Aralık Ayı Bursa Kent Meydanı AVM’de Dolu Dolu Geçecek

Bursa Kent Meydanı AVM Aralık ayında birbirinden eğlenceli birçok etkinliğe ev sahipliği yapacak. 02 Aralık Cuma akşamı Görümce filminin özel gösterimi Kent Meydanı AVM Avşar Sinemaları’nda gerçekleşecek. Gelin – görümce arasındaki çekişmeli ilişkiyi mizahi bir dille ele alan komedi yapımı Görümce’nin başrollerini yerli komedinin sevilen yüzü Gupse Özay, Buğra Gülsoy ve ekranların yeni keşiflerinden Eda Ece üstleniyor. BKM yapımı filmin yönetmen koltuğunda ise Kocan Kadar Konuş, Patron Mutlu Son İstiyor gibi filmlerin yönetmenliğini yapan Kıvanç Baruönü otururken, filmin senaryosu ise Özay’a ait. Özel gecede filmin başrol oyuncuları Gupse Özay, Buğra Gülsoy ve Eda Ece, Bursalı sinemaseverle buluşacak.

Ödüllü Yönetmen Merve Gezen’in Yeni Filmi Scrabble, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününe Dikkat Çekiyor

Merve Gezen’in, sosyal ve ekonomik açıdan birbirinden farklı dört kadını, Scrabble oyununun başına oturtarak kaderlerini ve trajik sonlarını masaya yatıran filmi Scrabble, bu yıl 23 – 29 Kasım tarihleri arasında dördüncüsü düzenlenen Uluslararası Antakya Film Festivali Kısa Film bölümünde Altın Defne için yarışıyor. Merve Gezen, yeni filmi ve Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü ile ilgili şunları söylüyor: “Kadına şiddet sadece Türkiye’de olan bir sorun değil. Bu sorun maalesef bütün dünyada var. Birleşmiş Milletler’in yapmış olduğu araştırmaya göre, dünyada her üç kadından biri fiziksel yada cinsel şiddetle karşı karşıya kalıyor.”

Babamın Kanatları Üzerine

Sinemamızın 80 sonrası serüveni sosyo-politik bağlamda incelenecek olursa, ortaya çıkan manzara; önce “geriye çekilme”, sonra “içe dönme” ve nihayetinde de tüm ezberini bir kenara bırakarak “yeni bir dil arayışına girme” şeklinde özetlenebilir. İlginçtir, (yarı) aydının yenilgisinin ardından gelen “bunalım” süreci, sinema çevrelerinde çoğu kez mahkûm edilmiştir; oysa 2000’lerin ilk yarısında karşımıza çıkan yeni anlatım formu -o dönemin doğal bir tezahürü olsa da- genellikle eleştiriden nasibini almaz.

Son yıllarda çoğu defa ifade etmek durumunda kalsak da, tekrara düşme pahasına yinelemekte yarar var: İçeride ve bölgede büyük altüst oluşlar çağından geçen ülkenin sinemasından çıkarılacak sonuç, taşra ve kent ikilemine sıkışan bireyin suskunlukla geçiştirmeye çalıştığı varoluş serüvenidir. Burada karşımıza çıkan “biçimci” (kimi kalemlere göre “sanatsal”) anlatı, olasılıkla kelimenin gerçek anlamından, nadir olarak bu denli soyutlanmıştır. Ne referans alınan auteur’ler, ne de örnek gösterilen ülkelerin sinemaları, “asıl mesele”nin uzağına hiç bu kadar düşmemiştir. Bir başka deyişle bizdeki “sanat” sineması, yaratıcılarından ziyade, az ama etkili sayıda “muhalif” kalem ve verdiği destek dikkate alınırsa, bu eğilimin bir nevi hamisi olan devlet nezdinde yüceltilmiştir. Geniş kitlelerden alabildiğine kopan ve neredeyse “oryantalist” bir hazla, yurtdışında övgüye boğulmasını gerekçe kılarak, son tahlilde bu durumdan neredeyse bir övgü malzemesi çıkaran bir yaklaşım vardır burada… Ozu’dan Antonioni’ye, Angelopoulos’a uzanan çizgide, evrensel örneklerin mayasında bulunan “gerçeklikle” bütün bağlar kopmuş, zaman donmuştur sanki bizim “sanat sinemasında”. Kökleri derinde olan hemen hiçbir sinemada “kaçış”, bu denli meşrulaştırılmamıştır.

Madalyonun diğer tarafında, yardım alabilmek adına senaryosunda “düzenleme” yapmak durumunda olan “bizim auteur’lerin”, “bağımsız yönetmen” olma halleri de vardır ki, bu doğal olarak konuyla ilintili, ama bambaşka bir yazının ilgi alanıdır.

Bu zorunlu girizgâhın ardından söylenebilecek ilk şey, kimi filmleri tarihsel bağlamdan uzağa düşerek, yalnızca kendi iç düzleminde ele almanın olanaksız olduğudur. Babamın Kanatları, bir ilk film olmanın tüm olağan sıkıntılarını yaşayan; kurguda tekrara düşen, bazı fazlalıklar barındıran, kimi anlarda şablona dayalı karakterler sunan ve bütününden kopuk bir finali tercih eden yapısı bir yana, yukarıda sınırlarını belirlemeye çalıştığımız çerçevenin dışında duran yürekli bir yapımdır. Bambaşka ve bizden asırlar kadar uzak coğrafyalarda değil, tam da “bizim olan”, halen yaşanan bir gerçekliğin peşinde yürümekte ve bizlere bir şeyler söylemeye çalışmaktadır. Kurtuluşunu bireysel çözümlerden medet ummak şöyle dursun, artık yokluğuyla sağlamaya çalışan, “sanat sinemasının” çoktan unuttuğu bir karakterin ve emek sömürüsünün merkezinde ele almaktadır ülkeyi.

Bir süredir varlığından bihaber olduğumuz, çoğunlukla üçüncü sayfa haberi muamelesi yaptığımız, gözümüzün önünde belirdiğinde, çözümü kanal değiştirmekte bulduğumuz meseleleri merkezine alması, kuşkusuz bir filmin başarısında tek etmen değildir. Ancak Babamın Kanatları; akılda kalıcı, kimi zaman trajikomik bir hal alan diyalogları, başta Menderes Samancılar olmak üzere oyuncu seçimi ve şantiye alanını koca bir ülkeyle özdeşleştiren görüntüleriyle akılda kalmayı başarmaktadır. Finalde beliren çıkışsızlık halinin, ülkece ruhsal durumumuza dair ipuçları barındırması önemidir. Bu durum, filmi son dönemde öne çıkan kimi yapımlarla (Zerre, Toz Bezi) bir arada düşünmemizi zorunlu kılmaktadır ve tüm bu filmler, gelecekte Türkiye’nin bu günlerine ilişkin yapılacak sosyolojik araştırmalarda önemli bir işlev üstlenecektir.

Ülkenin en önemli film festivallerinde başarılar elde etmiş olan filmin yalnızca 17 salonda gösterime girmesi ise elbette kendisinden kaynaklı bir durum değil; aksine, girişte belirttiğimiz tercihlerin doğal sonucudur. Ne yazık ki “sanat sineması” havuzuna dâhil edilen yürekli yapımların makûs talihidir artık bu durum. Belki de bu ortamı yaratanların en büyük arzusu gerçekleşmiş, filme kaynaklık eden karanlık tablonun geniş kitlelerle buluşmasının önü, dâhiyane projelerle en baştan kesilmiştir. Bu filmlerin teşekkür edilenler hanesinde adı geçenlerle, bu sonucu yaratanların aynı isimler olması ise kaderin garip bir cilvesidir!

(03 Aralık 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
[email protected]

Sebastian: Sevgili Dostum

Christian Duguay’ın yönettiği ve Felix Bossuet, Tcheky Karyo, Thierry Neuvic ile Margaux Chatelier’in oynadığı Sebastian: Sevgili Dostum (Belle et Sebastien: L’Aventure Continue), 13 Ocak 2017’de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
1945 sonbaharı. Savaş sona ermiştir. Sebastian 2 yıldır görmediği arkadaşı Angelina’yı beklemektedir. Genç kadını Alplerin bu küçük köyüne getiren uçak düşer. Tüm aramalar sonrasında uçağın enkazı bulunamaz Yetkililere göre uçak kazasından kurtulan olmamıştır. Tüm kasaba umudunu kaybetse de Sebastian buna inanmaz ve hiç vakit kaybetmeden köpeğiyle arkadaşı Angelina’yı aramaya başlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Sebastian: Sevgili Dostum yazısına devam et

Yavuz Seçkin: Şahan Golü Buldu, Şimdi Averaj Peşinde

Ünlü komedyen Yavuz Seçkin, Star TV’de katıldığı programda çeşitli açıklamalar yaptı. 16 Aralık 2016’da vizyona girecek filmi Oldu mu Şimdi?’den de bahseden ünlü oyuncu, absürt bir film çektiklerini belirtti. Filmin bütçesi ile ilgili de esprili yapan Seçkin filmin 8 milyon dolara mal olduğunu söyledi. Şahan Gökbakar’la ilgili de konuşan Seçkin “Önemli olan golü bulmak. Şahan da İvedik karakteriyle golü buldu, şimdi ise averaja bakıyor.” şeklinde göndermede bulundu.

Ferhan Baran Yazıyor: Savaşın Kazananı Yoktur

François Ozon’un geçtiğimiz Venedik Film Festivali’nde ilk kez görücüye çıkmış yeni çalışması ‘Frantz’ sıcağı sıcağına bizde de gösterimine başlıyor. Fransız sinemasının üretken yönetmeninin 2007 yapımı ‘Angel’dan beri çektiği bu ilk dönem filmi, iki savaş arasında Maurice Rostand tarafından kaleme alınmış ‘Öldürdüğüm Adam / L’Homme Que J’ai Tué’ isimli sahne oyunundan yola çıkmış Ernst Lubitsch imzalı ‘Broken Lullaby’ın da … Devamı… »

Ali Erden Yazıyor: Anna’ya Kalbinizi Verin

Quedlinburg kasabası… Keman çalan bir Fransız gencinin bir Alman kasabasında ne işi olabilirdi? I. Dünya Savaşı sonrasında 1919 yılı. İlkbahar. Adrien Rivoire, savaşta ölmüş pasifist Frantz Hoffmeister’in mezarını ziyaret ediyor. Mezara çiçek bırakıyor, ağlıyor. Frantz’ın nişanlısı piyanist Anna bunu hemen fark ediyor. Kimdi bu gizemli Fransız genci? Sinemaskop çekilmiş bu siyah-beyaz ve renkli 2016 yapımı “Frantz” filmi, usul usul açılarak … Devamı… »

Antakya Film Festivali’nde Neler Oldu?

Nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemiyorum… 4. Uluslararası Antakya Film Festivali’ne davet edildim. Festivali düzenleyen kişilerin Adana ve Antalya’daki festivallerde kendi festivallerine network oluşturma yaklaşımlarını tanık olduğum kadarıyla- biraz tuhaf ve amatör bulsam da Anadolu’da bir festival yapma heyecanlarına saygı duydum. Festival başlamadan sıkıntılar kulağıma gelmeye başlamıştı. En basitinden basın toplantısı bir türlü yapılamıyordu. Bir festivalin nasıl ilerleyeceğini, programını ve işleyişini bu sayede görebildiğimiz için bu adeta yaklaşan fırtınanın ilk sinyali gibiydi. Festivale birkaç gün kala, bütçe yetersizliği yüzünden bilet almada büyük sıkıntı yaşadıklarını, film ekiplerini çağırmakta güçlük çektiklerini, kendi biletimi alıp bir şekilde orada bulunursam çok memnun olacaklarını söylediler. Sinemaya ve yine küçük bir festivale olan saygımdan kabul ettim ve kendi imkânlarımla bilet meselesini de hallettim. Ancak daha hava limanından çıktığım anda uzun süre ulaştırmadan kimseye ulaşamamam macera dolu bir festival yaşayacağımızın göstergesi oldu. Bu yalnızca benim değil festivale gelen birçok sinemacı konuğun da yaşadığı sorunlardan yalnızca biri ve belki de en küçüğü… Bu yazıda 4-5 gün boyunca sıkıntıları anlatmayı tercih edebilirdim ancak bunun kimseye bir faydası olacağını düşünmedim.

Festivalin üçüncü sabahı -benim ilk günüm- festival başkanının toplantısı var, telefonuyla uyandırılıp, tüm konuklar bir lobide toplandık. Orada festival başkanı; “Benim beceriksizliğim ama bize kimse sahip çıkmadı, bırakıp gitmek en kolayı, ya dağılıp gidecek ya da destek olacaksınız devam edeceğiz. Büyük stres altındayım, geceleri uyuyamıyorum, gönüllü birkaç kişi dışında kimse sahip çıkmadı. Birkaç kişinin kredi kartı ile biletleri alabiliyoruz.” tarzında açıklamalar yaptı. O toplantıdan “devam” kararı çıktı. Bu karara katılmayıp dönenler de oldu. İnsanlar bireysel tercihleri ile kaldılar veya gittiler. Krizin aşılması için Samandağ Belediyesi ve yörenin iş adamları devreye girdi. Bir moral kahvaltısı, gezisi ve akşam yemeği organize edildi. Suların durulduğu bir günün ardından ertesi günü yine araç, gösterilemeyen filmler ve verilemeyen akşam yemekleri sıkıntıları başladı.

Orada bulunan herkes Büyükşehir’in son anda desteğini çekmesinden dolayı tüm bunların yaşadığı söyleniyor ve herkes belediyeden bir yetkiliye ulaşmaya çalışıyordu. Ekipte, -danışma kurulu dışından- tek sinemacı ve gazeteci ben olduğum için elimi taşın altına koymaya ve ne olup bittiğini öğrenmek için belediyeye gitmeye karar verdim. O sırada İstanbul’da ardı ardına haberler çıkıyor, filmler çekilmeye başlanıyor ve herkes birbirini galeyana getiriyordu. Beni arayıp neler olup bittiğini sorma nezaketini gösteren yönetmen, oyuncu, yapımcı ve basın danışmanlarına teşekkür ediyorum. Hepsine ciddi bir krizin olduğunu ancak her şeye rağmen festival bitimine kadar daha sakin olunması gerektiğini söyledim. Bu tutum daha fazla yıpranmaktan başka bir işe yaramıyordu. Sorunlu olsa da bir şekilde yapılan gösterimlerde az da olsa seyirciler filmleri izleyebiliyordu.

Diğer taraftan jüri başkanlığından çekilen Mehmet Eryılmaz ve diğer jüri üyesi Selim Evci’yi de arayarak durumu onlardan da dinledim. Organizasyondaki büyük hatalardan muzdarip oldukları çok açık ve netti. Özellikle Mehmet Bey, ulaşım konusunda yaşadığı sıkıntıları bizzat yazışmalarını göndererek teyit etti. Her iki jüri üyesi de Cumhuriyet Gazetesi’ne yaptıkları açıklamanın arkasında olduğunu söyledi. Festivale davet edilip, atölye ya da moderatörlük teklif edilen arkadaşlarımı arayarak sürecin nasıl ilerlediğini öğrenmeye çalıştım. Hepsinin söylediği aynıydı, “Çeşitli sebeplerle festivale davet edildik, ancak daha sonra defalarca arayıp, mail atmamıza rağmen hiçbir dönüş ve cevap alamadık.” dediler.

Filmleri Mavi Bisiklet’i yarışmadan çekme kararı alan yapımcı Nursen Çetin Köreken’i arayarak kendilerinden bu gerekçelerine dair bilgi aldım. Aynı şekilde yarışmadan çekildiğini duyduğumuz Kalandar Soğuğu filminin yapımcısı Nermin Aytekin’e de ulaşmaya çalıştım. Ancak kendisi geri dönüş ya da bir açıklama yapmadı. Kapanışta ödül bir şekilde film adına kaldırıldığı için o kısım muallâkta kalakaldı. Yönetim ise çekilmenin yazılı olarak yapılabileceğini telefon ya da sosyal medya yoluyla yapılan açıklamayı tanımadıklarını söyledi. Eğer film yarışmadan çekildiyse ödül neden geri çevrilmedi? Tüm bunlar birer soru işareti olarak kaldı ve sabır sınavına maruz kaldığımız olay nihayet bitti.

Sorunun iki büyük muhatabı Hatay Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Gökhan Yıldırım, Antakya Film Festivali Yürütme Kurulu Başkanı ve Direktörü Mehmet Oflazoğlu ve bir şekilde -az ve sonuna kadar- festival atmosferi yaşamış yönetmen, sunucu, oyuncu, yapımcı, müzisyen, danışman ve jüri üyelerinin görüşlerini aldım.

Hepimizin ortak olduğu bir nokta var, bu yönetim tam bir fiyasko ve festival yapma tecrübesi, nezaketi ve disiplininden uzaklar… Ancak hiçbir şey tek taraflı değildir ve bu olaydan sonra sektöründe kendisine dönüp bir öz eleştiri yapması gerekiyor diye düşünüyorum. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda her türlü etik dışı harekete eyvallah deyip kendi canı yandığında yaygara koparılıyorsa -bu festival özelinde söylemiyorum- günün birinde bu durumdan herkes, tüm sektör zararlı çıkar ve işte çıktı da. Bu körler sağırlar birbirini ağırlar mantığından hızla uzaklaşmamız gerekiyor. Daha etik, nitelikli ve yetkin festivallerimizin yapılabilmesi dileğiyle…

Gökhan Yıldırım (Hatay Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı): “Sanat Adı Altında Şahsi Çıkar ve Menfaatlere Dönüşmemeli”

*** Ulu Önder Atatürk’ün bir sözü vardır; “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir” der. Biz kurum olarak sanatın öneminin farkındayız ancak bu organizasyonu biz yapmadık. Bu tür olumuz eleştirileri kabul etmiyoruz. Biz sanatçılarımızın mağdur olduğundan daha ilk gece haberdar olduk. Burada asıl olarak şu soru sorulmalı, bu sanatçılarımızı, sinemacılarımızı siz değerli yazarlarımızı buraya davet edenler onları neden bu duruma soktular? Sizleri davet edip de yolda bırakan Büyükşehir Belediyesi Kurumu değildir. Biz işin içinde olsaydık zaten bunlar hiç yaşanmazdı. Sonuna kadar da arkasında dururduk. Kaldı ki son anda yine yardım ettik, memleketimizdir dedik, sorun çözdük. Hatay Büyükşehir Belediyesi bizim yapabileceğimiz fiziki şartların yerine getirilmesi, salonun kullanılması hususundan ibarettir.

*** Elbette gelinen tablo hoş değil, nahoş bir durum. Hatay’ın misafirperverliği dillere destandır. 13 tane medeniyetin yaşadığı bir coğrafyadan söz ediyoruz. Medeniyet gelecek nesillere dil, örf, adet ve sanat ile olur. Bu durumun farkındayız. Sanatı icra eden kişilere kıymet verilmelidir ancak sanat adı altında şahsi çıkar ve menfaatlere dönüşmemelidir.

*** Son anda geri çekilme diye bir şey söz konusu değildir. Sorun bizim haberdar olmayışımızdır. Özellikle altını çizmek istediğim konu ise bize “emrivaki” yapılmasıdır. Hiçbir plan, program yapmadan, kurumumuzun yalnızca fatura döneminde hatırlanması bizi üzer. Bir faaliyet icra edilirken, bir kurumdan destek almak istiyorsanız oturup bunun altı yapısını oluşturmak zorundasınız. Biz içeriğe dair hiçbir şey bilmiyoruz, gelecek sanatçılar kim, nasıl bir program var, bilmiyoruz. Bu kurumsal olarak çalışma disiplinimize aykırı bir durum. Burası bir devlet kurumudur ve bu kurum bir hiyerarşi içinde yürür. Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı olarak önümüzde sadece fatura görmemiz neye sponsor olduğumuzu dahi bilmediğimiz anlamına gelir. Bu işin mutfağında olmalıydık. Madem böyle bir faaliyetin içine girmişsiniz, sanatçılarımızı memleketimize davet etmişsiniz herhalde bir plan program yapmış olmanız gereklidir, değil mi? Hayır yapmadık, demek olmaz. Eğer bizim desteğimizi istiyorlarsa bize işin her safhasında bilgi vermek zorundalar. Burası bir şirket değil bir devlet kurumudur.

*** Şimdi siz bir sinema yazarı ve bir gazetecisiniz… Bu kurumla, benimle görüşmeden yazacağınız bir yazı sizi vicdanen rahatlatır mı? Her şeyden önce kendinize hesap veremezsiniz. Bu faaliyetlere önce olan, sanatı seven kişi ve kişilerin ya da kurumların da bu kurumla istişare etmesi gerekmektedir. Sanat ticaretle ilgili bir şey değildir. Elbette sanatı icra etmek için maddi argümanlara ihtiyaç vardır. Buna sonuna kadar katılıyoruz. Devletin birimleri, Kültür Bakanlığı, il ve yerel yönetimler destek vermek zorundalar, bunun için ayrılmış bütçeleri de var ve zaten veriyoruz. Ama biz kime ve neye destek olduğumuzu bilmeliyiz. Biz sosyal belediyecilik anlayışımız gereği sanatsal ekinlikleri desteklemekteyiz. Kaldı ki geçmiş yıllarda destekledik. Ancak bu yıl verilmemiş hiçbir sözümüz yoktur. Büyükşehir Belediye Başkanımız söz sahibidir, kendisi canını verir ama sözünden dönmez. Aradaki insanların size ne söylediğini bilmiyorum. Bu dönem bu festival için yapabileceğimiz şey salon tahsisi dışında başka hiç kimseye kurumsal veya tüzel bir vaadimiz olmamıştır.

Mehmet Oflazoğlu (Festival Yürütme Kurulu Başkanı ve Direktörü): “Verilen Sözler Tutulmadı”

*** Tamamen kaynak yetersizliğinden dolayı bunlar oldu… Verilen sözlerin tutulmaması bir sürü sorunu beraberinde getirdi. İnsanlar sözlerini yerine getirseydi daha rahat sorunları çözebilecek, insanların yemeğini, suyunu verebilecek, tanıtım yapacak, salonlara seyirci çekebilecektik. Destek olmayınca gereken konukseverliği, ev sahipliğini yapamadık. Böyle olunca da sorunlar yaşandı. Artık bitti, yine de güzel geçti. Ödül töreni de çok iyiydi. 5.si için şimdiden çalışmalara başlayalım diyen firmalar, kuruluşlar var. Her inişin bir çıkışı vardır denir ya, bize dibi gösterdiler aynı gün çıkış ışığını da gördüm.

*** Büyükşehir kendi cephesinden bakıyor, bende kendi cephemden bakıyorum. Festivaller şehirler içindir. Ben kendime ya da babama festival yapmıyorum. Dolayısıyla yerel yöneticiler ve firmalar destek olmak zorundalar. Az veya çok… Biz zaten para istemiyoruz, “Gelen konukların masraflarını karşılayın.” dedik.

*** Rant için festival düzenliyorlar haberini gördüm, şaşırdım. Mehmet Eryılmaz ve Selim Evci buraya gelmedi. Geçen sene ikisi de buradaydı. Hatta Evci, En İyi Film Ödülü’nü almıştı. Mehmet abinin tek derdi kendi kısa filminin festivalin 4. gününe koyulmuş olmasıdır. Koskoca Mehmet Eryılmaz, hem festivalin jüri başkanı olacak hem de filmi 4. gün gösterilecek! Böyle olunca kızdı. Hazmedemedi. Bir diğeri ise biz biletini yine imkânsızlıklardan dolayı zamanında alamadığımız için öfkelendi. Yolculuğuna iki gün kala alabildik sanırım bileti. İki gerekçesi vardı, bir tanesi biletinin geç alınması öteki ise filminin geç gösterilmesidir. Başka hiçbir gerekçesi olamaz.

*** Kültür Bakanlığı’ndan 40 bin TL aldık. Daha doğrusu yarısını aldık, diğer yarısını da gönderecekler. Bu kadar masraf yaptık. Normalde 180 konuğumuz olacaktı. Destek çekilince bir ara festivali iptal etmeyi düşündük ama asla iptal olsun demedim. İyi ki iptal etmedik çünkü şu an çok iyi konumdayız. Girdik, çıktık alnımızın akıyla. Yarından tezi yok bir sonraki sene için çalışmalara başlayacağız.

Agâh Özgüç (Yazar, Eleştirmen, Gazeteci): “Onur Ödüllerinin Üzerine İsim Yazmamışlar”

Her şey bir yana en matrak olan olay, Onur Ödülleri’nin üzerinde isimlerin yazmaması… Ben bu ödülü vitrine koyacak olsam, nereden aldığımı açıklayamam. Tahtakale’den de almış olabilirim. Bize söyleselerdi, kendimiz bile hallederdik. Kaldı ki, 1.si olsa hatalar affedilir, 4.sü yapılan bir festivalden söz ediyoruz. Böyle tarihsel özelliği olan bir bölgedeki festivalde bu denli yanlışlıkların olması iyi bir şey değil. Bunlar esasında çok basit, hemen çözüm üretilebilecek şeyler ama organizasyonda bir kopukluk var. Yemek, vesaire mesele değil. En büyük problem zaten bu işi organize edenlerde… Diğer festivallerde hatalar olmuyor mu? Elbette oluyor. Antalya bu sene tarihinin en kötü organizasyonlarından birini yaptı… Türkiye’de bir tane profesyonel festival var, o da İstanbul Film Festivali çünkü yıl boyunca maaşlı çalışıyorlar. Belediye olunca, isimler değişince festivaller de değişiyor. Bu çok tehlikeli bir olay… Burada her şeye rağmen canla başla çalışan çocuklar var, onlara bir sözüm yok. Bizim bir menfaatimiz yok, gençler için güzel bir ortam olabilirdi. Yazık oluyor.

Alican Sekmeç (Sinema Yazarı, TV Yayın Danışmanı): “Uzaktan Duyduklarıyla Demeçler Verdiler”

Bu yıl Oflazoğlu ile İstanbul’da yaptığımız görüşmelerde festivali bir kademe daha öteye götürdüğünden söz ediyordu. Tüm bunların sonucunda düzgün bir festival yolculuğuna çıktığımız düşüncesindeydim. Oflazoğlu’nun iki ay öncesine kadar bizlere anlattığı sponsorlar bir şekilde vazgeçtiler. Belediyenin, firmaların festivalden elini eteğini çekmesi elbette manidar… Kendisinin kötü bir izlenim bırakması, otorite boşluğu, liderlik vasıflarını taşımaması gibi şeyler var fakat iki gece üst üste konuklarına yemek daha veremeyen bir festival başkanının hangi rantın peşinde olduğunu kanıtlasınlar. Biz de bilelim de ona göre davranalım. Para olmadığı için eleman yoktu, uçak biletleri dahi zar zor alındı. Cumhuriyet Gazetesi’ne demeç veren sinemacı büyüklerimiz burada bir rant olduğunu söylüyor. Ben buna üzüldüm. Bunu söyleyenler de çok sevdiğim insanlar. Olmayan bir para var ortada, hangi ranttan söz ediyoruz? Bileti gitmemiş, filmi programda yokmuş gibi gerekçeler var ama ne olursa olsun daha sakin olunmalıydı. Burada çalışacak insan yoktu. Ben danışmaya kurulu üyesi olarak buraya geldiğimde odam yoktu. Listede adım dahi yoktu. Şimdi ben bunu afişe mi edeyim? İstanbul’daki insanlar buradaki olayları bilmeden, buradaki sıkıntıları yaşamadan uzaktan duyduklarıyla demeçler verdiler. Bu çok yanlış… 60 kişi tüm o yazılanlara rağmen burada kaldı. Bu insanlar İstanbul’a gidecek ve belki 2, 3 ay Cihangir’in kahvelerinde, Beşiktaş’ın bahçelerinde bu festivali konuşacaklar. Bu insanlar burada yaşadıkları için bunu rahatça söyleyebilecekler. Hiç yaşamadan bunu söylemek bana kolay geliyor. Biz sinemasever insanlarınız, festivalin yürümesinden yana hareket ediyoruz. Festival iptal edilse ya da yapılmasa çok mu büyük kazanç olacak? “Size Festival Yaptırmayacağız” diye bir yazı gördüm bir sitede… Bu nasıl bir küstahlık? Adama “Pardon siz kimsiniz?” derler. Yazan kişi de çok sevdiğim bir arkadaşım ama burada olup bitenleri bilmeden bu tarz açıklamalar yaparsanız, hem bu şehre, hem de buradaki 60 kişiye haksızlık etmiş olursunuz. Bizi bu duruma düşüremezsiniz bu lafları ederek… Bundan sonra bu festival yapılır, yapılmaz onu bilemem. Ama siz buna karar verme hakkına sahip değilsiniz, 1000 km uzaktan böyle konuşma hakkına sahip değilsiniz. Agah Özgüç, Osman Şahin burada genç sinemacılarla beraber kaldı. Daha ne söyleyeyim? Ama siz bu lafları ederek bizi sanki bir ranta ortakmışız gibi gösteriyorsunuz.

Murat Evgin (Besteci, Yorumcu, Müzisyen): “Yanlışlıklar, Belirsizlikler ve Hatalar Herkesi Üzdü”

Ülkemizin en güzel şehirlerinden biri olan Hatay’ın Antakya ilçesinde düzenlenen Antakya Altın Defne Film Festivali’ne jüri üyesi olmam ve açılış gecesi sahnede şarkı söylemem için davet edildim. Organizasyondaki yanlış tutumların, yükümlülüklerin yerine getirilmemesinin, belirsizliklerin ve düzeltilmeyen hataların beni olduğu kadar festivalde gönüllü olarak canla başla çalışan değerli insanlarımızı da üzdüğünü gördüm. Jürideki isimlerin sürekli değişmesi gibi sebeplerden dolayı kendimi gerçekçi bir değerlendirme ve seçim ortamının içinde bulamadığım için jüriden çekilme kararı aldım. Festivalin maddi imkânsızlıklarından ötürü kendi imkânlarımla İstanbul’a döndüm. Festivaldeki sorunlara rağmen Hatay’ı ve Hatay’ın samimi insanlarını tanıdığım için ve sinemamızın değerli isimleriyle bir arada olduğum için mutlu oldum.

Atılay Uluışık (Oyuncu, Festivalin Sunucusu): “Sorunlar Kartopundan Çığa Dönüştü”

Festival organize etmek, sadece katılan filmlere ödül vermek demek değildir. Eğer öyle olsaydı jüri toplanır bir salonda bütün filmleri izler belirlediği filmlere ve kişilere ödüllerini kargoyla gönderirdi ki kimsenin haberi olmadığı bol ödüllü filmlerimiz olurdu. Bence bir ilde bir festival organize etmek, sektör çalışanlarını bir araya toplamak, bölge insanıyla sektörü tanıştırmak, film ekipleriyle izleyiciyi buluşturmak, yarışmaya katılan filmleri ulusal ve uluslararası düzeyde duyurmak ve sektörü büyütmeye katkı sağlamak ve bölgenin gelişimine sektör olarak katkı sağlamayı amaçlamaktır. Bu da yalnız ve yalnızca ekip ruhuyla yapılabilecek bir şeydir. Antakya`da yaşananlar da ne yazık ki festival komitesinin bir ekip olamayışından kaynaklanmaktadır. İsimlerin ya da kişilerin üzerinden konuşmak gereksizdir. Sonuçta Antakya’ya gittiğimiz andan itibaren karşımızda organize olmuş bir ekip göremediğimizden ötürü, problemler küçük bir kartopundan bir hafta içinde çığa dönüşmüştür. Antakya halkının, kendi şehirlerinde böyle bir festival yapıldığından haberlerinin olmadığını görmek hepimizde üzüntü yaratmıştır. Festival komitesi Antakya Büyükşehir Belediyesi’ni bu konuyla ilgili suçlarken, görüştüğümüz şehrin ileri gelen iş adamları ve STK.ları ise böyle bir festivalin organizasyonundan haberdar edilselerdi her türlü desteği sağlayacaklarını tarafımıza iletmişlerdir. Festival komitesi, gerekli emeği harcamadan kısa yoldan büyük resmi ortaya çıkartmaya çalışmıştır. Lakin gelinen noktada, bu festivalle ilgili ne basında haberler yer almış, ne halk haberdar edilmiş ve ne de işadamlarından ve STK.lardan yardım ve destek talep edilmiştir. Festivaller, tümden gelim değil, tüme varım mantığı ve prensibinde çalışması gereken organizasyonlardır. Sonuç olarak bir festivali daha el biriliğiyle, sabırla ve destekleyerek tamamladık. Gelecek yıllarda daha iyi organize edilmiş, aksaklıkları giderilmiş, sektör çalışanlarının ve halkın kenetlendiği daha güzel festivallerimiz olması dileğiyle…

Umut Sakallıoğlu (Kurgu Yönetmeni, Babamın Kanatları & Kalandar Soğuğu): “Affedilmeyecek Hatalar Vardı”

Bu yıl Antakya Film Festivali’nde affedilmeyecek büyük hatalar vardı. Ne yeterli seyirciye ulaşılabilmiş, ne konuklar iyi ağırlanıyor ne de organizasyon iyi… Bu yönetimin devam ettirmemesi gerekiyor bu festivali… Gerek iletişim gerekse koordinasyon anlamında kimse tatmin olmuş değil. Bunları eleştirmekle birlikte her şeye rağmen festivali yaşatmak gerekiyor diye düşünüyorum. Festival demek bu yöneticiler demek değil, Antakya halkı demek, sinema demek. Dolayısıyla ben film çekmeyi ya da yıkıcı eleştiriyi onaylamıyorum. İstanbul’dan burada neler olduğu bilinmediği için herkesin birbirini galeyana getirme ve birbirini olumsuz anlamda tetikleme durumu olduğunu düşünüyorum. Hatalı insanlar olmakla birlikte iyi niyetle bir şeyler yapmaya çalışanlar da var. Antakyalı bir vatandaş bana uçak biletimi almayı dahi teklif etti. Şimdi böyle insanları görünce buraya karşı yıkıcı bir hisse kapılamıyorum. Her şeye rağmen olumlu bakmak lazım ama bu yönetim devam ederse de bir daha asla katılmam.

Gülten Taranç (Yönetmen, Yağmurlarda Yıkansam): “Güzel Bir Şeye Dönüşebilecekken Kaosa Dönüştü”

Bu festival bize bir kere daha gösteriyor ki bu işler çok zor… Bütün arkadaşlarım gibi bende zaten filmimi yapana kadar çok büyük zorluklar çektim şimdi bir de göstermek için bir sıkıntıya düşünce o zaman insanda biz bu işi neden yapıyoruz gibi bir sorgulamaya yol açıyor. Biraz demoralize oldum. Şunu da gösterdi bu olay, 12 tane filmin yönetmeni toplanıp bir arada karar veremiyor. Kalınacaksa hep beraber kalınmalıydı, çekileceksek hep beraber çekilmeliydik. Biz başta birlik beraberlik kuramıyoruz, başkalarından bekliyoruz. Şimdi ben güçsüz bir film mi çektim de filmimi buradan çekmedim? Kesinlikle o yüzden değil. Buradaki emeği gördüm. İnsanların bir arada kalışlarını gördüm. Zorluklar çektik ama çok güzel dostluklar kurduk. Ben burada bir sonraki filmimin başrol oyuncularından birini buldum. Hayatta her şey para değil. Setlerde sorun yaşanmıyor mu? Çok daha çirkin şeylerle karşılaşıyoruz. Bu festivalde de üslup problemleri vardı ama neredeyse tam bağımsız bir festival olup güzel bir şeye dönüşebilecekken kaosa dönüştü. Başka türlü çözümler bulunabilirdi. Yurt dışında birçok festivale gittim ama benim Türkiye’de yarıştığım ilk festivaldi. Yağmurlarda Yıkansam, Antalya’da seyirci ödülü aldı ama ulusal yarışmada değildik. Bu yüzden çok büyük heyecanlarla gelmiştim. O anlamda üzüldüm açıkçası böyle olmasına…

Emre Yetim (Oyuncu, Kısa Film Jürisi): “Herkes Elini Taşın Altına Koymalı”

Süreç boyunca geri dönenler, istifa edenler, birtakım bildiriler yayınlayanlar oldu. Üzülerek görmekteyim ki bazılarında da maksadını aşan ifadeler kullandı. Kişisel husumetleri festivale mal etmeyi çok doğru bulmuyorum. Kişiler hata edebilir ama burada bir şehir, şehirde yaşayan insanlar, sinemayı seven ve sinemayla ilgilenmek isteyen çocuklar var. Burada atölyeler yapıldı okullarda… Gösterimler öyle ya da böyle devam etti. Ben aldığım göreve duyduğum saygıyla sonuna kadar burada bulundum. Şahsen yaşadığım organizasyon problemleri var ama bunların hepsinin ötesinde üstün amacım insanların sinemayla buluşmasıdır. Sonuç olarak medeniyetlerin köprüsü Hatay’a böyle bir festival yakışmıyor. Bunu düzeltilmesi için herkes elini taşın altına koymalı.

Semra Güzel Korver (Belgesel yönetmeni – yapımcısı / Cinedergi Yazarı, Belgesel Jürisi): “Koordinasyon ve Nezaket Yoksunu”

Doğrusu bana jüri üyeliği teklif edildiğinde her zamanki gibi belgesel sinema tutkusu, vefa borcu ve en önemlisi Anadolu’da yapılan bir festivali kesinlikle desteklemek gerektiğine olan inancımla kabul ettim. Dördüncüsü yapılan bir festival belli bir tecrübe kazanmıştır. Üstelik memleketin önde gelen filmleri de festivalde yarışıyordu. Diğer kategorilerde yer alan jüri üyeleri de saygın ve deneyimli isimledi. Jüri olarak bizim Antakya’ya gelişimiz çok amatörce ve nezaketten yoksun bir biçimde düzenlendi. Buna rağmen “neyse belli ki bir kriz var” dedim, yeterince festival deneyimi olan biri olarak görmezden geldim, tolere ettim. Ancak buraya vardığım da gördüm ki; kriz çok büyük. Biz belgesel jürisi olarak yarışan 11 filmi izledik, toplantımızı yaptık, gerekçeli kararımızı bildirdik. Ben kendi adıma filmini izlediğim ekiplere, belgesel sinemaya ve Antakya halkına olan saygımdan dolayı festivalin sonuna kadar kaldım. Yoksa bu kadar iletişimsiz, bu kadar acemi, bu kadar koordinasyondan ve zarafetten yoksun; organizasyondan, sinemadan, etik ve estetikten bir haber bir festivalde yer almak akıllara zarar bir durum. Bütün bunlara rağmen sükûnetimizi koruduk ve ödül töreninde seçtiğimiz belgesellerin ödüllerini de vererek aldığımız sorumluluğu noktaladık. Zaten bunca toz duman arasında festivalde kalmayı tercih edenler bu festivali var ettiler, yoksa dağılıp gidecekti. Beni en çok kızdıran her türlü kriz yaşanabilir, her şey insanlar için ve fakat; bir içten özür, bir içten teşekkür, bir içten rica ve lütfenden bile uzak olmak anlaşılır gibi değil. Neyse, biz önümüze bakalım. Buradan çıkarılacak sonuç bence sektörün tüm bileşenlerinin bu tür yeni başlayan ve devam eden tüm festivalleri ta baştan sıkı bir otokontrol sisteminden geçirmesi ve bu tür oluşumlara izin vermemesi. Meslek Birliklerinin, Bakanlığın, sinema ve kültür – sanatla ilgili tüm kurum ve kuruluşların bu vesile ile harekete geçip etik ve estetik kriterlerin altını çok kalınca çizmesi gerekir. Evet birtakım kurullar var ama belli ki yetersiz, yeterince yetkin ve etkin değil. Her “benim bir fikrim var, ben bir festival yapmak istiyorum” diyene teslim edilemeyecek kadar önemli ve profesyonel bir iş sinema festivali yapmak. Kültürlerin ve inançların iletişim merkezlerinden olan Antakya, kesinlikle daha iyisini hak ediyor. Bu arada festival boyunca bütün bu olanlara üzülen, mahcup olan, sürekli benden özür dileyen, evime sağ salim varıp varmadığımı bile teyit eden, gönüllü olarak festivali var etmeye çalışan Antakyalılara da teşekkür ederim. Eminim ki önümüzdeki yıl festivallerine sahip çıkacaklar.

Soner Alper (Yapımcı, Babamın Kanatları): “Festival Yapmayı Bilmiyorlarsa Yapmasınlar”

En baştan beri bir amatörlük, acemilik hissediyordum. Yine de filmimizi verdik. Çok büyük eksikler vardı, insanlar mağdur oldu. Ben zaten bir gün kalıp döndüm çünkü filmimizin vizyon zamanı ve çok başka bir yoğunluğumuz var. Festival yapmayı bilmiyorlarsa, yapmasınlar. Her şehrin bir festivali olmak zorunda değil.

Halil Özer (Yönetmen, Kısa Film Jürisi): “Başladığım İşi Bitirmek Adına Kaldım”

Ben prensip olarak durum ne olursa olsun festival alanının terk edilmesini doğru bulmuyorum. Bu yüzden aldığım görevi sonuna kadar yerine getirmek adına sonuna kadar kaldım.

Nursen Çetin Köreken (Yapımcı, Mavi Bisiklet): “Filmimizi Festivalden Çektik Çünkü…”

Festival yöneticileri ile yaptığımız karşılıklı görüşmeler sonucunda çekilme kararı aldık. Bu kararımızda Antakya’da film ekibimizden Mavi Bisiklet’i temsilen bulunan müzisyen Cafer Ozan Türkyılmaz’dan aldığımız bilgiler, kamuoyunda sponsorların çekilmesiyle oluşan etki ile festival saygınlığı büyük oranda zedelenmesi, yine kamuoyuna yansıyan film ekiplerinin ağırlanmasında yaşanan sıkıntılar, jüri başkanını istifa etmesi ve kapanışa 2 gün kala jüri başkanının hâlâ belli olmaması gibi önemli sebepler etkili oldu.

Hakan Aytekin (Maltepe Üniversitesi Radyo, Sinema, Televizyon Bölüm Başkanı, Belgesel Jürisi): “Türk Sineması Ne Kadar Organize de Festivali Olsun”

Problemler olduktan sonra problemleri çözmeye mi çalışmak lazım yoksa tartışarak daha da geliştirmek mi lazım? Kimin suçlu olup olmadığına değil, ortadaki kargaşaya dikkat etmek gerekiyor. Bu kargaşanın sürdürülmesinden yana olmak ya da olmamak daha önemli. Türk Sineması ne kadar organize de festival olsun… Burayı kalkıp Antalya ya da Adana ile karşılaştırmak bir zaaf olur. Bütçelerin olmadığı yerlerde daha insaflı olunmalı diye düşünüyorum. Evet aksaklıklar var ama sinema adına bir miktar da olsa bir umut taşıyorsak bu etkinlikleri sürdürmek gerekiyor. O yüzden bütün aksaklıklarına rağmen Antakya Film Festivali devam etmeli.

(03 Kasım 2016)

Gizem Ertürk