Kurgulanmış Tarihin Çıkmazları Üzerine

Cannes, Saraybosna ve Adana festivallerinde övgü ve ödüllere boğulmuş Mehmet Can Mertoğlu imzalı ‘Albüm’ bu haftadan itibaren sinemalarımızda gösterime çıkıyor. 1988 doğumlu gencecik sinemacımızın dört yıldır üzerinde çalıştığı bu ilk uzun metrajı her anlamıyla yılın en heyecan verici keşiflerinden.

Film, otuzlu yaşlarının sonlarında sekiz yıllık evli Bahtiyaroğlu ailesinin trajikomik serüvenini anlatıyor. Şebnem Bozoklu ve Murat Kılıç’ın canlandırdıkları çiftimiz doğal yoldan çocuk sahibi olamayınca, çok yakın aile çevresi dışında herkesten gizleyerek evlat edinmeye karar veriyor ve kimse anlamasın diye bebeği bulma sürecinde yeni bir geçmiş kurgulama yoluna gidiyor. Anne adayının yastık dolu karnı ile çekilmiş sahte hamilelik fotoğrafları ile başlayan oyun, hastanede kuvözden çıkartılmış minik bebekle doğum fotoğrafı çektirmeye kadar uzanıyor. Kendilerine önerilen ilk bebeği hem kız hem de esmer tenli olduğu için reddeden karı koca, Burdur’daki yetimhanede aradıkları maviş oğlanı buluyor. Ancak istedikleri kadar şehir değiştirsinler, evlat edindikleri devlet kayıtlarına geçtiği için, gizlemeye çalıştıkları gerçek gittikleri yerde peşlerini bırakmayacaktır.

Mertoğlu’nun ‘Albüm’ü daha senaryo aşamasında heyecanla karşılanmış ve yürütücü yapımcılar arasında yer alan Danis Tanovic ve ‘Çocuk Pozu’nun yönetmeni Calin Peter Netzer gibi isimlerin dikkatini çekmiş. Çağımızda çoğu kişinin çılgınlık diye nitelediği 35 mm formatını tercih eden yönetmen, özellikle Corneliu Porumboiu imzalı mükemmel ‘Bükreş’in Doğusu’ ve ‘Police Adjective’den hatırladığımız tanınmış Romen görüntü ustası Marius Panduru ile çalışma fırsatını bulmuş. Malatya hayvan çiftleştirme çiftliğinde açılan diyalogsuz başlangıç sekansında üreme zorunluluğunun suniliğini hayvanlar üzerinden aktarıyor genç sinemacı. Ardından içine daldığımız Bahtiyaroğlu’ların öyküsünde, sosyal statülerini sağlamlaştırmak adına bir bebekleri olmasının, oturma odasına koltuk seçer gibi peşine düştükleri bebeğin kendisinden çok daha önemli olduğu süreci sergiliyor adım adım.

Tarih epistomolojisine meraklı olduğunu, filminin ülkemizin resmi tarih algısını sorguladığını vurguluyor Mertoğlu. Can Bahtiyaroğlu’nun lise tarih öğretmeni olması bu yüzden anlamlı. Karısı Bahar ise vergi dairesinde çalışan bir kamu görevlisi. Çiftimiz ilmek ilmek kurgulanmış bir tarih yaratıyor ancak gerçeklerden kaçamıyor. Böylece kâğıt üzerindeki basit aile hikâyesi genç sinemacının elinde kurgulanmış tarihimizin çıkmazları üzerine benzersiz bir metafora dönüşüyor. Kısalarında söze yer vermemiş olan sinemacı (bir hastane görevlisinin günlük rutinini aktaran Akhisar’da çektiği 2008 yapımı mükemmel “Yokuş “u youtube ‘dan izleyebilirsiniz), ilk uzun metrajında ölçülü ve çarpıcı diyaloglarıyla parlıyor. ‘Diyalogların çoğu benim kişisel tanıklıklarımdan çıkıyor’ diyor bir söyleşisinde. Manisa Akhisar’da büyümüş. Taşrada doktor olan babası dahil, devlet dairelerindeki tiplemeler aşina olduğu bir dünyadan esinlenmiş. ‘Bu serüvende karşımıza çıkan tiplerle Türkiye için bir portre çizmeyi hedeflediğini’ ifade ediyor. Devlet kurumları sahnelerinin tümüne yakını gerçek mekânlarda çekildiğinden, sahneler ve diyaloglar daha bir sahici.

Evlât edinmenin ülkemizde saklanılması gereken bir şey olduğu gerçeğinden çıktığı yolda, ırkçı, seksist ayrımcı replikleri gündelik konuşmaların içine ustaca yerleştiriyor. Hantal devlet bürokrasisi eleştirisi hayranlık duyduğu Romen sinemasından izler taşıyor, ancak katı ahlâkçı bir tutum değil onun seçimi. Tersine trajiğin ardındaki komiğin, gündeliğin içine sızmış saçmanın (absürdün) peşine düşmeyi yeğliyor. Televizyonda yerli dizi ya da futbol maçı izleyen, muhafazakâr komşularıyla okey oynayan, erotik bir iştahla yemek yiyen, bebek odasında fosur fosur sigara tüttüren orta sınıftan yeni Türkiyelileri mesafeli bir bakışla izliyor. Birer anti-kahraman yaratma peşinde de değil. Yargılamıyor onları, ancak yüzeydeki komik söylem kültürel kodlarımıza dair yakıcı bir eleştiri içeriyor.

Vergi dairesinde geçen, öğle tatilinde Bahar haricinde tüm memurların uyukladığı, elektrikli süpürgenin çalışır vaziyette sahipsiz ortada döndüğü sekansta Roy Anderson’a, Antalya’daki plaj çekimlerinde Jacques Tati’ye, bürokrasi eleştirisinde Romanyalı ustalarına selam çakıyor, ancak genelinde kendi taptaze imzasını vuruyor filmine. Büyük kaybımız Seyfi Teoman’ın anısına ithaf ettiği İlk uzun metrajıyla sinemamıza hoş geldin diyoruz Mehmet Can Mertoğlu’na. Kendi adıma çok şeyler bekliyorum ondan. Yolu açık olsun.

(03 Kasım 2016)

Ferhan Baran

[email protected]

Hollywood’un Teorisyeni Robert Mckee Türkiye’ye Geliyor

Senaristlerin el kitabı olarak bilinen Story kitabının yazarı Robert McKee, 10 – 18 Kasım’da düzenlenecek 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelecek. Yapılan açıklamaya göre, senarist McKee, 16, 17, 18 Kasım’da seminer verecek. McKee’nin, festival kapsamında TV Dizisi, Aksiyon / Gerilim ve Komedi başlıkları altında gerçekleşecek GENRE Semineri’ne sınırlı sayıdaki katılım için festivalin internet sitesi üzerinden detaylı bilgi alınabilecek.

Cüneyt Karakterine Girebilmek İçin Günde 4 Paket Sigara İçtim

Yokuş ” adlı kısa filmi ile dikkat çeken Mehmet Can Mertoğlu’nun yönettiği bol ödüllü ve övgülü ilk filmi “Albüm”, 04 Kasım 2016 Cuma günü itibariyle ülkemiz sinemalarında gösterime giriyor ve sinemasever izleyicileriyle buluşuyor. Sinemamızda yokluğu hissedilen kara komedi türünün yüz akı bir ilk film olan “Albüm” filminin başarılı ve tecrübeli oyuncusu Murat Kılıç ile sadibey.com okurları için yazarımız Gizem Ertürk söyleşi yaptı:

“Albüm”, 4 Kasım itibariyle vizyonda, öncelikle filminizin bol ödüllü festival yolculuğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle Saraybosna’da En İyi Film Ödülü almamız büyük bir onur, Cannes’daki En Yenilikçi Film Ödülü’de aynı şekilde… Hikayemizin ne kadar evrensel olduğunu kanıtlıyor.

“Albüm”, Adana’da da En İyi Yönetmen ve Senaryo dahil olmak üzere 3 ödül kazanmıştı. Filmin Antalya’da jüri tarafından görülmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Jürinin kararları kendisini bağlar. Ben kendi adıma ödül beklentisinde değildim ama filmimizin jüri tarafından onore edilmesini beklerdim. Yurt dışında bu kadar ödül almış bir filmin kendi memleketinde görmezden gelinmesine –birkaç filmle daha birlikte- kendi adıma üzüldüğümü söyleyebilirim. Afrika’da bir kabile var, berabere kalınca bırakıyorlar. Orada amaç bir ürün ortaya koymak… Antik Yunan’dan beri bir yarışma kültürü var ne yazı ki ama keşke olmasa…

Adana ve Antalya’da nasıl bir festival haftası geçirdiniz?

Her iki şehre de ilk kez bir film festivali dolayısıyla gittim. Film izlemeyi çok sevdiğim için sabah ilk seanstan gece son seansa kadar film izleyerek geçirdim. Günde 3-4 film izledim, kapıda beni görenler abi bu filme de mi geldin, diye soruyorlardı. (gülüyor)

Yeniden filme dönecek olursak, “Albüm”e nasıl dahil oldunuz?

4 yıl önce Yoel Meranda (Yapımcı) beni aradı ve Mehmet Can’ın benimle tanışmak istediğini söyledi. Beni Bir Zamanlar Anadolu’da filmindeki Polis İzzet rolünde görmüş. Bana senaryoyu gönderdi ve sonraki 3 yıl boyunca sık sık görüştük. Filmi konuşmadık, önce arkadaş olduk. Bu süreçte Mehmet Can bana bazı film ve kitap önerilerinde bulundu. Bazıları çok sıkıcı olsa da okudum, izledim. (gülüyor)

Neden bu filmde olmak istediniz?

Dürüstlük benim için çok önemli. Yoel ve Mehmet Can hayatıma o kadar güzel bir şekilde girdiler ki… Bir iş yapıp sonradan savunmak durumunda kalmaktansa savunduğum işler yapmayı tercih ettim. Bu film de derdi itibariyle benim savunduğum bir dünya görüşünü içinde barındırdığı için içinde olmayı çok istedim.

Konu itibariyle çok bize ait bir hikâye gibi görünen filmin yurt dışında bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

Çocuğu olmayan anne-baba, bürokrasi altında ezilen insanlar… Tüm bunlar dünyanın her yerinde aynı. Hatta Fransa’da gelin bürokrasiyi siz bir de bizde görün, diyenler bile oldu. Bu ülkeye has şeyler var ama dünyanın her yerinde yaşanabilecek bir hikâye.

Cüneyt karakterinin size çok uzak olduğunu biliyoruz. Peki onu kendinize yakınlaştırmak için neler yaptınız?

Bu kadar tek düze, ağır ve durağan bir insanın karakterine girebilmek kolay olmadı. Günde 4 paket sigara içtim. (gülüyor) Bol bol çay içtim, insanlarla çok az diyalog kurdum.

35 mm kamera ile çalışmak hakkında neler söylersiniz?

Bol bol prova yapmak derim… 5 prova yaptıysak bir kayıt alıyorduk. Kamera dendiğinde kesmeden en az 5 dakikalık sahneler çekmekten söz ediyorum. Oldukça zorlayıcıydı.

Peki en çok zorlandığınız sahne hangisiydi?

Cem Zeynel ile maç izlediğimiz sahne… Buna aynı zamanda Mehmet Can’ın mobbingini en çok arttırdığı sahne demek daha doğru olur. (gülüyor) Cem’i çok eskiden tanırım, ev arkadaşlığı yapmışlığımız bile vardır ama Mehmet Can sahneyi bir türlü beğenmiyor. Bende zaten futbol fanatiği değilim, isimleri bilmem, kim iyi oynuyorsa onu tutarım. Sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim yani…

Sonra ne oldu?

O sahneden bir gün önce bir yemek sahnesi çekmiştik. Ondan sonra hastalandım. İki üç serumdan sonra geldim. Mehmet Can istersen çekmeyelim dedi ama enerjim düşük ve durağan olduğum için çekmek istedi. O sırada sanırım ben yanlış meslek yapıyorum, oyuncu olmamalıydım diye bile düşündüm. (gülerek)

Tüm diyaloglar senaryoda yazdığı gibi mi çekildi, doğaçlamalarınız var mı?

Her şey senaryoda yazıldığı gibiydi ama yemek sahnesi normalde diyaloglu bir sahneydi. Aile bir haber alır ve yemek yerken bu haberi konuşur ancak Mehmet Can sahnenin diyalogla çalışmadığını görünce çok zekice bir yöntemle sahneyi başka bir şeye dönüştürdü. Mehmet Can’in ne istediğini bilen bir yönetmen olması işimizi çok kolaylaştırdı.

Türk seyircisi ödüllü filmlerden korkuyor mu sizce?

Korkuyor muyuz bilmiyorum ama ödüllü filmleri izlemediğimiz kesin. Nuri Bilge Ceylan Bir Zamanlar Anadolu’da ile Cannes’dan ödül aldı. Kış Uykusu, Altın Palmiye aldı. Rakamlara baktığımızda 250 bin gibi bir ortalama görüyoruz. Oysa bir komedi filmi 1, 2 hatta 6 milyon izlenebiliyor. Ödüllü filmlere sıkıcı sanat filmi gözüyle bakıyor olmak seyirciyi uzaklaştırıyor sanırım.

Tam da bu noktada, Yüksel Aksu’nun Antalya’da söylediği “seyirci dostu film yapmak” ile ilgili söylemi hakkında ne düşündüğünüzü sormak isterim.

Biz bizi izlemiyoruz ama öyle de bir gerçek var. Biz kendi içimizde birbirimizin filmlerini izlemiyoruz, ötekileştiriyoruz. Sonra da bir fırıncıya, bakkala ya da bankacıya neden beni izlemiyorsun deme hakkım yok.

Ama dönüp dolaşıp “tekelleşme” meselesine geliyoruz değil mi?

Evet, geçen senenin en iyi filmleri Abluka ve Sarmaşık bile 20 bin küsuru geçemedi. Oysa bu şirketler bir salonlarını bağımsız filmlere açsalar bir film izleme kültürü ve seyircisi de oluşacak. Eğer mesele paraysa bu da uzun vadede gelir demek. Sanki ikisi bir arada olmazmış, popüler olan mubahmış gibi bir durum var.

Geleceğe kalmak deyince, Muhsin Bey geliyor aklıma…

Ah, Uğur Yücel diyorum başka bir şey demiyorum. Gözlerinin içine bakarak oynamak istediğim tek adam…

Gelelim esas soruya, seyirci “Albüm”ü niye izlemeli?

“Biz” olduğumuz için… Her gün gördüğümüz insanlar oldukları için… Ön yargılarımızı bir kenara bırakıp izlemeliyiz ancak bu şekilde bir yere varabiliriz. Kibirle yukarıdan bakarsak hiçbir şeyi çözemeyiz.

(03 Kasım 2016)

Gizem Ertürk

Hindistan’da Türk Ezgileriyle Türkiye Resepsiyonu!

Hindistan’da düzenlenen Mumbai Film Festivali’nde Türkiye rüzgârı esmeye devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteği ile Tesiyap tarafından organize edilen etkinlik kapsamında Hindistan’a giden Türk delegasyonu, önce Bollywood’un önemli isimleri ile ortak yapımlar ve işbirlikteliklerinin ayrıntılarını görüşmek üzere bir araya geldi. Forum sonrasında katılımcılar klarnet virtüözü Serkan Çağrı’nın ezgileri eşliğinde gerçekleştirilen resepsiyona katıldı. Hint sinema ve dizi sektörünün önemli isimlerinin katıldığı resepsiyonda, tüm davetliler Çağrı’nın ezgilerine gece boyunca alkışlarla eşlik etti.

Ekşi Elmalar’ı İzleyenler Hem Kahkahaya Hem Gözyaşlarına Boğuldu

Ekşi Elmalar filminin galası önceki gün UNIQ İstanbul’da gerçekleşti. BKM Film yapımcılığında 28 Ekim’de vizyona girecek olan Ekşi Elmalar’ın galasına adeta ünlü yağdı. Galaya katılanlar arasında Belçim Bilgin, Cem Yılmaz, Ozan Güven, Cengiz Bozkurt, Timur Acar, Necip Memili, Mete Horozoğlu, Erdal Tosun, Ferzan Özpetek, Onur Ünlü, Serkan Keskin, Büşra Pekin, Ahmet Mümtaz Taylan,Gupse Özay, Gökçe Bahadır, Mert Fırat, Rıza Kocaoğlu, gibi isimler vardı.

Ekşi Elmalar’ı İzleyenler Hem Kahkahaya Hem Gözyaşlarına Boğuldu yazısına devam et