Kayıp Ozanlar Kuşağı

Aleksey German Jr. imzalı ‘Dovlatov’, filme adını veren Rus yazar Sergey Dovlatov’un 1971 Kasım ayında geçen altı gününü konu ediniyor. Tahmin edileceği gibi klasik anlamda biyografik bir film değil bu. Günümüzde eski adıyla St. Petersburg olarak anılan SSCB döneminin Leningrad’ını mekân alan yapım, muhalif kimliğinden ve etnik (Ermeni) kökeninden dolayı Yazarlar Sendikası’na kabul edilmeyen Dovlatov’un yazılarını yayınlatma mücadelesi çerçevesinde, baskıcı bir dönemin genel atmosferine nüfuz etmemizi sağlıyor.

Bir hafta boyunca Dovlatov’un ve çevresinin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Kişisel yazılarını yayınlatabilmeyi beklerken yerel bir fabrika gazetesinde yazmaya razı olmuştur genç adam. Kişisel olarak yaşamı bir boşlukta gibidir. Karısından ayrılmıştır, annesiyle bir daireyi paylaşır. Haftada bir gördüğü küçük kızıyla vakit geçirir. Bunun dışında, karlı ve soğuk kış günlerinde bir mekândan diğerine kendini ifade edebilme yollarını arar durur.

Bir kuşak yazar için edebiyatın, şiirin ölüm kalım meselesi olduğu yıllardır bunlar. Kendini dünyaya özgürce ifade edebilmek için her şeyin göze alındığı, iktidara yalakalık yaparak sipariş edilmiş yalanları ve sıradanlığı kabul etmektense açlığı göze alan bir yazar çizer kuşağının dönemidir bu. German’ın filmi Dovlatov’un özeline odaklanmadan bu kayıp ozanlar kuşağına bir ağıt yakmayı hedefliyor film.

Altı gün boyunca farklı mekânlarda sanatçı dostlarını ziyaret ediyor Dovlatov. Film, Leningrad yazar çizer dünyasından detayları titizlikle biraraya getiriyor, German aceleye mahal vermeden geçmişte kalan bir dünyayı ustalıkla yeniden inşa ediyor. Bu konuda, ‘Ida’ filmindeki ustalıklı çalışmasından hatırladığımız Lukasz Zal’in pastel tonları öne çıkaran ve uzun planlarla bir dönemin koreografisini usul usul uygulayan kamera çalışmasının ve de Elena Okopnaya’nın göz kamaştıran set tasarımlarının büyük payı olduğu kuşkusuz.

Bol diyaloglu sahnelerin ağırlığı oluşturduğu filmde iç acıtan bazı dönüm noktaları da yer alıyor. Metni bilmem kaçıncı kez reddedilen bir yazarın yayımcının ofisinde bileklerini kesmesi, Amerikalı sanatçı Jackson Pollack’a hayranlığı yüzünden tutuklanan ressamın trajik ölümü, ya da daha sonra Nobel alacak olan Dovlav’un yazar dostu Joseph Brodsky’nin memleketini terk etme kararı bu ağır hareket eden gözlem filminin belli başlı dramatik olayları olarak dikkat çekiyor.

Dovlatov ile fiziksel benzerliği olan Sırp oyuncu Milan Maric’in çıkış yolu arayan Rus yazarın trajikomik ruh halini ve yılmaz direnişini mükemmel yorumladığı film, büyük bir salonda ve geniş perdede izlenmesini hararetle önerdiğim çizgi dışı bir dönem filmi. Sadece haftanın değil, yılın görülmesi gereken önemli yapımlarından biri.

(12 Ağustos 2018)

Ferhan Baran

[email protected]