Güneydoğu’da sürmekte olan savaşın alegorik bir temsili olan ‘Tepenin Ardı’ ile büyük ilgi toplayan Emin Alper bu hafta gösterime giren Venedik Film Festivali jüri özel ödüllü yeni çalışması ‘Abluka’ ile heyecan yaratmayı sürdürüyor. Yıllar sonra karşılaşan iki kardeşin karanlık hikayesiyle farklı sulara açılan genç sinemacı kamerasını kırsaldan metropol varoşlarına çevirmiş bu kez.
Hapiste geçen yirmi yılın ardından şartlı tahliyeyle salıverilen Kadir devletin gizli polisi tarafından gecekondu semtinde çöp toplayıcısı olarak görevlendirilir. Öncesinde bir eğitime tabi tutulan Kadir çöplerde bomba imalinde kullanılmış her nevi materyali araştırma ve devlete karşı eylem yapan potansiyel suçluları üstlerine rapor etmekle yükümlüdür. Aynı gecekondu mahallesinde ikamet eden küçük kardeş Ahmet ise belediyenin köpek itlafçısı olarak kazanır hayatını.
‘Abluka’ devletin kendilerine buyurduğu işlere giderek yabancılaşmış toplumun kıyısında yaşayan bu iki karakterin giderek gerçek dünyadan kopuşları ve kendi paranoyaları içinde kaybolmaları üzerine yaman bir seyirlik. Ötekileştirme ve paranoya meseleleri üzerinden metaforlarla yüklü bir önceki filmi ile tematik ortaklığı bulunan bu yeni çalışmasında kollektif paranoya yerine
bireysel paranoyanın neden olduğu parçalanma üzerinde yoğunlaşmış Alper. ‘Tepenin Ardı’nda topluluğun kenetlenmesini ve iç düzendeki aksamaların göz ardı edilmesini sağlayan bir
unsur olarak öne çıkmış olan düşman olgusu, potansiyel devlet düşmanlarını ihbar etmek için görevlendirilen Kadir ile düşman avı metaforu olarak okunabilecek köpek itlafından sorumlu Ahmet’in faaliyetlerinde ve film boyunca açık televizyonlardan duyulan propaganda ve dezenformasyonla vurgulanıyor ‘Abluka’da.
‘Tepenin Ardı’nda doğal set olarak kullanılmış Konya Ermenek’teki geniş vadide western ikonografisinden ilham almış olan genç sinemacı metropolün ardındaki tekinsiz dünyayı resmederken bu defa kara film (film noir) ile flört ediyor. Karakterlerin geçmişine dair çok kısıtlı malumat veren senaryosu diyaloglar açısından yetersizlikler içerse de Adam Jantrup’un kurmuş olduğu görsel dünya kusursuza yakın. Özellikle başarılı ses ve müzik tasarımı ile görselliği ölçüsünde işitsel yapısı ile de şaha kalkan bir yapım bu. Ses tasarımcısı Cenker Kökten’in devşirme yoluyla elde ettiği ses efektleri ya da Cevdet Erek’in finaldeki vurmalılarda etkisi doruğa çıkan özgün müzik denemeleri filmin başarı grafiğini yükselten önemli unsurlardan.
Gizli meyhane ya da çöp pazarı gibi (kimi yabancı yazarların ‘Blade Runner’ benzetmesi yaptıkları) sahnelerde distopik görsel atmosferi ustaca inşa eden Alper, filmin ikinci bölümünde kurgu oyunlarıyla ana karakterlerin zihnine dalış yapıyor. Böylece kimin dost kimin düşman olduğunun gittikçe belirsizleştiği bir atmosfer
içinde izleyici de karakterlerle birlikte kaybolmaya başlıyor. Alper’in filmi finale doğru yaklaşırken hem gerçek hem de metaforik anlamda kararmaya başlıyor, yö
netmenin hedeflediği dışavurumcu estetik ve tarz olarak kara film kalıpları iyice belirginleşiyor. Politik bir hikâyeyi bir kez daha politik olmayan figürler üzerinden anlatmayı deneyen Alper, Polanski’nin ‘apartman üçlemesi’ni ziyaret ediyor, otoritenin baskısıyla delirme noktasına gelen karakterlerin dramını Dostoyevski ve Kafka’nın küçük insanlarının paranoyasıyla özdeşleştiriyor.
İkinci bölümünde izleyiciden özel bir dikkat talep eden bu sıradışı çalışma Alper’in oyuncu seçimiyle de parıldıyor. Kadir’de ‘Tepenin Ardı’ndan hatırladığımız Mehmet Özgür ile sinemadaki ilk rolüyle genç oyuncu Berkay Ateş, sevecen tavırlarıyla Kadir’in bastırılmış fantezilerini kamçılayan bir tür ‘femme fatale’ Tülin Özen’in performansları övgüye değer.
Yönetmenin kendi ifadesiyle ‘hiç beklemediğimiz biçimde yaşadığımız ülkenin kurmaca ülkeye benzemeye başlamasıyla’ şaşırtıcı bir güncellik kazanan ‘Abluka’ distopyanın gerçekliğe dönüştüğü, sanatla yaşamın içiçe geçtiği o benzersiz deneyimlerden biri olarak heyecan uyandırıyor.
(04 Kasım 2015)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com