Türkiye prömiyerini yaptığı 24. Uluslararası Adana Film Festivali ve ardından İKSV Filmekimi haftasında ‘Aşkın Gücü’ adıyla gösterilen ‘The Shape of Water’, ithalatçı firma karar değiştirince ‘Suyun Sesi’ adıyla gösterime girdi. Oysa film sessizce yaşanan bir büyülü sevdayı anlatıyor.
Fantastik sinemanın özgün yaratıcılarından Guillermo del Toro 1960 başlarının Baltimore kentini seçmiş mekân olarak. Savaş sonrasının bolluk bereketiyle yükselen banliyö yaşamı, her garajda bir araba, yıldızı giderek parlayan televizyon dünyası ve reklam sektörüyle, Amerikan mitinin şekillendiği yıllardır bunlar.
Toplumun kıyısındakiler için durum farklıdır her zaman olduğu gibi. Farklı evrenlerden yüreklere dokunan masallarla tanıdığımız Meksika asıllı usta öykücü, Hollywood stüdyo yapımlarının tüm dünyaya pompaladığı Amerikan rüyasınının gerisindeki küçük insanlardan, hor görülen azınlıklardan oluşturmuş filminin ana aktörlerini. ‘Soğuk Savaş’ın en kızışmış yıllarında gizli araştırmaların sürdürüldüğü bir laboratuvarda temizlikçi olarak çalışan Elisa (Sally Hawkins), bebekken uğradığı bir saldırı sonrasında nehir kenarında terkedilmiş. Duyabiliyor ama konuşamıyor. Amazon nehrinde ele geçirilmiş ve incelenmek üzere laboratuvara getirilen insansı amfibik yaratık (Doug Jones) ile bakışlar ve işaretler aracılığıyla ilişki kuruyor. Bir de yaratığın bir çırpıda yuttuğu haşlanmış yumurtalar ve portatif pikaptan yayılan müziğin nağmeleriyle.
Yaratığın deney alanından kaçırılması pek kolay olmayacaktır. Elisa’nın siyahi iş arkadaşı Zelda (Octavia Spencer), babalığı eşcinsel ressam Giles (Richard Jenkins) ile amirlerinin imha emrine karşı çıkan çift taraflı casus Dr. Hoffstetler -ya da Rus adıyla Dmitri- (Michael Stuhlbarg) bu bölümde devreye girecektir.
‘Suyun Sesi’, Del Toro usulü etkileyici bir ‘Güzel ve Çirkin’ hikâyesi. Hem heyecanla izlenen bir gerilim, hem duygusal bir aşk hikâyesi. Hem de Hollywood sinemasının parlak günlerine, müzikallere, yok olmuş sinema kültürüne bir ağıt, bir aşk mektubu. Alice Fay, Betty Grable gibi yıldızların şarkıları ve danslarıyla düşlere dalan Elisa ile Giles eski usul bir sinemanın üst katındaki dairede yaşıyor. Bir zamanların görkemli, tapınak misali sinema salonlarından biridir bu.
Kennedy suikasti ve Vietnam bozgunu öncesinde görünürdeki pembe tablo, arka planda derin bir nükleer saldırı korkusunu barındırıyor gerçi. Konuşma engelli kız, siyahi işçi kadın, eşcinselliğini bastırmış ressam ve suda yaşayan insansı yaratık örneğinde olduğu gibi azınlıkta kalanlar için çok daha zor zamanlar bunlar. Farklı ırklara, milletlere, farklı cinsel tercihlere yaşam hakkı tanınmayan o yılları, aynı mücadelenin sürmekte olduğu günümüz iklimine bağlamak istemiş Del Toro.
Farklı türleri bir potada eritebilen, duygusal açıdan güçlü, insani mesajlarıyla izleyicisini mutlu eden bir film ‘Suyun Sesi’. Görsel tasarımı, Alexander Desplat imzalı müzik çalışması ve de cinselliği saklamayan tavrıyla etkileyici bir çalışma.
(15 Şubat 2018)
Ferhan Baran