, politikacıları olduğu gibi birlikte olduğu erkekleri yönlendirmeyi çok iyi biliyor. Çocukluktan ergenliğe, oradan kadınlığa geçişte doyumsuz telâşıyla güncel genç kadını tanımlıyor Eve. Çağdaş heteroseksüel erkek fantezisinin bir izdüşümü olan Abel ise, kabullenilmiş edilgenliği ile büyümek için kadınlar tarafından yönlendirilmeyi bekliyor.
Halen gösterimi süren, Quentin Tarantino’nun beklenen 9. filmi ‘Bir Zamanlar… Hollywood’da / Once Upon a Time… in Hollywood’ 1969 yılının Hollywood’undan bir kesit aktarıyor. Stüdyo sisteminin iyice çıkmaza girdiği, Vietnam’ın ardından ’68 olayları ile dünyanın çalkalandığı, çiçek çocukları hippilerin gündemde olduğu bir döneme uzanıyoruz. Bu yılları yaşamış olan farklı kuşaklardan izleyiciye derin bir nostalji duygusu yaşatan ilginç yapımda, Tarantino’nun efsane diyalogları ve görsel hakimiyeti, dönemin yeniden yaratılması neredeyse kusursuz. Sinemanın kalbini derinden sarsan, Manson çetesinin Roman Polanski’nin yıldız eşi Sharon Tate ve misafirlerini acımasızca katlettiği yıl 1969. O meşum geceye yaklaşırken gerilimi tırmandırıyor yönetmen. Ama Tarantino bu, ‘Soysuzlar Çetesi / Inglourious Basterds’ın finalinde, Hitler ve adamlarını bir sinema salonunda alevler altında yok ederek tarihin gidişatını değiştirivermişti. Nazilerin ölümcül alev makinası yine devreye giriyor ve yönetmen beklenmedik bir finalle bir kez daha şaşırtıyor izleyicisini. 160 dakikalık uzunluğuna karşın ilgiyle izlenen bu keyifli yapımı, sinefiller ve nostaljik takılanlar kaçırmayacaktır mutlaka. Dennis Hopper’ın (Easy Rider) adını da geçirmek suretiyle dönemin çiçek çocuklarını tümüyle karalayan bir tavır takınmasaydı üstad, daha çok sevecektim bu filmi.
İzlerken Sadi’yi düşündüğüm ve çok beğeneceğini umduğum bir diğer film ‘Elveda Oğlum / So Long, My Son’, Çinli usta Wang Xiaoshuai imzasını taşıyor. ‘80’li yıllardan günümüze Çin toplumunu kasıp kavuran sosyo-ekonomik değişimin insanların hayatlarını nasıl etkilediğini ve nasıl bedbaht ettiğini; devletin ve rejimin ezdiği bireyin dramını hüzünle aktaran üç saat uzunluğunda bir nehir film bu. Her ikisi de bu yıl Berlin Film Festivali’nden ödülle dönen başrol oyuncuları mükemmel. Çağan Irmak imzalı ‘Babam ve Oğlum’dan beri bu denli gözyaşı dökmemiştim.
Sadi’ye öneriler yazımı, halen gösterimde olan bizden bir filmle tamamlamak istiyorum. Değerli sinemacımız Emin Alper’in Berlin’de yarışmış üçüncü uzun metrajı ‘Kız Kardeşler’ sadece ülkemizin değil dünya sinemasının bu yıl içinde ürettiği en iyi filmlerden biri. Bir dağ köyüne sıkışmış bireylerin yoksunluğunu, çaresizliğini, çıkışsızlığını, ağırlıklı olarak bir gece boyunca aktaran Alper’in ‘Tepenin Ardı’ndan sonra bir kez daha kırsal tek mekâna dönüş yaptığı bu yeni eseri her anlamıyla kusursuz. Besleme olarak kasabalı, şehirli evlere gönderilen kızların hikâyesi çok vurucu, ancak beni daha çok etkileyen, zincirlerini kırmak için didinen Veysel’in umutsuz mücadelesi oldu. Bunda, ilk kez izlediğim tiyatro oyuncusu Kayhan Açıkgöz’ün üstün yorumunun büyük katkısı olduğunun altını çizmeliyim. Haklarını yemeyelim, üç kızkardeşi canlandıran kadın oyuncuların her biri (büyükten küçüğe doğru; Cemre Ebuzziya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir) gayet başarılı. Alper’in kırsal alanda kadın cinselliğini yaman bir biçimde ele alan incelikli senaryosu ve güçlü diyalogları, Emre Erkmen imzalı görüntüler, Çiçek Kahraman’ın başarılı kurgusu ve iki Yunan bestecinin (Giorgos ve Nikos Papaioannou) yaylılar eşlikli etkileyici müzik çalışmasını da teker teker anmadan geçmeyelim.
(24 Eylül 2019)
Ferhan Baran