Üç ciltlik romanı üç filmle sinema seyircisinin de gönlünde bir numaraya çıkaran “Yüzüklerin Efendisi”, yeni bir dünya yarattığı ve bu dünyanın üzerindeki yepyeni canlılarla yepyeni bir dil oluşturduğu için fantastik edebiyatın bir numarasıdır.
J. R. R. Tolkien’in bu güçlü yaratıcılığı, birbirinden heyecanlı kitapları (tabii, bağlı olarak filmleri de) merakları üzerine topladı. Benim için belirleyici olan “Orta Dünya” idi ve orada yaşayan “Hobbit”lerdi, “Elf”lerdi…
Tolkien’in bilinmeyen hayatını izlerken, onun nereden nereye geldiğinin, düşlerinin temelinde yatan annesinin erken ölümünün, Birinci Dünya Savaşı sırasında, cephe gerisinde yaşadıklarının etkisini/katkısını da görüyoruz.
Tolkien, kolay bir yaşam sürmemiş… Güney Afrika’dan İngiltere’ye göçmüşler… Müthiş bir kadın olan annesini erken yaşta kaybetmiş… Okul yılları, yeni arkadaşlıklarla dolu olsa da yetim ve öksüz Tolkien, hayallerine sığınmış. Yeni bir evren oluşturmuş kendince…
Filmin dönüm noktası
Öyle dolu imiş ki kendi dünyasıyla, gönlünü düşürdüğü kızın duygularını anlayamamış… Genç kızın kendince sığındığı müzik, Tolkien için çok da önemli değilmiş… Ama yanıldığını çabuk anlamış… Mutlu son mu? Evlilikle sonuçlanan bu ilişki için “mutlu son” denilebilir, ama asıl “mutlu bir başlangıç” demek gerekir. Tolkien, artık bir evren sahibidir.
Bulutların dansı ya da…
Birinci Dünya Savaşı’nda, cephedeki insanlık dışı yaşamı başka bir dille aktarıyor film. Her taraf kan gölü ve ölülerle dolu… Yaralı değilse bile hasta Tolkien arkadaşını arıyor. Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor, siperler artık koruyamıyor insanları… Yönetmen Dome Karukoski, Tolkien’in düşlerinde yarattıklarıyla oluşturuyor mesajlarını, bu anlamda ilginç ve bir o kadar da başarılı. Savaşın o insanlıktan uzaklığını bombaların dumanında görmek çok etkileyici.
Tolkien: bir fedakârlık, bir arkadaşlık, bir aşk, bir savaş karşıtı, bir dünya yaratma filmi…
(04 Temmuz 2019)
Korkut Akın