Paul Verhoeven’in on yıl aradan sonra çektiği ve geçtiğimiz Cannes Şenliği’nde olay olmuş yeni uzun metrajı ‘O Kadın / Elle’ az sayıda salonda sessiz sedasız gösterimini sürdürüyor. Jean-Jacques Beneix’in 1985 yapımı efsane filmi Betty Blue’ya kaynaklık etmiş eserin yazarı olarak tanıdığımız Philippe Djian’ın (bizde Hakan Tansel’in çevirisinden ‘Vay…’ adıyla Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı) 2012 tarihli ödüllü romanı ‘Oh…’dan uyarlanmış ‘Elle’. Ermeni asıllı Fransız yazarın metni ’70 ve ’80’li yıllarda Avrupa sinemasının kötü çocuğu olarak ün salmış, daha sonra demir attığı Hollywood’da tür kalıplarıyla ustaca oynamış Hollandalı sinemacı için biçilmiş kaftan. Verhoeven’in ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ formda olması ve cüretkâr adımlar atması bizler için de keyifli bir sürpriz oldu doğrusu.
Fransızca özgün adının karşılığı olan üçüncü tekil şahıs kadının yani Michèle Leblanc’ın öyküsünü ön jeneriğin ardından karanlık perdede başlatıyor Verhoeven. Kulağımıza gelen haykırış ve inleme seslerini çözmeye çalışırken perde aydınlandığında Michèle’in maskeli bir adamın tecavüzüne uğradığını anlarız. Saldırgan çekip gittiğinde yattığı yerden doğrulan orta yaşlardaki kadının beklentilerimize uymayan davranışlarıyla şaşkınlığımız sürer. Bahçeye açılan kapıyı kilitledikten sonra yerdeki kırılmış çanak çömleği süpürür, üzerindeki giysileri çöpe attıktan sonra küvete girer ve ardından gününe kaldığı yerden devam eder.
Verhoeven daha ilk sahnelerden alışılageldik tecavüz öykülerinden bir tanesiyle karşı karşıya olmadığımızın altını çizmektedir. Şiddet yüklü erotizm içeren orta çağ fantezilerinde uzmanlaşmış tanınmış video oyunları firmasının patronlarındandır kadın. ‘Oyuncu mitolojik bir devi haklıyorsa kanının ılıklığını parmaklarında hissetmeli’ ya da ‘canavarın masum bakireye tecavüzü çok daha şehvetli bir biçimde tasarlanmalı’ şeklinde direktifleriyle genç çalışanlarını bunaltan işkolik ana karakterimiz yaşantısına hiçbir şey olmamış gibi devam ederken, hepsi de sorunlu yakınlarının dertleriyle uğraşmayı sürdürmektedir.
Uğradığı saldırının ardından evin kilitlerini baştan aşağı değiştirmeyi, kan testi yaptırmayı ya da gece bir ses duyduğunda başucuna kesici bir alet almayı ihmal etmez gerçi ancak karmakarışık duygular içerisindedir. İlerleyen zaman içinde tecavüz anını farklı biçimlerde hayal etmekten kendini alamaz. Saldırganın cüretkâr mesajlarla tacize devam etmesi onu yeni önlemler almaya iter. Biber gazı ve bir balta edinir, silah kullanmayı öğrenmeye girişir vs. Bu arada, yirmili yaşlarındaki aklı bir karış havada oğlu ve hamile kız arkadaşı, ilerlemiş yaşında genç sevgilisiyle evlenme planları yapan annesi, meteliksiz yazar eski kocasının sorunlarıyla ilgilenmeyi ihmal etmez. En yakın arkadaşı ve iş ortağı Anna’nın kocasıyla gizlice buluşmayı sürdürür. Bir akşam yemeğinde aynı sakinliğiyle gündüz vakti evinin salonunda saldırıya maruz kaldığını ve (galiba!) tecavüze uğradığını ilk kez dile getirir. Eski kocası ve yakın dostları Verhoeven’in izleyicileri gibi şaşkınlık içerisindedir. Neden polise başvurmadığını ve karanlık geçmişinin detaylarını bu noktadan itibaren öğrenmeye başlarız.
Michèle’in halen müebbet hapis cezasını çekmekte olan babası bundan kırk yıl kadar önce bir cinnet anında kesici aletlerle komşu evlere dalmış ve çoluk çocuk 27 kişiyi hunharca katletmiştir. O zamanlar 10 yaşında olan küçük kızın dehşetle bakan gözleri insanların hafızasına kazınmış, hatta katliamda parmağı olduğundan bile şüphe edilmiştir. Tüm yaşamını babasının izinden korkarak, polisten, gazetecilerden kaçarak geçirmiş olan yaralı kadının karanlık geçmişin üzerine inşa ettiği yeni hayatına polisleri sokmaya hiç mi hiç niyeti yoktur. Kendi tabiriyle ailesi ve çevresi yeteri kadar manyakla doludur ve bu tuhaflıklarla mücadele onun uzmanlık alanı haline gelmiştir artık.
Yakınlarının ve izleyicinin şaşkın bakışları altında bir kez daha kurban olmayı reddeder O. Tecavüzcüsü ile arasında yaşananlar delilik ya da kendi deyimiyle tam bir hastalık bile olsa duygularının ve fantezilerinin peşinden özgürce gitmeye ve asla yalan söylememeye kararlıdır. ‘Utanç duygusunun insanın yapmak istediklerini engelleyecek kadar güçlü olmadığının’ altını çizer bir repliğinde. ‘Beterin beteri, paçozun paçozudur’ belki ama sahte değil gerçek, Kessel/Bunuel’in ünlü ‘Gündüz Güzeli’nin yakın akrabasıdır O. Yazar Djian O’nu sosyal kodlara boyun eğmeyen özgür bir karakter olarak tarif eder. Sapkın olarak karşılanmasını toplumun kadın özgürlüğüne verdiği tepkiden kaynaklandığını savunur.
O’nun öyküsü Verhoeven’in elinde türlerle ustaca oynamaya elverişli bir malzemeye dönüşür. Djian’ın metnini ilk sahneden itibaren ‘ahlaki statüko’yu alaşağı etmede bir araç olarak kullanır sinemacı. Pek hoş bulmasak da karakterlerini kanlı canlı insanlar olarak savunur. A sınıfı Amerikalı kadın oyuncuların rolü geri çevirmesinden sonra Amerika’da yapmak istediği çekimleri Fransa’ya kaydırdığını açıklar. Lakin Fransızca çektiği ilk filminde sonuç mükemmeldir. Anne Dudley’nin (Hitchcock’un gözde bestecisi) Bernard Herrmann’ı anımsatan tınılarıyla korku dolu bir gerilim atmoferinden aile dramına, ordan güldürüye, hicve çark eden bu hınzır Verhoeven yapıtında yönetmenin de hayranlıkla vurguladığı gibi, filmi baştan sona sırtında taşıyan Isabelle Huppert bir kez daha harikalar yaratmaktadır. Haneke’nin unutulmaz ‘La Pianiste / Piyano Öğretmeni’ne akraba bir karakterde kurban olmaktan mazoşizme uzanan bir dönüşümde duygusal dalgalanmalarını bakışlar ve benzersiz nüanslarla yorumlayan usta oyuncunun muhteşem performansına bir kez daha şapka çıkarırız. 69. Cannes Film Festivali’nin açılış töreninde Amerikan püritanizmi ile dalgasını geçmeyi amaçlayan ve konuklar arasında bulunan Woody Allen’a yönelik şakasıyla küçük çapta bir skandala neden olan La Comédie-Française aktörlerinden Laurent Lafitte, Anne Consigny, Charles Berling gibi Fransız sinemasının kalburüstü oyuncuları (Huppert’in tabiriyle) bu gizemli ‘peri masalı’nın alabildiğine tekinsiz karakterleri olarak ona eşlik eder.
(11 Kasım 2016)
Ferhan Baran