Hollywood’un değerli yönetmenlerinden George Roy Hill’in iki muhteşem filmi “Sonsuz Ölüm” ve “Belalılar” filmlerini hatırlatmak istedik. Sinema sanatına katkı sunmuş bu iki klasikleşmiş başyapıt sinemanın unutulmazlarından.
Hollywood’un değerli ve önemli yönetmenlerinden George Roy Hill, 20 Aralık 1921’de Minneapolis’te doğdu. 27 Aralık 2002’de New York’ta Parkinson hastalığından vefat etti. Aralıkta doğdu ve öldü. Yönetmenlik dalında bir Oscar kazandı Akademi’den. Usta, çok film yönetmedi. Ülkemizde de çok az filmi vizyona çıkmıştı. Vizyona çıkabilmiş 1966 yapımı “Hawaii-Havai”, 1967 yapımı “Thoroughly Modern Millie-Tatlı Kızın Aşkı”, 1972 yapımı “Slaughterhouse-Five-Mezbaha No: 5” gibi filmlerdi.
“Sonsuz Ölüm…”
George Roy Hill’in 1969’da çektiği sinemaskop “Butch Cassidy and the Sundance Kid- Sonsuz Ölüm”, western türünün altın değerindeki çok önemli filmlerinden. Fox’un sunduğu filmin senaryosunu William Goldman yazdı. Bazı anlarda insanın ruhuna dinginlik veren, bazı anlarda coşkulara sürükleyen, bazı anlardaysa tedirgin eden müzikleri besteleyen Burt Bacharach. Bu müzikler bazen karakterlerin ruh hallerini de dışarıya çıkartabiliyor. Fotoğraf sanatının etrafında dolaşarak, çarpıcı ve estetik görsellik yaratan da önemli kameramanlardan Conrad L. Hall. Filmde zincirlemeli geçişler sıkça kullanılmış. Az da olsa zumlu çekimler de var. Filmde gerçeküstü estetik öne çıkmış. Bu film Oscarlar da kazandı. Senaryo, görüntü, müzik ve şarkı dallarında Oscar aldı. Ayrıca Britanya’da şu ana kadar kırılamamış bir rekoru kırdı ve tam dokuz dalda BAFTA Ödülü kazandı. Filmin Oscarlı şarkısı “Raindrops Keep Fallin’ on My Head”, film kadar ünlendi ve bir klasik oldu. Şarkı duyulduğunda kulağa aşina geliyor. Şarkının sözlerini Hal David yazmış. Butch Cassidy ve Sundance Kid, 1908’de öldürülmüştü.
Filmin ön jeneriği özel ve sinemanın sinemaya bir armağanıydı. Görüntünün sol tarafında banka ve tren soyguncusu “Duvardaki Delik Çetesi” (Hole in the Wall Gang) üzerine sessiz film sepya olarak yansırken, sağ taraftaysa ön jenerik yazıları okunuyor. Kulağa projeksiyon makinesinin sesi gelirken, piyano tınıları da duyulmaya başlıyor. “Bir zamanlar batının hali onlardı” yazıyor çetenin yansıyan filminde. Ön jenerik yazılarından ardından “Anlatılacakların büyük bir bölümü gerçektir” diyen ara yazı okunduktan sonra Butch Cassidy ve Sundance Kid’in hikâyesi başlıyor. 20. yüzyılın başlarında… Son kovboylar. Sepya görüntülerle bir kasaba yansıyor. Butch Cassidy (Paul Newman), kasabanın bankasına giriyor, keşif yapıyor. Güvenlik görevlisine eski bankaya ne olduğunu soruyor. Soyulmaktan bıkan eski banka kapanmış. Butch, oradan çıkıp kasbanın “saloon”una gidiyor. Kumarbaz ve solak Sundance Kid (Robert Redford) yine kumar masasında. Kid bıyıklı, Butch bıyıksız. Masadaki biri Kid’in hile yaptığını söylüyor. Şimdi ne olacaktı? Bir düello mu? Adamın tabancasını vuran hızlı Kid, Butch’la yola çıkıyorlar atlarıyla. Görüntü de renkleniyor. Butch’un uzak yerler hakkında bildiği hep bir şeyler var. Kid’e madenleri bol olan Bolivya’dan söz ediyor. Ya Kaliforniya? Orada altına hücum yok muydu? Çetelerin yanına geliyorlar. Butch, çetenin bir şeyler planladığını anlıyor. Butch, “News” (Haber) Carver’dan (Timothy Scott) olayı öğreniyor. Gazetelerde çetenin arandığı haberi de çıkmış. Bu yüzden çete, patronlarını kendilerince çetenin başına Harvey Logan (Ted Cassidy) geçirmişler. Yeni soyulacak yerse, H. G. Harriman’ın sahibi olduğu tren Union Pasific Flyer. Lider Butch banka soymayı düşünse de planı yapılmış tren soygunu da fena olmuyor çete için. Tren soygun sahnesi özel ve eğlenceliydi. Kid, lokomotif tarafına geçiyor ve treni durduruyor. Paranın olduğu vagonu açması için sorumlu Woodcock’a (George Furth) ricada bulunuyorlar sonra. Olmayınca da işi dinamitle hallediyorlar. Kasa için de dinamit gerekiyor tabii ki.
Gece kasabada şirket sorumlusu, tren soyguncusu çeteyi yakalamak için silahlı adamları toplamaya çabalıyor. Kid ve Butch, “saloon”un otel odasından onları görüyorlar. Savaşa katılsalar binbaşı olabileceklerini söylüyor Butch. Onun gerçek adı Robert Leroy Parker. Ortağı Kid’inkiyse Harry Longbaugh. O sırada bisiklet satıcısı (Henry Jones), yeni atlar bisikleti tanıtıyor kalabalık toplanmışken. Kısa bir zaman sonra genç kadın evine geliyor. Soyunurken kendine tabanca doğrultmuş Kid’i fark ediyor. “Korku”yla dediklerini yapıyor. Yönetmen göstermese de sevişiyorlar. Sabah olduğunda da her şey anlaşılıyor. Genç güzel öğretmen Etta (Katharine Ross), Kid’in sevgilisi. Arada ilişkilerine böyle gerilim yüklü heyecanlar katıyorlar işte. Butch, yeni atı bisikletiyle geliyor ve yeni uyanmış Etta’yla sabah gezintisine çıkıyor. Fonda da “Raindrops Keep Falling on My Head” şarkısı duyuluyor. Onlar bisikletle eğlenceli tur atarlarken şarkı da, “Damlalar üzerime yağıyor / Ve Tıpkı ayakları yatağına sığmayan adam gibi / Hiçbir şey uymayacak sanki / Damlalar üzerime yağıyor / Durmaksızın yağıyor / Güneşle biraz muhabbet ettim / Ve dedim ki, işini iyi yapmıyorsun / İş üstünde uyuyorum / Damlalar da üzerime yağıyor / Durmaksızın yağıyor / Ama bildiğim bir şey var / Üzerime saldıkları hüzün / Beni ele geçiremez bugün / Az kaldı / Mutluluğun selâmı yakın / Damlalar üzerime yağıyor / Ama bu demek değil ki / Gözlerim kırmızıya çalıyor / Ağlamak bana göre değil / Çünkü biliyorum ki / Sızlanarak durduramam yağmuru / Ben özgürüm çünkü / Hiçbir şey kesemez önümü” diyor. Bu şarkı sürerken, Butch ve Etta, tarif edilemez mutluluk saçıyorlar. Elmayı bile paylaşıyorlar. Kamera şarkının sonlarına doğru barakaların tahta boşluklarından sola doğru kayarak onları dikizler gibi takip ediyordu. Bu filmin derinliğinde daha bir anlamlaşacaktı. Butch, bisikletle akrobatik gösteri yaparak Etta’yı daha da mutlu ediyor. Geri dönüyorlar. Etta ilk Butch’la tanışsaydı ne olurdu? Butch, bisikletin önünde oturan Etta’ya, “Bazı Arap ülkelerinde bu evlilik gibi bir şey” diyor. Kid uyanmış ve onların mutlu hallerini izliyor hafiften kıskanarak. Butch, “Hatununu yürütüyorum” diyor. Kid, “Al hayrını gör” diyor.
Yine aynı şirketin trenini soyuyor çete. Woodcock yine kasanın olduğu vagonda. Butch yine ricada bulunuyor kapıyı açması için. Dinamitten korkan Woodcock onları içeri alıyor. Bu defa kasa değişik. Açılması için daha çok dinamit gerekiyor. Dinamit patlayınca kasayla beraber vagonda havaya uçuşuyor. Elbette dolarlar da. Çete paraları toplarken başka bir treni fark ediyorlar. Bunun tuzak olduğunu anlıyorlar. Gelen trenin vagonundan atlılar çıkıyor. Çete dağılıyor. Butch ve Kid başka yöne kaçıyorlar atlarıyla. Çölü geçiyorlar. Zincirlemeli geçişle kasabaya geliyorlar. “Saloon”un genelevinden Agnes’le (Cloris Leachman) hep beraber oluyor Butch. Odada bulunan Kid tedirgin. Peşlerindeki atlılar gecenin bir yerinde kasabaya geliyorlar. Atlarını ahırdan alıp kasabadan uzaklaşıyorlar. Zincirlemeli geçiş. Gece ağaçlıklı yeri geçtikten sonra mola veriyor Butch ve Kid. Uzakta ışıkları fark ediyor Butch. Atlılar peşlerinde. Butch ve Kid, gece sürerken, tanıdıkları Şerif Bledsoe’nun (Jeff Corey) yanına gidiyorlar. Butch, asker olurlarsa suçlarının bağışlanacağını düşünüyor. Devlet unutur muydu? Şerif onlara sonlarının geldiğini söylüyor. Çünkü onlar son kovboylar. Sanayi gelişiyor. Tren ve otomobil çoğalıyor, şehirler kalabalıklaşıyor. Zincirlemeli geçiş. Kavuran güneşin altında gökyüzünde bir akbaba uçuyor. Şimdi tek atla yola çıkmış Butch ve Kid. Tedirginlik her taraflarını kuşatmış. En küçük tıkırtı bile onları telaşa düşürüyor. Kid, yanlışlıkla küçük bir yılanı bile
öldürüyor bu korku kuşatmasından. Hava sıcak. Bir su birikintisi gören Butch kendini suya bırakırken, Kid de korkuyla etrafı gözlüyor. Atlılar peşlerinde. Kid, Denver’ı hatırlatıyor. Kendisi, Etta ve Butch restoranda yemek yemişler, Kid sonra kumar oynamış. Kumar masasındaki bir Kızılderili ona Oklahomalı Lord Baltimore’dan söz etmiş. Baltimore, gece ve gündüz iz sürmekte ustaymış. Atlıların içinde Baltimore olabilir miydi? İzlerini
kaybettirmek için derenin içinden geçiyorlar. Peşlerindekiler doğru iz üstündeler ve birkaç adım gerideler. Butch, Joe LeFors’tan söz ediyor Kid’e. Butch, “En iyi kanun adamı kim” diye soruyor Kid’e. “Rüşvet vermesi kolay olan mı, yoksa en zor olan mı” diye cevabı zor soru soruyor Butch. Satın alması en zor kanun adamı Wyomingli LeFors. O da mı peşlerindeydi? Bu film bir anda yol filmine dönüşüyor. Kanyondalar. Uçurum. Butch nehri fark ediyor. Tek çıkış suya atlamak. Ama Kid direniyor. Çünkü o yüzme bilmiyor. Onlara karşı savaşabilmeleri mümkün müydü? Etraflarını çevirirlerse açlıktan ölebilirlerdi. Yaşama içgüdüsü bastırınca suya atlamak zorunda kalıyor Kid. Bu anlarda insanı gülümsetebiliyor yönetmen.
Gece Etta’nın evine geliyorlar. Etta’dan bilgi alıyorlar. Peşlerindekinin LeFors ve Baltimore olduğunu öğreniyorlar. Yönetmen, LeFors ve Baltimore’u hiç göstermiyor. Çünkü kamera, hep Butch ve Kid’in yanından hiç ayrılmıyor. Kid, Etta’ya kendileriyle gelmesini istiyor, ama sızlanmazsa.. Etta, “26 yaşındayım, bekârım ve öğretmenim. Bu çukurun dibine varmak demek. İşte ilk defa heyecan ayağıma geldi. Sizinle geleceğim ve sızlanmayacağım” diyor. Sabahleyin… At arabasına valizlerini yüklüyorlar. Yola çıkmadan önce Butch bisikleti öfkeyle itiyor, “Gelecek sizin rezil bisiklet” diyor. Su birikintisine düşen bisikletin üzerinde görüntü sepyalaşıyor. Sonra yolculuklar ve gittikleri yerlerdeki anlar sepya fotoğraflarla yansıyor. Bohem hayatı yaşıyorlar. Bir an kendinizi François Truffaut’nun 1962 yapımı siyah-beyaz ve sinemaskop “Jules et Jim-Unutulmayan Sevgili” filminin içinde sanıyorsunuz. Otomobiller de artık yaşamın parçaları olmuşlar. Tramvaylar da fark ediliyor. Biliyorsunuz, tren İngiltere’de 1825’te bulunmuştu. Mucidi de okuma-yazma bilmeyen bir tornacıydı. Adına da “lokomotif” demişti. Otomobillerse 1900’lerin başında yaygınlaşmıştı. New York, yeni yüzyılda modernleşiyor ve gelişiyor. Fonda da romantik müzik duyuluyor bu fotoğraflı gezide.
En sonunda Güney Amerika’ya geçiyorlar. Son durak olarak Bolivya’ya geliyorlar. Tren garındalar. Fotoğraf, hareketleniyor ve ardından renkleniyor. Satın aldıkları çiftliğe geldiklerinde bir harabeyle karşılaşıyorlar. Bir de lamalarla. Yedikleri ilk kazık bu oluyor. Kid öfkeli. Butch, bir-iki banka soyunca Kid’in rahatlayacağını söylüyor. Sonra bir bankaya gidiyorlar keşif yapmak için. Bir sorun var. O da dil. Banka soymak için Etta onlara İspanyolca öğretiyor. Amerika ve İngilizce dışında pek bir şey bilmeyen Kid epeyce zorlanıyor bu dil sınavında. Sonunda bankaya giriyorlar. Butch, elindeki notları okuyarak soygunu eğlenceye çeviriyor. Soygundan sonra üç atla kasabadan uzaklaşıyorlar. Bankanın güvenlik görevlisi polislere haber verince Bolivya’da da aranmaya başlıyorlar. Butch, Kid ve Etta kaçarken fonda duyulan müzik de müthişti. Onların coşkusunu dışarı çıkartıyordu sanki. Etta ve Kid, başka bir kasabada bir bankaya giriyorlar. Üstleri düzgün. Müdürle kasaların olduğu yere gidiyorlar ve Etta da ilk soygununu gerçekleştiriyor böylece. Gittikleri her yerde bankaları soyup duruyor üçlü çete. Polisten uzakta durmak için madende çalışmak için başvuruyorlar. Amerikalılar, bu kuş uçmaz kervan geçmez madende ne iş yapabilirlerdi ki? Onları işe alacak şef de öyle düşünüyor. Ama korucu olurlarsa iş hazırdı. Haydutlar işçilerin maaşlarını soyup duruyormuş. Şef, Kid’i deniyor. Hızlı ve solak Kid, hünerini gösteriyor ve işe giriyorlar. Şehre maaş almak için iniyorlar şefle beraber. Dönüşte yolu kesen Bolivyalı haydutlar şefi öldürüyorlar. Ateş altında gümüş para dolu torbayı alan Kid, hemen uzağa atıyor. Adamlar içi para dolu torbayı görünce coşuyorlar. Butch ve Kid, paraları isteseler de bu mümkün müydü? Kid, zor kaldığında birilerini öldürebiliyor. Butch, şimdiye kadar hiç kimseyi öldürmemiş. Hem paralar hem de can olunca yaylım ateşi açıyorlar, sonra da Kid, “Ne yapacağız” diyor. Gece… Etta, Kid ve Butch yine bir aradalar. Çiftlikten söz ediyor Etta. Onlar çiftlikten anlarlar mıydı? Etta eve dönebileceğini söylüyor. Fonda da hüzün yüklü müzik duyuluyor.
Zincirlemeli geçişle ormanda atlarla giden Butch ve Kid’i takip ediyor kamera. Madencilerin maaşlarını soyuyorlar. Sonra da bir kasabaya geliyorlar. Bu kasaba onların trajedisini yazıyor. Lokantada yemek yerlerken, atlarını götüren çocuk onları polise ihbar ediyor. Polis ikisini de çembere alıyor. Sona kadar süren bu çatışma anları sinemanın özel anlarından. Bir baraka eve sığınıyorlar. Ateş ederek dışarı çıkmayı denemek istiyorlar yaylım ateşi altında. Butch, iki at arasına girerek polisleri şaşırtmak istiyor ama başaramıyor. Çok geçmeden ordu da geliyor. İkisi de yaralanıyor. Sığındıkları evin içinde küçük bir hesaplaşma da başlıyor. Kid, Butch’un fikirlerinin peşinden buralara kadar geldiği için pişmanlık duyuyor. Butch, Avustralya’dan söz ediyor. Kumsallardan, güneşten. İngilizce konuşuyorlar, diyor Kid’e. Ölüm anında bile gelecek üstüne düşünmek. Yaşamın gücündendir belki. İkisi birden dışarı
çıkıyorlar. Ellerinde tabancalar. Polis ve ordu kurşunları yağmur
gibi üzerlerine yağıyor. Vurulduklarında görüntü donup, sepya fotoğrafa dönüşüyor, nostalji oluyor. Kamera, fotoğraf üzerinde geriye çekilirken genel planda her taraf görünüyor. Son jenerik yazıları da yansıyor. Bu film ülkemizde Aralık 1971’de vizyona çıkmıştı. Bu filme Türkçe adı veren sinema üstatlarımıza saygı gönderiyoruz. Filmin Türkçe adı filmin ruhuyla tam anlamıyla buluşuyor. Fotoğraf ölümsüzlüktü çünkü. Biliyorsunuz, fotoğraf 1830’ların ilk yarısında bulunmuştu. Sinema kamerasını Edison 1893’te, Lumière kardeşler de film oynatma makinesini, yani projeksiyonu 1895’te icat etmişlerdi. Lumière kardeşler aynı zamanda renkli fotoğrafı da 1903’te bulmuştu. 1907’de piyasaya çıktı renkli fotoğraf. Hill’in “Sonsuz Ölüm” filmi, sinemanın gerçek anlamda mücevherlerinden. Parıltısı hep olacak. Hill’in bu filmiyle François Truffaut’ya saygı sunduğunu da hissediyorsunuz.
“Belalılar…”
George Roy Hill’in 1973 yapımı “The Sting-Belalılar”, yedi dalda Oscar kazandı. Akademi, suç filmlerine karşı çoğunlukla müşkülpesentlik yaptı hep. Film, yönetmen, özgün senaryo, müzik, kurgu (William H. Reynolds), sanat yönetimi (Henry Bumstead-James W. Payne) ve kostüm (Edith Head) dallarında bu ödülü kazandı. Universal’ın sunduğu filmin senaryosunu David S. Ward yazdı. Duyulan o çoğu caz tadı veren müzikleriyse Marvin Hamlisch besteledi. Çarpıcı fotoğraflarıysa Robert Surtees yansıtmış. “Technicolor” renk tonlarına sinema perdesinde dokunmak gerekiyor. Filmin kurgusu da özeldi. Tam anlamıyla sinemaya saygı sunuşuydu. Yönetmen bu filminde sıkça kararma-
açılma tekniği kullanmış zaman geçişlerinde. Çok az zincirlemeli geçiş ve zumlu çekim var filmde. Komedi sosu katılmış bu gangster filmi, çok geçmiş zamanların, 1920’lerin, 1930’ların sinema estetiğinden de bolca yararlanmış. Öncelikle “silme” (wipe) tekniği anlamında. Filmde bölümler arasında ara yazılar da kullanılmış. Filmde gerçeküstü estetik öne çıkıyor. Filmin hikâyesi 1930’larda Şikago’da geçiyor. Dönem, stüdyoda kurulan setlerde yansıtılmış. Biliyorsunuz bu şehir, cazın ve gangsterlerin ülkesiydi. “Cotton Club”lar ilk bu şehirde yaygınlaşmıştı. Gökdelenlerin ilk yükseldiği Şikago, bir nehir liman şehri ayrıca. Bir şey daha vardı. Bu film MGM’de çekilecekti. Bu büyük stüdyo senaryoya onay vermişti. Ama Robert Redford, muhafazakâr şımarıklığıyla MGM’e itiraz etmişti. Yapımcılar da senaryoyu Universal’a götürmüşlerdi. Stüdyo da bu filmi çekmeyi kabul etti ve bir klasik çıktı ortaya.
Ayrıca bu film ülkemizde Şubat 1983 yılında vizyona çıkabilmişti. Çekildiğinden on yıl sonra. Yeşilçam, Hill’in bu filminden kopya ederek kötü bir film çekmişti. Sıkıcı ve melodram yüklü bu avantürde Cüneyt Arkın ve Ahmet Mekin oynamışlardı. Melih Gülgen’in 1974’te yönettiği filme de “Belalılar” adını vermişlerdi. Gerçek film 1983’te vizyona çıktığında, ikinci el Yeşilçam filminin “Belalılar” adını almak zorunda kaldı belki ithalatçı şirket. Hill’in filminin orijinal adı “Kazık” anlamına geliyor, belirtelim.
Film, çarpıcı ön jeneriğiyle hikâyesine giriş yapıyor. Fonda piyano tınıları duyulurken, illüstrasyon çizimli sayfalar çevrilerek yansıyor önce. Sonra da öne çıkan oyuncular, filmin derinliğindeki anlarıyla yansıyor ön jenerikte. Yıl 1936, Şikago… Önsöz (prolog)… Ekonomik buhran hâlâ sürüyor. Film, Joliet’teki tren garının önünde açılıyor. İşsizlik, açlık ve evsizlik hemen fark ediliyor. Kamera, öne kayarak birini takip ediyor. Sinemada ilk kaydırmalı çekim, Giovanni Pastone’nin 1914 yapımı siyah-beyaz ve sessiz tarihsel filmi “Cabiria” filmiydi. Filmin başlarında kamera, hafifçe öne kayıyordu. Görüntüleri çarpıcı olan bu filmin derinliğinde kamera geriye de kayıyordu. Filmde çevrinme (pan) çekim de vardı. Mottola (James J. Sloyan), hâsılatı almak için kumarhaneye giriyor. Parayı alıyor. Dışarı çıktığında, Erie Kid (Jack Kehoe) siyahî Luther’ı (Robert Earl Jones) kovaladığını izliyor. Oradan tesadüen geçen bir genç gibi görünen bıyıksız Johnny Hooker (Robert Redford) Luther’a yardım ediyor. Mottola ne olduğunu anlayamadan olayın içinde buluyor kendini bir gangster olarak. Hooker, Erie ve Luther, kendi çaplarında üçkâğıtçı bir çete. Bu giriş anı önemli. Geniş final bölümü de öyle. Hooker önce kendine çizgili bir takım elbise alıyor. Fonda neşeli müzik duyuluyor. Hooker, elinde bir çiçek demetiyle müzikhole gidiyor. Güzel Crystal’la (Sally Kirkland) buluşuyor. Sahnedeki işi bittikten sonra bir daha hayal kırıklığı yaşıyor Crystal. Çünkü Hooker rulette J. J.’ye (Ray Walston) üç bin dolar
kaybediyor. Hooker için paranın önemi yok. Günlük yaşam ve o anki mutluluk daha önemli. Hooker, Luther’ın evine gidiyor. Orada Erie de var. Luther’ın karısı Alva (Paulene Myers), çocuğuyla kiliseye gidiyor. Hokker onlara paylarını veriyor. Ama Luther istemiyor. Artık kendine dürüst yol çizmek istiyor. Hooker’a dolandırıcılar kralı Henry Gondorff’a (Paul Newman) gitmesini söylüyor. Öte tarafta, soydukları Mottola, Joliet’teki garın orada sarhoş bulunmuş. Mottola, yeraltı dünyasının krallarından Doyle Lonnegan’ın (Robert Shaw) adamı. Her türlü pis işler yapan Doyle, bankacılık gibi yasal işler de yapıyor. New York ve Şikago’da birçok politikacı ve polis de satın almış bu poker ve bahis tutkunu yeraltı babası. Bir de kirlenmiş polis dedektifi Teğmen Snyder (Charles Durning) var. Hooker’ın peşinde. Çünkü Mottola’yı soyanı biliyor. Gece sokakta beraber yürüyen Hooker ve Erie’yi sıkıştıran Snyder paraların hepsini istiyor. Hooker da ayırdığı sahte paraları bu “iyi” polise veriyor. Çok geçmeden oyuna getirildiğini anlayan Snyder, her şeyi bırakıyor, Hooker’ın peşine düşüyor. Hooker bir dükkândan Luther’ı arıyor, bulamıyor. Telaşla eve gidiyor. Luther’ın ölüsüyle karşılaşıyor. Artık onun tek şey Doyle’dan intikam almak. Görüntü kararıyor.
Hazırlık (Set-Up)… Gündüz. Dış mekânın yansıması sanki fırçayla çizilmiş resim gibi. Dönemin arabaları filme ruh katıyor. Fonda da piyano sesleri duyuluyor. Hooker, Henry’nin kaldığı yere gidiyor. Bu mekânda her şey var. Bar, genelev vs. Henry’nin şimdilik takıldığı çekici kadın Billie (Eileen Brennan) burayı işletiyor. Billie’yle tanışan Hooker, bıyıklı Henry’yi sızmış buluyor. Sarhoş Henry’yi soğuk duşun altında ayıltıyor önce. Henry en son işinde baltayı taşa vurmuş. Floridalı bir senatörü dolandırmış. Uyanık bir şantöz, senatörü uyarmış. Peşine adamlar takmış senatör. Saklanıyor Henry. New York’ta Doyle’un koruması Floyd (Charles Dierkop), golf oynayan Doyle’a Hooker olayı hakkında bilgi veriyor. Hooker da Doyle’a kazık atmak için büyük dolandırıcılık işini öğretmesini istiyor. Her şey Luther için. Luther’ı seven Henry ikna oluyor. Henry önce Hooker’ı önce berbere, sonra da terziye götürüyor. Piyano tınıları eşliğinde “silmeler” de sahne geçişlerini yapıyor bu anlarda. Gecikmeden ekip oluşturmaya başlıyor Henry. Müzikler coşkulu çalmaya başlıyor. Twist (Harold Gould), bir beyin gibi. Çoğu şeyi tasarlıyor, bilgiler topluyor, bahis mekânı hazırlıyor. Twist, Mottola’yı taşocağında Doyle’un tetikçileri Riley (John Quade) ve Cole’un (Brad Sullivan) öldürdüğünü de söylüyor toplantıda. Ekibin içinde J. J. de var. Henry, ikinci adam olarak Hooker’ı öneriyor. Elbette kabul ediliyor. Hedef Doyle.
Kanca (The Hook)… İş başlıyor. Bodrum katında at yarışları bahsi için mekân açılıyor Twist’in organizasyonuyla. Bir de eczane açılıyor. Bu eczane bilinen eczanelere benzemiyor. Kafe-eczane yani. Gecenin derinliğinde şimdi Şikago’ya giden trende… Henry, Shaw adını kullanarak Doyle’la poker oynamayı ayarlıyor trende. Önce Billie, Doyle’un cüzdanını yankesicilikle üşürüyor. Sonra da plan uygulanmaya başlıyor. Cin şişesini suyla dolduran Henry, poker oynanan özel kompartımanda Doyle’u hile yaparak yeniyor. Yenilgiyi hazmedemeyen Doyle cüzdanını arıyor ama bulamıyor. Bu kumar sahnesinin birinci sınıf olduğunu belirtmeliyiz. Henry oradan ayrıldıktan sonra planın diğer ayağında Hooker rolünü oynuyor. Billie’nin çaldığı cüzdanı Doyle’a veren Hooker, ona adının Kelly olarak tanıtıyor. Hooker, Henry’nin bahis mekânından bahsediyor. At tiyolarından da. Bahisçi Doyle’a eczanenin adresini veriyor. Tren Şikago’ya geldiğinde Doyle, Hooker’ı kaldığı yere arabayla bırakıyor. Dairesine giderken, Hooker’a ateş ediliyor. Hooker, Riley ve Cole’dan kaçmayı başarıyor gecenin içinde.
Masal (The Tale)… Doyle, Riley’e gidiyor Hooker’ın durumunu öğrenmek için. Doyle, Hooker’ın yüzünü bilmiyor. Gündüz. Hooker eczanede Doyle’u bekliyor heyecanla. Doyle, koruması Floyd ve birkaç adamıyla geliyor mekâna. Telefonda hangi atın geleceğini öğrenebilecekmiş Doyle. Sonra telefon geliyor. Doyle bahis oynanan yere geliyor. Twist’in işe aldığı Erie de orada. Her şey öylesine inandırıcı ki, şeytan bile inanabilirdi. Bu büyük senaryonun arkasında bir büyük usta Henry var elbette. J. J., sanki atlar koşuyormuş gibi yarışı anlatıyor. Billie de orada. Herkes Doyle’un karşısında işini kusursuz yapıyor. Hooker garsonluk yapıyor. Ertesi gün Hooker, Doyle’un malikânesine gidiyor. Doyle’a Union Western’de birini tanıdığını söylüyor. Çok yüksek ikramiyeli koşuymuş bu. Doyle’dan payına düşen payını alan Hooker, oradan ayrıldıktan sonra Hooker, kulübeden telefon ediyor. Ardından Snyder’ın saldırısına uğruyor. Kaçıyor. Tren garına giriyor Hooker. Bu kaçma-kovalamaca sahnesinde eğlenceli piyano tınıları da duyuluyor.
Tel (The Wire)… Hooker kafeye geliyor. Twist ve J. J., işçi tulumlarıyla kamyonette bekliyorlar caddede. Hooker, bir şeyler yiyor. Kafedeki bar bölümündeki siyah saçlı kadına ilgi gösteriyor sanki Hooker. Sonradan adının Loretta (Dimitra Arliss) olduğunu
öğreniliyor bu gizemli kadının. Başkasının yerine geçici olarak çalışıyormuş. Twist ve J. J. de Western Union şirketinin binasına giriyorlar işçi tulumlarıyla. Kafeden ayrılan Hooker, Doyle’un arabasına gidiyor. Hooker, Doyle’u ikna edebilmek için şirkete götürüyor. Her şeyi gözleriyle gören Doyle ikna oluyor. Diğer yanda FBI ajanı Polk (Dana Elcar), kafede oturan Snyder’i alıp konuşlandıkları mekâna götürüyor. FBI, Doyle’un peşindeymiş.
Sokmamak (The Shut-Out)… Hikâyede yeni sayfa açılıyor. Görüntü de sayfa açılır gibi bu yeni bölüme başlıyor. Gündüz. Yağmur yağıyor. Doyle eczanede bekliyor. Tiyo için telefon geliyor. Bahis mekânına gidiyor Doyle. Gece. Hooker kafede. Loretta’yla iletişim kurmaya çalışıyor. Sonra dışarıda birini fark ediyor. Loretta da ona yardımcı oluyor. İzini kaybettiriyor. Ama Snyder’a yakalanıyor. Snyder onu ajan Polk’a götürüyor. Polk, Hooker’dan Doyle’u gammazlamasını istiyor. Büyük bahsin oynanacağı gün Doyle’u tüm delilleriyle ele geçirebilecek. Hooker gönülsüz olsa da işe karışıyor. Luther’ın karısı Alva üstünden tehdit ediyor Hooker’ı Polk. Hooker herkese ihanet mi edecekti? Billie’nin mekânında Hooker’ın canı sıkkın Henry’yle kâğıt oynarken. Ertesi gün her şey bitecek. Son oyun. Geceleyin… Hooker boş sokakta kafeye bakarken altta da hüzün yüklü piyano tınıları duyuluyor. Loretta kafeyi kapatıyor. Yukarı çıkıyor. Hooker da Loretta’nın kaldığı yere gidiyor. Kapısını çalıyor. İkisinin de yalnızlığı üstünden kadını etkileyerek içeri giriyor. Sevişiyorlar. Billie ve Henry de yataktalar. Henry az da olsa üzüntülü.
Kazık (The Sting)… Sonsöz (epilog)… Sabah. Tren geçiyor, Loretta’nın odasında Hooker uyanırken. Henry de büyük gün için hazırlanıyor. Siyah eldivenli bir el de tabancanın namlusuna susturucu takıyor başka mekânda. Hooker kafede kahvaltı yapıyor. Sonra Polk’u arıyor telefonla. Hooker, krem rengindeki trençkotuyla sokakta Loretta’yı görüyor. Mutlu oluyor. Ama arkadan birisi ateş edip Loretta’yı alnından vuruyor. Loretta’yı vuran katil Doyle’un adamıymış. Hooker’ı vurmaları için Doyle’un çetesinden bazıları Loretta’yı tutmuş tetikçi olarak. Loretta, Dutch Schultz’un çetesiyle de çalışmış. İçinde 500 bin dolar olan valiziyle eczanede telefon bekliyor Doyle. Sonra bahis oynanan mekâna gidiyor Doyle. Riverside Park yarışlarında at Luck Dan’e bahis basmak için gişenin önünde kuyruğa giriyor sabırsız Doyle. Gişe memuru bu kadar yüksek bahsi alabilmek için patronu Shaw’a, yani Henry’ye danışıyor. Tüm parayı Luck Dan’e basıyor Doyle. Sonra da sonucu beklemeye başlıyor. Yanına Twist geliyor. Luck Dan’in ikinci geleceğini söylediğinde Doyle telaşa kapılıyor. Gişeden tüm parasını isterken, FBI baskını oluyor. Polk ateş ediyor. Önce Hooker, sonra da Henry vuruluyor. Şimdi ne olacaktı? Filmi görmek gerekecekti. Hem merak duygusu hem de sunduğu armağanlar için. Son jenerik yazıları da illüstrasyonun üzerine düşüyor. Ardından da film bitiyor.
(27 Eylül 2015)
Ali Erden
ailerden@hotmail.com