Vahşi Batı Yeniden

Foqua’nın son filmi, yapıma kaynaklık eden John Sturges imzalı ilk “Muhteşem Yedili”yle kıyaslanması bakımından önemli görünüyor. Son film, aynı zamanda “ölü bir tür” olarak nitelendirilebilecek western’in yeniden itibar kazanması yolunda bir adım olarak da nitelendirilebilir.

Orijinal film, bilindiği gibi Akira Kurosawa’nın “Shichinin no samurai” (“Yedi Samuray”, 1954) modeline sarılmakta ve Japon sosyal hiyerarşisinde apayrı bir yeri olan samurayların adalet anlayışını mercek altına alan bu klasiğin Vahşi Batı’ya uyarlanması anlamına gelmekteydi. Filmin bir başka önemli yanı, western’in sonbaharı olarak da adlandırılabilecek bir dönemde gündeme gelmesiydi.

60’lı yılların başlangıcında, popüler sinemada bir zamanların en sevilen türü gerçek anlamda can çekişmekteydi. Dünyada yaşanan toplumsal değişimler, western’in atmosferine sığmayacak/hapsolmayacak gibi görünüyordu. Başta John Ford olmak üzere türün ustaları, yeni dönemin koşullarına uygun bir yaklaşımı benimsediler ve işe, türdeki “kahramanlık” imgelemini değiştirmekle başladılar. Ford, “Kahramanın Sonu”nda, özenerek yaratığı şanlı maziyi elinin tersiyle iterek silahşörün kanunla sınavına, değişen Batı formunda yaklaştı; Peckinpah’ın anti kahramanları, ahlaki değerden yoksun görünüyorlardı. Penn, mitolojiyle hesaplaşmayı ilke edinirken, furyaya katılan Altman’ın “esas oğlanı” Warren Beaty, kasabadaki terk edilmiş kiliseyi geneleve dönüştürmekle meşguldü. Dönemin karşı kültür hareketlerini merkezine alan ilerici sinemacılar için western üretmek, gelenekle çatışmanın diğer adıydı adeta.

Bu koşulların kapısını aralayan filmlerden sayılabilecek ilk “Muhteşem Yedili”nin ana karakterleri, Mexico fonunda otoriteyle kapışan birer maceraperestti. Chris Larabee (Yul Brynner) serinkanlı, kararlı bir stratejistti; köyü koruma teklifini kabul etmesinin nedeni de, köyün “dileyin bizden ne dilersiniz” önerisiyle ona başvurmuş olmasıydı. Vin Tanner (Steve McQueen) öldürmeye fazlasıyla meyilli biriydi. Chico (savaş sonrası Almanya’dan masum, melek yüzlü sarışın temsilci Horst Buchholz) silahşörlere hayran toy bir delikanlı, Harry Luck (Brad Dexter) tek motifi para olan ve köyde gizli bir definenin gömülü olduğunu düşünen genç adam, Bernardo O’Reilly (Charles Bronson) Meksikalıları en iyi anlayan kişi olarak yarım kan Kızılderili, Lee (Robert Vaughn) intikamcı, şık bir silahşör, Britt ise (James Coburn) aşırı meydana okumalara hiç gelemeyen bir maceracı. Birer “devrimci” olarak yedi kahraman, liderleri Calvera (Eli Wallach) olan haydutlara karşı korumaya karar vererek büyük bir hesaplaşmaya gideceklerdi.

Sturges’in filmi, serinkanlı, profesyonel, insani ilişkilerin neredeyse dışında hareket eden bir silahşörün prototipini doğurmaktaydı. Sosyal çevresiyle, ortamla herhangi bir bağı kalmamış görünen, dahası desteklediği, yanlarında ya da karşılarında yer aldığı, uğruna hayatlarını tehlikeye attıkları insanları ne tanıyan, ne de tanımak gibi bir derdi olan kimselerdi bunlar. Hayatlarını riske atmalarının arkasında öyle ideal bir motif aramak anlamsızdı. Bu yaklaşım, girişte sözünü ettiğimiz anti kahraman modelini desteklemek adına da önemliydi.

*****

Klasik sinemanın şimdikine oranla daha durağan ilerleyen olay örgüsü, son film ile kıyasladığımızda Sturges’in “Muhteşem Yedili”sinin lehine işlemiş gibi görünmekte; çünkü yeni film, hemen hiçbir silahşoru yeterince tanıma fırsatı sunmadan aksiyona başlamak niyetinde. Tiplemelerin içinde “maceracı” sayılabilecekler olsa da, ekibin niçin bir araya geldiğini anlamamız adına yeterli motivasyon da yok. Elbette burada bir parantez açmak gerekebilir: Bir örneğini “Diriliş”te de gördüğümüz “kötü adam”ın resmedilişi incelendiğinde, yeni-eski farkını görmemiz kolaylaşıyor. Kiliseyi basarak kasabalıya kan kusturan adam, “Tanrı’nın evinde” dinsel saygısızlığın doruğuna çıkıyor; hatta mekânı yakmakta sakınca görmüyor. Bu kolaycılık seyirciyi ne denli ikna eder, bilinmez; ama “sığ” bir dile sahip olduğu öngörülebilir. Benzer bir durum, Denzel Washington’un eylemcileri toplarken, intikam güdüsüyle hareket ettiğini anladığımız anlar için de geçerli. Bir başka deyişle, 60’ların umursamazlık maskesi altında, anlamlı bir uğraş için bir araya gelen, bir nevi örgütlülük bildirgesi taşıyan anti kahramanları gitmiş ve yerine, neden orada olduğuna dair derin anlamlar bulamadığımız tiplemeler gelmiş. Manzaranın “farklı olanların kaynaşması” gibi bir görüntü içermesinin ise, tarihsel arka plandan bütünüyle yoksun, inandırıcı olmayan ve şablon üzerinden ilerleyen yapısına girmiyorum bile!

Son dönemde, beyazperdede nostalji rüzgarları estiren ve çoğunlukla büyük bütçeli kimi westernlerle karşılaşıyoruz. Bunların arasında “3:10 to Yuma” gibi yeniden çevrimler ya da Brad Pitt’li “Jesse James”vari psikolojik yönü ağır basan filmler de var; ancak Kevin Costner’ın “Uzak Ülke”sini ayrı tutarsak, türün yeniden dikkat çekmesini sağlamaktan uzak görünüyorlar (Galiba Eastwood, “Unforgiven”la türün tabutuna son çiviyi esaslı çakmış!). Bu durum Foqua için de geçerli. Washington’la önceki filmlerde iyi bir ikili oluştumuş gibi görünseler de, türün yalnızca görkemli patlamalar, esaslı çatışma sahneleri ve sonu kanlı çatışmalardan ibaret olmadığını anlamamız dışında, çok da önemli bir işlev üstlen(e)miyor yeni “Muhteşem Yedili” ve bilmediği sularda boğulmaktan kurtulamıyor.

Tarihin bu diliminde westernlere ihtiyaç olup olmadığı sorusu ise daha bir süre havada asılı kalacağa benziyor.

(28 Eylül 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
m_zamanlar@hotmail.com

Tuncer Çetinkaya Yazıyor: Timsah Gözyaşlarından Sonra

Mahallenin “çıtır” ağabeyi ve sonradan yönetmeni, şöhretin doruğunda gezer ve çalım atma kralı olarak “başka” mahalleye transferinin tadını çıkarırken şöyle buyuruyordu: “12 Eylül’den sonra aydın bunalımını konu alan filmler çeken yönetmenlerin halka büyük bir özür borcu var!” İlginçtir; sonradan, benzer bir yönelimin 21. yüzyıldaki “önemli” temsilcisi, bol ödüllü bir yönetmenimizin oyuncusu olmaktan övünç duyacaktı. Bu günlerde, … Devamı… »

İkimizin Yerine Fragmanı Bir Milyon İzlemeyi Geçti

Umur Turagay’ın yönettiği ve kadrosunda Serenay Sarıkaya, Nejat İşler, Zerrin Tekindor, İştar Gökseven, Özgür Emre Yıldırım, Merve Çağıran ve Aslı Bekiroğlu gibi birbirinde başarılı isimlerin yer aldığı ve merakla beklenen İkimizin Yerine’nin youtube kanalında yayınlanan fragmanı bir hafta içerisinde bir milyon izleyiciyi aşarak bu sezon vizyona girecek filmler arasında fragmanı en çok izlenen filmlerden biri oldu. Filmde, Serenay Sarıkaya, kasabada yaşayan ve hayatının sırrını çözmeye çalışan Çiçek karakteri ile seyircisiyle buluşmaya hazırlanırken, Nejat İşler ise Çiçek’in hayatını değiştirecek büyük aşkı, edebiyat öğretmeni Doğan’ı karakterine hayat veriyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Antalya Film Forum 2016’da Yarışacak Projeler Belli Oldu: İşte O Projeler

Yeni filmler üretilmesi, projelerinin uluslararası sinema endüstrisi içerisinde yer edinmesine katkı sağlamak amacıyla Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında iki yıl önce başlatılan ortak yapım ve proje geliştirme marketi Antalya Film Forum’da yarışacak projeler belli oldu. Geçen seneye oranla artış gösteren başvurular arasında, uluslararası danışmanlar tarafından yapılan değerlendirme sonrasında, 12 Uzun Metraj Kurmaca, 9 Uzun Metraj Belgesel ve 5 Work in Progress olmak üzere toplam 26 film projesi seçildi.

Antalya Film Forum 2016’da Yarışacak Projeler Belli Oldu: İşte O Projeler yazısına devam et

23. Uluslararası Adana Film Festivali: Başarılı Bir Organizasyonun Ardından

Bereketli topraklar üzerinde 19 – 25 Eylül 2016 tarihleri arasında düzenlenen film festivalini yakından izleyen bir yazar olarak genel değerlendirme notlarımı paylaşmak istedim.

1 – Festival Programı
Festival Programı içerdiği çeşitlilik ve filmlerin genel düzeyi itibarıyla birinci sınıftı. Bu konuda, Sinema Programları Direktörü Kadir Beycioğlu’nun şahsında emeği geçen herkesi içten kutlarım.

Yarışma filmlerinin yarıya yakını En İyi Film ödülünü alabilecek düzeyde güçlüydü. Bu da bir festival için önemli başarı göstergesidir. Ön seçim ekibini kutluyorum. ‘Albüm’ / Mehmet Can Mertoğlu, ‘Koca Dünya’ / Reha Erdem, ‘Ağustos Böcekleri ve Karıncalar’ / Erhan Tuncer, ‘Babamın Kanatları’ / Kıvanç Sezer, ‘Rüya’ / Derviş Zaim, ‘Tarla’ / Cemil Ağacıkoğlu sinemamızın günümüzde ulaştığı başarı düzeyini gözler önüne seren kalburüstü bir toplam oluşturmaktaydı. Yarışma dışı gösterimler çok önemli filmlerden oluşmaktaydı. Türkiye prömiyerini yapan ve son Cannes şenliğinin ödül ve övgüler kazanmış tam 12 yapımı dışında ilk kez Venedik, Sundance, Rotterdam gibi festivallerde gösterilmiş seçkin filmler izledik. Büyük ustamız Ömer Lütfi Akad’ın ünlü ‘Gelin / Düğün / Diyet’ üçlemesinin yanı sıra yakınlarda kaybettiğimiz Abbas Kiarostami adına düzenlenen toplu gösteri bu önemli sinemacıların filmlerini yeniden beyazperdede izleme şansı yaratması açısından değerliydi.

2 – Festival Gösterim Mekânları
Yarışma filmlerinin tek bir salona toplanması yerinde bir seçimdi. Cinemaximum Sinemaları’nın 6. salonu geniş ve ferahtı. Aynı sinemaların 7. ve 8. salonları da gösterim için uygun koşulları içeriyordu. Gösterimlere halkın ilgisi çok büyüktü. Yarışma filmleri Arıplex ve Avşar Optimum salonlarında ikinci kez gösterime sunuldu. Ulusal Yarışma filmleri kadar Dünya Sineması’ndan gösterimler de büyük ilgi gördü. Festivalin ‘Açılış Töreni’ bu yıl Hilton Oteli Balo Salonu’na alınmıştı. 24 Eylül akşamı düzenlenen ‘Kapanış ve Ödül Töreni’ ise Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

3 – Gösterim Sonrası Söyleşiler
Yarışma filmlerinin yoğunluğu nedeniyle gösterimler sonrasında basın toplantıları düzenlenmedi ancak gösterimlerden hemen sonra film ekiplerinin iştirak ettiği soru-cevap uygulaması son derece verimli ve düzeyliydi.

4 – Dokümantasyon
Festival kataloğu titizlikle hazırlanmıştı ve yarınlara kalacak önemli bir belge olarak festivalin yüz aklarından biriydi.

5 – Diğer Yarışmalar
Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması ve Öğrenci Filmleri’nin yarıştığı bölümler geleceğin sinemacılarını teşvik etmek açısından festivalin olumlu çabaları olarak devam etti. Adana Konulu Uzun Metraj Senaryo Yarışması bu yıl ilk kez gerçekleştirildi.

7 – Bitirirken
23. Uluslararası Adana Film Festivali başarılı organizasyonu, birinci sınıf programı ve saygın yarışma jürisiyle sinemamız tarihindeki yerini almıştır. Festivalin gerçekleşmesinde büyük katkıları olan Festival Yürütme Kurulu Başkanı ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü ve Festival Direktörü Candan Yaygın’ın şahıslarında emeği geçen herkesi kutluyor ve festivalin başarılarının devamını diliyorum.

(28 Eylül 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Ferhan Baran Yazıyor: Koyu Gri Bir Dünyada Pembe Umutlar

Son bir yıl içinde ulusal ve uluslararası festivallerde övgüyle karşılanan ve saygın ödüller kazanan iki filmimiz peşpeşe vizyonda. Gösterimi devam eden ‘Kalandar Soğuğu’ yönetmen Mustafa Kara’nın ikinci uzun metrajı. Geçtiğimiz yıl Tokyo Film Festivali’nden en iyi film ve en iyi yönetmen ödülleriyle dönen film, Karadeniz’in ücra bir mezrasında yaşayan bir adamın hayaller ve gerçekler arasında gidip gelen dünyası üzerine kurulu. Beslediği birkaç … Devamı… »

23. Adana Film Festivali’nin Ardından…

Bu Kalp Seni Unutur mu?

Bu yıl Adana, Tarık Akan demekti. Kimsenin beklemediği bu ani ölüm, başta sinemaseverler olmak üzere sanatçı dostlarını da derinden etkilemişti. Kolay mı hem anneannemin hem annemin hem de benim yani üç neslin sevgilisi olmak… İlerleyen yıllarda kariyerinde bir yol ayrımına giderek, toplumsal filmlerde bambaşka bir figür olarak karşımıza çıkan bu büyük aktör birçok yönüyle bu ülke insanını kendisine aşık etti. Onu kalbimizin, Yeşilçam’ın ve Türk Sineması’nın baş köşesine koyduk.

Festival boyunca her filmden önce Tarık Akan’a saygı duruşu niteliğindeki küçük filmi izledik. Hızla hazırlanmasının getirdiği hatalar ve eksikler olsa da, önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü aktörün ölümü ile birlikte pek çok kötü niyetli insanın arkasından çok çirkin ithamlarına şahit olduk. Onlar hiç Hababam Sınıfı izlememiş, hiç kahkaha atmamış, hiç gözyaşı dökmemiş gibi taş kalplilerdi. Dolayısıyla bu küçük film, aldığı alkışlardan da gördüğümüz üzere onun halkın gözündeki yerini bir kez daha sağlamlaştırmış oldu.

Belediye Başkanı’ndan Sanata Özgürlük Çağrısı

Ödül töreninde, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün hiçbir siyasi konuşmaya girmeden tamamen sanatın ve sanatçının yanında duran samimi konuşmasını çok yerindeydi. Her ne pahasına olursa olsun festivallerin devam etmesi, sanata ve sanatçıya baskı ve sansür uygulanmaması gerektiğinin altını çizen Sözlü’nün konuşması hangi siyasi görüşten olursa olsun herkesin takdirini ve alkışını aldı.

Festivalin Yıldızı 3 Film…

Ödüllere gelecek olursak, festivalin “Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması” bölümüne damgasını vuran ve herkesin hem fikir olduğu üç film vardı; “Koca Dünya”, “Babamın Kanatları” ve “Albüm”… Kendime adıma sonuçların çok hakkaniyetli olduğunu düşünüyor ve başta jüri başkanı Tayfun Pirselimoğlu olmak üzere tüm jüri üyelerini objektifliklerinden dolayı tebrik ediyorum.

En İyi Kadın Oyuncu Ödülünde Sürpriz

Beni şaşırtan tek ödül, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nün –film başka hiçbir ödül almamasına rağmen- “Rüya” filmiyle Gizem Erdem’e verilmesi oldu. Ödülün “Albüm” filmindeki nefis performansıyla Şebnem Bozoklu’ya verilmesi gerekirdi ve rakibi de yoktu diye düşünüyorum. Ayrıca Albüm’ün –çoğu kişiyi şaşırtsa da bence çok yerinde ve cesur bir karar- En İyi Senaryo (sinemamızda uzun zamandır görmediğimiz kadar incelikli ve zekice yazılmış bir senaryo) ve En İyi Yönetmen (filmi izleyince ilk filmini çeken bir yönetmen olduğuna inanmakta güçlük çekiyorsunuz) olduğuna inanıyorum. En İyi Sanat Yönetimi de dahil olmak üzere “Albüm”, 3 önemli ödül ile törenden ayrıldı.

Israrla Konuşmaya Zorlanan Yönetmen

Ayrıca törende zorla konuşmaya zorlanan Mehmet Can Mertoğlu’na biraz haksızlık edildiğini düşünüyorum. Sonuçta henüz çok genç bir yönetmen ve yalnızca teşekkür etmekle yetinmek istemiş olabilir. Bunu yapan pek çok tecrübeli yönetmen var. Bu ısrar karşısında verdiği tepki ile seyirci tarafından yanlış anlaşıldığı yönünde fikrim. Bu yıl bizi Cannes’da büyük bir başarıyla temsil eden tek uzun metrajlı filmimiz Albüm, 07 – 16 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Filmekimi programında da yer alıyor. 04 Kasım’da da vizyona girecek. Bu çok incelikli, gözlemi, mizahı ve performansları çok yüksek filme gördüğünüz yerde sarılmanızı tavsiye ediyorum.

Yılmaz Güney Ödülüne Yakışan Film

Ulusal yarışmanın üçüncü ve son gözde filmi, festivalin en çok ödül alan filmi olma başarısını da gösteren -toplamda 7 ödül sahibi oldu- Babamın Kanatları’ydı. Filmin kazandığı tüm ödülleri hak ettiğini düşünüyorum. Henüz vizyon tarihi belli olmayan bu güçlü film de umarım hak ettiği seyirciye ulaşır.

Yüksel Aksu “İzleyici Ödülü”nü Kaptırmadı

Festivalde İzleyici Ödülü’nü kazanan İftarlık Gazoz filminin yönetmeni Yüksel Aksu ve En İyi Film Ödülü’nü kazanan Reha Erdem birbirlerine yaptığı tatlı gönderme çok hoştu bana kalırsa. İki yönetmen de kendi kulvarlarında çok iyi işlere imza atıyorlar ve her ikisi de günün birinde birbirlerinin ödüllerini kazanmayı arzu ediyorlar. Bence nefis bir motivasyon… Yüksel Aksu seyircinin nabzını çok iyi yakalayabilen bir yönetmen. Filmlerinde ne ağır aksak sözde “sanat” filmi etkisi ne de ucuz gişe filmi kalitesizliği var. Kendi sinema dili ve estetiğini oturtmuş önemli bir yönetmen. Adana seyircisinden gelen bu ödülün çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

Kendi adıma büyük bir şanssızlık yaşadığım için festivalden En İyi Film başta olmak üzere toplamda 3 ödül kazanan (Film-Yön En İyi Yönetmen & Umut Veren En İyi Oyuncu) Koca Dünya filmini izleyemedim. Çünkü o sırada geçtiğimiz hafta Londra’da galasını yapan ve şu sıralarda biyografisini okuduğum Beatles belgeselini izlemeyi tercih etmiştim. Film teknik bir aksaklıktan dolayı gösterilemedi, öncesinde herhangi bir bilgi de verilmediği için iki filmi birden izleyememiş oldum. Hafta boyunca yaşadığım tek ve bana en pahalıya mal olan sorun bu oldu. Sağlık olsun, artık The Beatles: Eight Days A Week – The Touring Years adlı belgeseli Filmekimi’nde, Koca Dünya’yı da başka bir festivalde ya da vizyonda görürüm. Her iki filmi de bir an önce izlemek için yanıp tutuşuyorum.

Çok Dar Elbise

Ulusal yarışmadaki filmler bu yıl beklentinin altında kaldı. Festivale damgasını vuran üç filmden başka bir filmden konuşamıyoruz bile. Ancak bunlardan bir tanesi yalnızca kötü değil kötü niyetli olunca bir anda dikkatleri üzerine çekti. Ulusal yarışmanın en büyük hayal kırıklığı, Hiner Saleem imzalı Dar Elbise adlı filmden söz ediyorum. Gösterim sonrası seyircinin de tepkisini alan film her şeyden önce bir sinema filmi olmanın birçok unsurundan uzak. Bir filmin toplumsal bir meseleyi ele alıyor olması o filmi koşulsuz şartsız alkışlamamız gerektiğini göstermez. Kaş yaparken göz çıkarmak deyiminin adeta vücut bulmuş hali olan film, sözüm ona kadınların toplumda yaşadığı baskıyı anlatıyor. Yönetmen Tahran’da yaşanan gerçek bir olaydan esinlenmiş, filmi Ortadoğu’da çekemediği için gelip İstanbul’un göbeğinde çekmiş. Kadın cinayetleri meselesi ülkemizin en büyük sorularından bir tanesi kaldı ki bu dünyadaki en medeni ülkelerinin de sorunu. Bunu kimse inkar etmiyor, edemez. Ancak siz açık açık bir ülkeyi, şehri, insanları adeta hedef göstererek böyle sevimsiz bir dille itham ederseniz tepki geldiğinde de ben sosyolog değilim deyip işin içinden çıkamazsınız. Bu filmin ülkemize ve insanlarımıza büyük bir hakaret olduğunu düşünüyorum. Ancak izlenmesine ya da yarışmasına kesinlikle karşı değilim. Zaten aklı başında her izleyici filmi izleyince ne yapılmaya çalışıldığını çok net bir şekilde görecek. Filmde rol alan oyuncular için de büyük talihsizlik. Filmin yapımcısı da olan Tuba Büyüküstün’ün nasıl böyle bir filmin parçası olduğunu aklım almıyor.

Rüzgar Gibi Geçti

Adana’nın gerçek bir sinema buluşmasına ev sahipliğini yaptığını söyleyebilirim. Film yapımcıları, yönetmenler, oyuncular, gazeteciler, sinema yazarları ve diğer tüm meslek profesyonellerinin buluşup konuştuğu harika bir ortam vardı. Filmden filme, sohbetten sohbete koşarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Bu buluşma, ülke genelinde yaşanan ağır gündeme bir nefes, güçlü bir moral oldu. Festivalde gösterilen
filmlerin ücretsiz olması sebebiyle de gala gösterimlerine inanılmaz yoğun bir katılım olduğunun altını çizmek gerekir. Tabii bunda film ekiplerinin de katılmasının büyük etkisi var. Yabancı filmlerin gösterimlerinde ne yazık ki bu yoğunluk yoktu. Ancak çok iyi bir seçki vardı. Bu filmlerin büyük bir çoğunluğunun Filmekimi programında yer aldığını da tekrar etmekte fayda var. Tarık Akan ve Mahmut Hekimoğlu kayıplarıyla sarsıldığımız haftanın akabinde gerçekleşen 23. Uluslararası Adana Film Festivali hafta boyunca ustalarına saygıda kusur etmezken bu hüzünlü havaya rağmen enerjisi ve renkleri bol bir haftaya imza attı. Emeği geçen herkese teşekkürler.

(28 Eylül 2016)

Gizem Ertürk