Daha önce Kaçış 1950, Temel ile Dursun İstanbul’da ve Parayı Bulduk isimli sinema filmlerini hayata geçiren ve şu sıralar yeni projesinin ön hazırlıklarını sürdüren ödüllü yapımcı ve yönetmen İhsan Taş ile çok güzel ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik… Yeşilçam’dan, çektiği filmlere, 5 yıl aradan sonra Bulgaristan’dan aldığı ödülü ve yeni projeleri üzerine uzun uzun konuştuk…
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben İhsan Taş… 15 Nisan 1980’de, Batman‘da dünyaya geldim. 1996’dan beri İstanbul’da yaşıyorum.
Sinemaya nasıl başladınız?
Ben tam bir sinema aşığıyım… Çocukluğumdan beri hep hayalini kurduğum bir şeydi sinema… Ama nereden ve nasıl başlayacağımı bilemiyordum… Bir gün arkadaşlarla kendi aramızda konuşurken bana bir senaryo sunuldu… Konusu beni o kadar etkiledi ki “Bunu kesinlikle çekmeliyim.” dedim. Böylece ilk filmimi çekmeye karar verdim.
Sizi film yapmaya iten sebepler neler?
Bana göre dünyanın en güzel mesleğidir sinema… Sinemanın dini, dili, ırkı olmaz, sinema evrenseldir çünkü… Sinema gelecek kuşaklara bırakılacak en güzel canlı mektuplardır bence… Düşünebiliyor musunuz, siz bir eseri hayata geçiriyorsunuz ve hiç tanımadığınız, yüzünü dahi göremediğiniz, dünyanın diğer ucundaki başka birileri yaptığınız eseri izleyebiliyor… Düşüncelerinizi ve yapmak istediklerinizi anlayabiliyor… Her insan sevdiği, huzur bulduğu mesleği yapmalı diyerek 2012 yılında kendi şirketim Taş Film’i kurdum ve sevdiğim mesleği yapmaya başladım… Şu an düşünüyorum da, iyi ki de bu mesleği seçmişim diyorum içimden…
“Kaçış 1950” filmi sizin ilk filminiz. Hangi insanların, nasıl yaşanmışlıkların öyküsünü anlattınız?
Filmimiz Bulgaristan’dan, Türkiye’ye göç eden Türklerin hayat hikâyesini konu alıyor… Senaryo gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak yazılmıştı. Senaryoyu ilk okuduğumda orada yaşayan insanların çektikleri acılar beni çok etkiledi… Bana göre filmler aynı zamanda yaşanmışlıkları da anlatmalı, bilinmeyenleri de öğretmeli ve topluma faydalı mesajlar vermeli diye düşünüyorum…
Ardından hangi yapımlara imza attınız?
“Kaçış 1950” filmimiz 10 Nisan 2015’te vizyona girdi. Hemen ardından “Temel ile Dursun İstanbul’da” filmini çektik, 05 Şubat 2016’da vizyona girdi. Onunda hemen peşinden “Parayı Bulduk” filmini çektik, o da 29 Aralık 2017’de vizyona girdi. Yani arka arkaya 3 yılda, 3 film çekip vizyona koyduk…
Hikâyelerinizi oluştururken beslenme kaynaklarınız nelerdir? Hikâyenin geliştirilmesi sürecinde nelere özellikle dikkat edersiniz?
Hikâyelerimi oluştururken, hikâyenin temelinin sağlam olmasına özen gösteriyorum… Nasıl ki temeli sağlam olmayan bir bina çökmeye mahkumsa, sinemada da iyi bir projenin ilk adımı sağlam hikâyedir… Ardından iyi oyuncular, iyi dağıtım ve iyi reklâm… Bu taşları sağlam yerine oturtursanız başarı kendiliğinden gelir zaten. (Bunları söylerken çektiğim 3 filmde edindiğim tecrübelere dayanarak söylüyorum.)
Oyuncu seçimlerinden bahsedebilir misiniz? Bilinen oyuncularla daha evvel hiç bir arada görmediğimiz oyuncuların, bir arada olduğu filmler çektiniz. Neye göre seçtiniz oyuncularınızı?
Hangi işi yaparsanız yapın, her şeyden önce iyi bir insan olmak lazım bence… İyi bir insan olduğunuzda, mesleğiniz her ne olursa olsun, başarılı olursunuz zaten… Onun için bende oyuncu seçimlerine başlarken, seçtiğim kişilerin her şeyden önce insani değerleri yüksek olan kişiler ve profesyonel olmalarına dikkat ederim. Bütün projelerimde hem yeni yüzlere şans vererek destek oldum, hem günümüzün popüler isimlerini oynattım, hemde Yeşilçamın emektar oyuncularına da yer vererek üç kuşağı bir araya getirmeye çalıştım… Her yapımcı çektiği projelerde bir tane bile Yeşilçam emektarlarına yer verse, hem o sokaklarda ölen sanatçılarımızın acı haberlerini almayız, hemde mutluca sevdikleri işi yapmış olmalarını sağlarlar diye düşünüyorum.
“Temel ile Dursun İstanbul’da” filminizde Wilma Elles ile çalıştınız. Kendisiyle çalışmaya nasıl karar verdiniz?
“Temel ile Dursun İstanbul’da filmimiz isminden de anlaşılacağı gibi Karadenizli Temel’in İstanbul’da başından geçenleri konu alıyor. Daha önceden tanıştığım ve oyunculuğunu çok beğendiğim Wilma Elles’e senaryoyu okuması için yolladım… O da senaryoyu beğendiğini söyleyip fikirlerini paylaşınca birlikte çalışmaya başladık… Hem o, hemde biz sette çok eğlendik ve çok keyifli bir set ortamı paylaştık beraber…
Artık günümüzde çok fazla film çekiliyor, film çekmek için imkânların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu an teknolojide gelinen noktaya bakıldığında, bana göre Türk Sineması hak ettiği yerde değil… Bir toplumun kültür seviyesinin artmasında sanatın, özellikle de sinemanın önemi çok büyüktür… Sanattan uzak ve gişeye odaklı filmler yapılıyor daha çok maalesef… Argo kelimeler ve bel altı şakalarla iş yapabileceklerini düşünerek kaliteyi iyice düşürüyorlar. Hayatımın hiç bir döneminde para denilen kâğıt parçalarına, önemli bir yer vermedim. Onun için yaptığım filmin gişesi olacak veya olmayacak diye her hangi bir kaygım olmadı hiç bir zaman… Şu ana kadar 3 tane film çektim ve her yaptığım film bir öncekinden daha iyi oldu çok şükür… Hem gişe anlamında, hemde reyting olarak… Bu da yaptığımız işte doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Daha başarılı projelere doğru emin adımlarla ilerliyoruz.
Sizce Türkiye’de film eleştirisi yapılmıyor mu? Filmlerinize olumlu ya da olumsuz nasıl eleştiriler geldi?
Eleştiriler eskiden daha kaliteli yapılıyordu bana göre… Bir filme eleştiri yapan kişi, o konuda bilgi sahibi ve işinin ehli kişilerdi eskiden… Köşe yazarları, sinema eleştirmenleri, bu işi mesleği olduğu için yapıyor ve haklı olduğunda eleştirisini yapıyordu… O filmlerin ne zahmetlerle çekildiğini biliyorlardı çünkü… Oysaki şimdi herkesin elinde bir cep telefonu ve herkes bir sinema eleştirmeni gibi, bir köşe yazarı gibi, film hakkında olumsuz yorumlar yapılabiliyorlar maalesef… O filmler ne emeklerle hayata geçiyor, insanlar o filmi hayata geçirene kadar ne emekler vermişler, hiç umursamadan. Başkasının izlerken çok beğendiği bir filmi, siz beğenmeyebilirsiniz… Ya da sizin beğendiğiniz bir filmi başkası beğenmeyebilir… Bu gayet normal… Eleştiriler seviyeli olduğu sürece bir sorun yok… Hakaret boyutuna ulaşmayacak şekildeki tüm eleştirilere açığım tabi… Eleştirilere kulağımızı tıkarsak doğruyu bulamayız ki… Oyuncu, Senarist, Yönetmen, Ressam, Müzisyen, kısacası sanatla uğraşan tüm insanlar çok hassas ve naif insan olurlar genelde… Bir sanatkârın en mutlu olduğu şey yaptığı işin takdir görmesi… Alkışlanması veya ödüllendirilmesi. Bunlar bir sanatçı için paradan çok daha değerlidir… Onun için sert ve yıpratıcı eleştirilerden kaçınılmalı ve onları sevdikleri mesleğe küstürtmemek lâzım diye düşünüyorum…
Yurt içi ve yurt dışındaki festivallerle ilgili hayal ettiğiniz bir şey var mı?
Daha önce bir kaç tane plaket almıştım… Elazığ Çayda Çıra Film Festivali, Bal-Göç (Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği) ve Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nde, filmimiz festivalin açılış filmi olarak gösterilmişti… 5 yıl aradan sonra, Bulgaristan’dan Ardino Belediye Başkanı Sayın Resmi Murat Bey bize anlamlı bir plaket yollayarak, bizi onore ettiler… Göstermiş oldukları bu ince davranışlarından dolayı bende, şahsım ve tüm ekibim adına kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum… Tabi ki hedefimiz ileride daha da kaliteli projeler hayata geçirerek, ekip olarak kırmızı halıda ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek… Umarım o günlerimiz de olur…
Peki, etkilendiğiniz yönetmen veya yönetmenler var mı?
Türk Sinemasında Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz ve Şerif Gören keyifle filmlerini izlediğim yönetmenler… Yaptıkları filmleri onca imkânsızlığa rağmen o kadar güzel çekmişler ki, hâlâ büyük bir keyifle izliyorum…
Yakın zamanda karşımıza çıkacak yeni projeleriniz var mı? Bize biraz tüyo verebilir misiniz?
Tabi ki… İki tane projem var… Biri komed, bir yol hikâyesi, diğeri ise “Dedemin Gözyaşları” isimli bir dram filmi… Bir Dede ile lösemi hastası torununun hikâyesini konu alan duygusal bir proje… İnsanları hem ağlatacağız, hemde ağlatırken tebessüm ettireceğiz sanırım bu projeyle… Erken teşhisin önemine de vurgu yapan çok güzel bir sosyal sorumluluk projesi… Bu projede o hastalığa yakalanıp, hastalığı yenen kişilerde var, gerçek Doktor ve hemşirelerde var… Hepsi de projeye katkı sağlamak amacıyla gönüllü yer alacaklarını söylediler… Bu projenin aynı zamanda kitabını da çıkartacağız, yazım aşaması bitti, son ufak tefek rötuşlar kaldı… Hem kitabın tüm gelirlerini, hemde filmin gişe gelirlerinin bir kısmını lösemili çocukların tedavisi bağışlayacağız… Bu benim gurur projem olacak, onun için ona çok özen gösteriyorum… Bu projeyle gerek yurt içi, gerekse de yurt dışında ülkemizi gururla temsil edeceğimize inanıyorum… Benim sinematografimde de çok özel bir yeri olacağına inandığım bir proje olacak…
Yönetmen Zeki Demirkubuz bir röportajında yönetmenlerin röportaj vermemelerini, çünkü yaptıkları filmin gizemini üç beş kelime ile öldürüyorlar demiş. Siz bu sözlere katılıyor musunuz?
Bunu neye istinaden demiş bilemem ama bana göre yönetmen projesi hakkında pek tabi konuşabilir, gerek duyuluyorsa tabi. Hem konuya daha hâkim, hemde projesini en iyi ifade edecek kişi kendisidir. Bende mecbur kalmadıkça videolu röportaj vermiyorum ama benimki yapımdan dolayı… Kameraları ne zaman görsem heyecanlanıyorum, elim ayağıma dolanıyor. Sanki ilk defa âşık olmuşum da, sevgilimle buluşmaya gidiyormuşum gibi oluyorum her defasında… Yani öyle enteresan ve büyük bir aşk var kamera ile benim aramda. Benim de videolu röportaj vermeme sebebim budur mesela… (gülüyor)
İhsan Taş nasıl biri, hayalci mi, yoksa çok ciddi biri mi?
Hayatın gerçekleri tartışılmaz hiç şüphesiz ki ama hayal kurmak da güzeldir. Hayal kurmadan yaşayamaz ki insan… Hayal kuran insanlardan zarar gelmez bence… Hayal kuran insanlar, güzel insanlardır… Keşke herkes hayal kurabilse ve o hayalinin peşinden giderek onu gerçekleştirebilse… İnsanın sevdiği mesleği yapması kadar güzel bir şey olabilir mi?
Son olarak, sette ekiple bağınız nasıl, mesafeli mi duruyorsunuz yoksa samimi mi?
Sette tabi ki bir disiplin oluyor, olmalı da zaten, herkesin güvenliği ve huzuru için. Sette yüzlerce kişi yer alıyor ve hepsinden sorumlusunuz… Tabi ki bir iş disiplini olacak… Disiplin olmadan başarı da olmaz… Sete başlarken yola çıktığımız tüm ekibi ailem gibi görürüm… Bireysel mutluluğu kesinlikle red eden bir yapım vardır. Yanımdaki insanlar mutsuzsa benim mutlu olmamın hiçbir önemi yok, bende mutlu olamıyorum o zaman… İnanılmaz sahiplenici bir yapım vardır… Türkiye’nin en zengin insanlarından biriyim bana göre… Zengin olmak ve öarlıklı olmak çok farklı şeyler… Çok varlıklısınızdır belki ama etrafınızda sevinci ve kederi paylaşabileceğiniz samimi kişiler yoksa bana göre dünyanın en fakirisinizdir. Ben belki çok varlıklı değilim ama çok zengin olduğumu düşünüyorum… Çünkü başkalarının parayla çözemeyeceği şeylerin çok daha fazlasını hatırla çözebiliyorum çok şükür… Çevreme faydalı olabiliyorum… Etrafındakilere faydası dokunmadıktan sonra neye yarar ki insan… Etrafına faydası olmayan insanlar, meyve vermeyen kuru bir ağaç gibidirler bana göre… İmkânlarım doğrultusunda yapabileceğim şeylerde dostlarımı asla kırmam ve elimdeki tüm imkânlarla yardımcı olmaya çalışırım…
Çok teşekkür ederim hoş bir röportaj oldu… Bol ödüllü çalışmalar diliyoruz…
Ben teşekkür ederim… Size ve tüm ekibinize “sinema tadında” güzel ve keyifli günler diliyorum…
(31 Temmuz 2019)
Sadi Çilingir
sadicilingir@sadibey.com