Fransız sinemasının usta yönetmenlerinden Jacques Audiard’ın western türü bir hikâye ile karşımıza çıkması ne güzel bir sürpriz. Geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmış ve sinemacıya en iyi yönetmen ödülünü kazandırmış olan ‘The Sisters Brothers / Sisters Biraderler’, Kanadalı yazar Patrick DeWitt’in 2011’de yayınlanmış ve birçok önemli edebiyat ödülüne aday gösterilmiş aynı adlı romanının sinema uyarlaması.
Film, 19. yüzyıl ortalarının Vahşi Batı’sında tetikçi iki kardeşin dehşetengiz hikâyesi üzerinden ilerliyor. Tekinsiz bir gece vakti, çevreye ölüm yağdırırken tanışıyoruz biraderlerle. Bir kulübeye sıkışmış hedefler art arda temizleniyor. Cesetler yerde boy boy sıralanırken, barutun ve cayır cayır yanan ahırın ateşi aydınlatıyor kapkaranlık geceyi. Alevler içinde bir at kırlara doğru süzülürken, Sisters Biraderler’in bir yaş büyük olanı Eli, mahsur kalmış diğer hayvanları kurtarmak için canı pahasına ahırın içine dalmaktan çekinmiyor.
Daha ilk sahneden iki kardeşin farklı karakterleri konusunda bilgi sahibi oluyoruz. Her ikisi de Oregon’da ikamet eden büyük patron Commodore’un emrinde çalışıyor, göz kırpmadan adam öldürüyorlar. Ancak, çok daha sert ve zalim olan, aldığı her işi heyecanlı bir av partisi olarak gören küçük kardeş Charlie için bir oyun gibidir kafa patlatmak. Sevdiği kızın hatıra olarak verdiği kırmızı şalı öpüp koklamadan uykuya dalmayan Eli ise içinde bulunduğu koşullar ne olursa olsun iflah olmaz bir romantiktir. Hayatını, yaptıklarını, varoluşunu sorgular sürekli.
Acımasız bir babanın elinde büyümüştür biraderler. Charlie’nin ifadesine göre vahşet arzusu ırsidir, zırdeli ve ayyaş babanın kanı akmaktadır damarlarında. Buna karşın, koşulların onları bu yola sürüklediğini düşünen Eli, daha huzurlu ve barışçıl bir hayatın umudunu taşımaktan kendini alıkoyamaz. Charlie’den kopamaz da. Ne denli farklı yapıda olsalar da, kardeştir onlar.
Yeni bir talimat doğrultusunda, su bazlı bir formül sayesinde nehrin dibine konuşlanmış altın tabakalarını bulup çıkaran kimyager maden arayıcısının izini sürmek üzere California’ya doğru yola çıkarlar. Patronun dedektifi, İngiliz aksanlı maceraperest John Morris’in verdiği bilgiler ışığında adamı yakalayıp, gerekirse işkenceyle formülü ele geçirmek üzere. Beklenmedik bir işbirliğine doğru yol alan kentli Morris ile idealist Warm’un, Sisters Biraderler ile nehir kıyısında karşılaşmaları, karanlık ile aydınlığın ezeli çatışmasını anımsatacaktır.
Projeye, filmde Eli rolünü canlandıran deneyimli aktör John C. Reilly ve yapımcı eşi Alison Dickey’nin önerisiyle katılmış Audiard. Amerika’daki doğal mekânlar yerine İspanya ve Romanya’nın geniş düzlüklerinde çektiği filminde, türü yeniden yorumlama gibi bir derdi yok Fransız yönetmenin. Vahşi Batı’nın kanunsuz yerleşim bölgeleri ve alabildiğine kanlı çatışma sahneleri eksik değil filminde. Ancak, bunun yanısıra ayrıntılı irdelenmiş karakterleri ve diyaloglarıyla varolmanın karanlığı ve aydınlığı üzerine kafa yorma fırsatı tanımış izleyicisine.
Bu farklı sularda gezinen Western’e Avrupalı yaratıcı sinema adamının dokunuşu hayli verimli olmuş. Öyle ya, vahşi kapitalizmin çağdaş suç imparatorlukları ile olan ilişkisi üzerine çok önemli şeyler söyleyen 2009 yapımı ‘Yeraltı Peygamberi / Un Prophète’de, 19 yaşındaki Arap delikanlının acımasız hapishane koşullarında büyüme ve güç kazanma öyküsünü anlatmış olan sinemacı, yine Kanadalı bir yazar olan Craig Davidson’un öyküsünden yola çıktığı 2012 yapımı ‘Pas ve Kemik / De Rouille et d’Os’ta, geçmişin yaralarının üzerine sünger çekmeye, hayata tutunmaya çalışan iki kayıp ruhun hikâyesi çerçevesinde, toplumun dışında kalmış, sınırlarda yaşayan figürleri gündeme getirmişti. Vahşi Batı hikâyesinde sadece yollar kesişmiyor, iki farklı dünya karşı karşıya geliyor. Kardeşine gönülden bağlı Eli, düşünü kurduğu farklı bir yaşam hayalini yeni tanıştığı insanlarla paylaşma fırsatı buluyor.
Atadan miras zalim Charlie ile ölen atı ardından gözyaşlarını tutamayan, diş fırçası ile imtihanında yeni bir dünya ile tanışan romantik Eli’yi, klasik westernin ana karakterlerinden farklı anti-kahramanlar olarak sunuyor film. Jaoquin Phoenix, ‘Hiçbir Zaman Burada Değildin’in sessiz, sedasız, acımasız tetikçisinin ardından, aynı sertlikte ama bu defa fazla geveze Charlie yorumunda harikalar yaratıyor. Lakin filmin esas kozu güçlü ve kırılgan Eli’de hayatının rollerinden birine imza atmış olan John C. Reilly olmuş. Bu ikiliye, Morris’de Jake Gyllenhaal, Warm’da ‘The Night Of’ televizyon dizisiyle tanıdığımız Riz Ahmed gibi sağlam oyuncular eşlik ediyor. Görüntüler Gaspar Noé’nin filmlerinden hatırladığımız Benoît Debit, caz akorlarla beslenen müzikler ise tanınmış besteci Alexander Desplat’ya ait.
Sessiz sedasız gösterime giren bu güzel filmi kaçırmamanızı öğütlerim.
(07 Şubat 2019)
Ferhan Baran