Bursa İnSanat’a 3 Ödül Birden

EBA Okullararası 1. Kısa Film Yarışması’nda, İnSanat Derneği / 16mm Sinema Atölyesi’nde çekilen 3 film Bursa’ya 3 ödül birden getirdi. Saibe Durmaz Özel İş Okulu’nun özel öğrencileriyle, Funda Tuncel yönetiminde öğretmen kategorisinde çekilen Arkadaş ve liseli karma grupla çekilen Ediz Şenocak adına yarışan Gibi… ise öğrenci kategorisinde 3. olma başarısını gösterdi. Kemal Gökmen koordinatörlüğünde çekilen Simitçi filmi ise öğretmen kategorisinde özel ödüle layık görüldü. Ödül töreni 27 Mayıs’ta yapılacak yarışmanın seçici kurulunda Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Cem Gençoğlu, Sadık Yalsızuçanlar ve Erol Nezih Orhon yer aldı.

Bursa İnSanat’a 3 Ödül Birden yazısına devam et

Adana Büyükşehir Belediyesi 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin Resmi Afişi Seçildi

22. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin kamuoyuna duyurulmasını ve kamuoyunun festival hakkında bilgilendirilmesini sağlayacak resmi afişi, reklamda yaratıcılığı özendirmek, reklam ajanslarının, çalışanlarının, öğrencilerin ve reklam verenlerin başarılarını belgeleyip, ödüllendirmek amacıyla 2003 yılından bu yana düzenlenen Kırmızı Ödülleri bünyesinde seçiliyor. Kırmızı’nın Adana Büyükşehir Belediyesi ile gerçekleştirdiği bu işbirliği kapsamında ayrıca 22. Altın Koza Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması’nın resmi afiş tasarımı da bu yılın Genç Kırmızı brief konusu oldu. 19 kişilik jüri, 13 Mayıs Çarşamba günü Sheraton Adana Hotel’nde buluştu ve 140 adet başvuru değerlendirildi.

Adana Büyükşehir Belediyesi 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin Resmi Afişi Seçildi yazısına devam et

Film Arası Dergisi’nde Sinemada İşçi Hakları: Ekmek de İstiyoruz Gül de

Aylık sinema dergisi Film Arası, ‘Sinemada İşçi Hakları ve İsçi Filmleri’ konulu Mayıs sayısıyla okurlarının karşısına çıktı. Dosyanın röportaj konukları usta oyuncu Ayla Algan ve SETEM Başkanı Mehmet Güleryüz. Dosyaya konuşan Ayla Algan, sinemadaki telif hakları ve işçi sorunlarının bireysel çabalarla çözülemeyeceğini ifade etti. Algan, şunları söyledi; “Bizde kolektif zihniyet yok. Herkes paçasını kurtarmaya çalışıyor. Antalya’ya gittiğimde öğrendim. Kemal Sunal’ın oğlu babasının filmlerini satmış. Bireysel davranılınca bu sorunların hiçbirini çözemezsiniz. Özgürlük insana yalnızlık getirir.”

Fransız Polisiye Sinemasının Yüzü: Alain Delon

Fransız sinemasının dünyaya sunduğu büyük aktör Alain Delon’un etkileyici polisiyeler “Şehirde İki Adam”, “Öldürmek Arzusu” ve “Gang” filmlerinin atmosferine dalmak istedik. Bu üç filmi de sinema perdesinde görmüştük.

“Şehirde İki Adam…”

José Giovanni’nin 1973 yapımı “Deux Hommes dans la Ville-Şehirde İki Adam”, şartlı tahliye olmuş bir mahkûmun, suçlu her zaman suçlu diye düşünen bir polis tarafından trajediye sürüklenişini anlatıyor. Pathé’nin dağıttığı, Adel ve Medusa’nın ortak sunduğu filmin senaryosunu da yönetmen yazmış. Alain Delon (Alen Dölon) ayrıca filmin yapımcısı. Bu filmin müziklerini Philippe Sarde bestelemiş. İnsana hüzün ve coşku veren tema müziği çok etkileyiciydi. Çoğu yerde çarpıcı olan fotoğrafları da kameraman Jean-Jacques Tarbes yansıtmış. Yönetmen Giovanni’nin bu filmi, Ekim 1974’te ülkemizde vizyona girmişti. Delon’la ilk karşılaşmamız bu filmle olmuştu küçükken bir yaz. Sonrası da geldi işte.

22 Haziran 1923’te Paris’te doğan, 24 Nisan 2004’te Lozan’da vefat eden José Giovanni, bir yönetmen ve bir yazardı. O bir Korsikalıydı. Romanları sinemaya uyarlandı. Giyotinden zor da olsa kurtarmıştı kendini. Delon’la değerli filmler çıkardılar. 1975 yapımı “Le Gitan-Çingene” ve 1976 yapımı sinemaskop “Comme un Boomerang-Geri Tepen Silah” filmleri de vardı.

Filmin ruhu ve Fransız adaleti, Germain Cazeneuve’ün (Jean Gabin) anlattıklarıyla buluşuyor. Hapishanenden çıkan Germain, yolda yürürken kamera da onu kayarak takip ediyor. Germain iç sesiyle, “Artık adalete aynı gözle bakmamın imkânı yok. Sanki adaletin gizli bir yüzü olduğunu keşfetmiş gibiyim. İşleyen bir adli mekanizma var. Usul ve tüzükler. Bunların hepsi adaletin tiyatroya benzer bir görüntüsü aslında” diyor. Garda tren geliyor. Ön jenerik yazıları da yansımaya başlıyor. Germain trenden iniyor. Kalabalıklar arasında yürürken kendini tanıtıyor. Trajedinin ardından karısı Geneviève’le (Christine Fabrega) artık konuşmadığını söylüyor Germain. Karısı için, “O, her şeyi kadere bağlıyor. Belki de hakkı var” diyor iç sesiyle. Maison Centrale de Pontoise Hapishanesi’ne geliyor Germain. Film, trajediye kadar yaşananları yansıtmaya başlıyor. “Fransa’da buna benzer hapishaneler var. İki tane de giyotinimiz var. Biri büyük, biri küçük; biri taşrada dolaşır, diğeri sabit” diyor hapishaneye girerken. Germain, eski bir polis memuru. Şimdiyse Adalet Bakanlığı’nda çalışan, emekliliği gelmiş yaşlı bir insan. Germain, 12 yıl hapis cezası almış, bunun on yılını hapiste yatarak geçirmiş banka soyguncusu Gino Strabliggi’yi (Alain Delon) şartlı tahliyeyle serbest bıraktırmaya çabalıyor. Polis müfettişi Goitreau (Michel Bouquet) tahliyeye karşı çıkıyor. Ona göre suçlular asla doğru yola gelmezdi. Gino, hapishanede matbaacılık mesleğini öğrenmiş sakin bir insan. Geçmişine de dönmeyi düşünmüyor. Belki de matbaacılık mesleğini sevmesinden. Meslek sahibi olmak değerliydi. Kendine ahlaklı olmanın da güzel olduğunu hissettirmesindendi. Toplantıda yargıç serbest kalmasına onay veriyor. Germain sonra Gino ve başka mahkûmlarla bir araya geliyor. Onlara bir olay anlatıyor kışkırtıcı kelimelerle. Bu olay karşısında tepkilerini anlamak için. Dışarı çıkan Germain, Gino’nun karısı Sophie’nin (Ilaria Occhini) yanına gidiyor. Sophie, bankta oturmuş, müzik pikabından kocası Gino’nun en sevdiği plağı dinliyor. Bu şarkı on yıl boyunca onu yakınında hissettirmiş. Çok geçmeden Gino hapisten çıkıyor. Sophie’yi kapıda beklerken buluyor. Her şey başından başlıyor. Çünkü aşkları güçlüydü.

Paris’e Germain’in arabasıyla dönerken Gino’nun başı dönüyor. Durup bu temiz oksijeni içine çekmek istiyor. Peşlerinde de bir araba var. Sophie’nin çiçekçi dükkânı işletiyor. Gino da kendini hayata bağlayan mesleği matbaacılık işini yapıyor Paris’te. Eski “iş ortakları” çok geçmeden Gino’yu buluyorlar çiçekçi dükkânında. Sakallı Marcel (Victor Lanoux), yanında iki adamla Gino’nun karşısına çıkıyor banka soymak için. Çeteye yeni katılmış genç olan (Gerard Depardieu) hemen işe koyulmak istiyor. Gino onları başından atıyor. Öte taraftan Germain de başka bir mahkûmla (Jacques Marchand) ilgileniyor. Mahkûm, fener yapmaktan sıkılmış ve umutsuzluğa düşmüş, depresyona girmiş. Ardından mahkûm kendini hücresinde asıyor. Hapishanede isyan da çıkıyor o sıralarda. Mahkûmlar ayaklanıyor ve yangın çıkartıyorlar. Gerçekten bu filmin devrimci ruhu da var. 1970’li yıllar da bile Fransız polisine ve adaletine eleştiri getirmesi çok önemliydi. Fransız polisi bir kahramandı ve toz kondurulamıyordu. Kopenhag Kriterleri her şeyi değiştirdi. Giyotini ve diğer idamları kaldırttı. Germain evine geliyor. Gino ve Sophie de oradalar. Germain’in karısı Geneviève, kızları Evelyne (Cécile Vassort) ve oğulları Frédéric de (Bernard Giraudeau) evdeler. Suç ve suçlu üstüne tartışıyorlar. Germain, ortada bir suç varsa, suçluyu değil, o suçu oluşturan şeyleri önemsiyor. Gino için şartlı tahliyesinde sorunlar da ortaya çıkıyor. Şartlı tahliyeden yararlananlar Paris gibi büyük şehirlerde ikamet edemiyorlarmış. Germain, Akdeniz’de Montpellier şehrine tayin olmuş.

Zaman geçiyor. Üniversite dağılıyor. Frédéric, sevgilisiyle öpüştükten sonra arkadaşının 1971 model Honda SL 125 motosikletinin arkasına biniyor ve evlerine gidiyor. Gündüz. Akdeniz kıyısında Gino, Sophie, Germain, Geneviève, Frédéric ve Evelyne piknik yapıyorlar. Mutluluk ışığını her taraftan yansıtıyor bu anlarda. Zincirlemeli geçişle yolları ayrılıyor. Germain, 1966 model Peugeot 404 arabasıyla Montpellier’ye yönüne, Gino da Paris yoluna düşüyor. Mutlulukla 1962 model Ghia 1500 GT kırmızı arabalarıyla giderken, karşı yönden gelen yarışan iki arabayla çarpmamak için direksiyonu kıran Gino, yoldan çıkıyor ve karısı ölüyor. Hastaneden Germain’i ağlayarak arıyor sonra Gino. Hastaneden çıktıktan sonra evinde kendini bırakmış insanlar gibi darmadağın yaşayıp gidiyor Gino. Sevdiği plağı yüksek sesle dinleyince de apartmandaki komşuları da şikâyete geliyor hemen. Şimdi ne yapacaktı? Gündüz. Germain, Gino’nun çalıştığı matbaaya geliyor. Çok geçmeden Gino da Montpellier’ye yerleşiyor, matbaada çalışmaya başlıyor. Germain’in ailesiyle kederlerinden uzaklaşmaya çalışıyor. Yaşama sevinci yeniden geliyor Gino’nun. Fonda da tema müziği çalıyor bu anlarda. Gino kalecilik bile yapıyor kırlarda. Delon, bizim Galatasaray’ın kalecisi Fernando Muslera’dan daha iyi plonje kurtarışlar yapıyordu.

Bir gün Gino, Lucie adında sarışın bir İngiliz genç kadınla, Lucie’yle (Mimsy Farmer) Germain’in evine geliyor. İlişkileri yeni başlamış. Flört ediyorlar daha. Lucie’nin bir sevgilisi varmış, daha ayrılmamışlar. Gino, geçmişiyle ilgili Lucie’yle konuşması için Germain’den yardım bile istiyor. Gino, imza atmak için karakola gidiyor, maaş çekleriyle beraber. Orada birdenbire polis müfettişi Goitreau’yla karşılaşıyor. Goitreau, taciz gibi onu rahatsız etmeye başlıyor. Gino’nun sevgilisi Lucie’nin uluslar arası bankada çalıştığını da keşfedince, Gino’nun yeni planlar peşinde olduğunu düşünüyor. Goitreau, takıntılı bir polis. Kişiliği ve ahlaki değerleri de zayıf bir polis. Goitreau da Montpellier’ye tayin olmuş. Kışkırtıcı kelimelerle Gino’yu aşağılıyor Goitreau. Ondan sonra da sürekli Gino’yu gözlem altında tutuyor. Bankaya da uğruyor ve Lucie’yle konuşuyor Goitreau. Akşam dairede. Germain, onları ziyarete gelmiş. Gino, Germain’le Lucie’yi baş başa bırakmak için çabalıyor, sonunda başarıyor. Bu anlar eğlenceliydi. Gino’nun daire kapısının arkasında, “Zabawa w Masakre” filminin afişi asılı hep. Aynı afiş, Paris’teki dairede de fark ediliyordu. Bu, Fransız yönetmen Alain Jessua’nın 1967 yapımı “Je de Massacre” filminin Lehçe basılmış afişi. Alain Delon, bu yönetmenle 1973 yapımı “Traitement de Choc-Şok” filminde çalışmıştı. Lucie, her şeyi bildiğini söylüyor Germain’e. Silmeyle (wipe) zaman geçiyor ve Gino daireye dönüyor. Germain gitmiş. Lucie, “Aşkta bazı sırlar olmalı” diyor Gino’ya. Araştırmayla, İngiliz yönetmen Walter R. Booth’un 1901 yapımı sessiz “Scrooge, or Marley’s Ghost” filminde ilk silme tekniğini bulabildik.

Sabah işyerinde. Patronu (Guido Alberti), Gino’nun çalışkanlığından memnun. Gino’yu oğlu gibi görüyor. Dışarıda da Goitreau, matbaada çalışan Gino’yu izliyor hata yapması için. Görüntü kararıyor. Sabah. Gino kırmızı arabasına biniyor, içerdeki dikiz aynasından Goitreau’yu görüyor. Gino, Lucie’yi işe bırakırken onu öpüyor. Arabasına giderken, Marcel ortaya çıkıyor birden. İspanya’dan geliyormuş çetesiyle. Kaldıkları yerin adresini Gino’nun cebine koyuyor Marcel. Sevgilisinin bankacı olduğunu biliyorlar. Az uzakta da Goitreau, 1872 model Citroen DSpécial polis arabasının içinde olanları not ediyor. Goitreau, Marcel ve çetesinin Mercedes arabasını takip ediyor, inlerini öğrenmek için. Gino da matbaada çalışmayı sürdürüyor. İyi patronu, iyi işi ve iyi bir sevgilisi var. Bir de dostu Germain ve ailesi. Mutlu insan başka ne isterdi? Gündüz. Lucie, matbaaya elinde tebligatla geliyor. Emniyetten gelmiş. Gino, karakola gidiyor. Goitreau, onu tehdit ediyor, sonra da hücreye atıyor öfkeyle. Gino’nun evine gidiyor çok geçmeden Goitreau araştırma yapmak için. Elbisenin cebinde Marcel’in yazdığı adresi buluyor. Bu onun için büyük bir delil. Gino için bir dosya bile açıyor takıntılı Goitreau. Diğer tarafta Lucie de Germain’in yanına gidiyor Gino’nun tutuklandığını söylemek için. Germain karakola gidiyor hemen. Gino, Sophie’yle beraber kazada ölmediği için üzülüyor. Goitreau, bir cehenneme dönüşüyor Gino için. Germain gece evinde ailesiyle televizyonda polisiye film izliyor. Lucie de orada. Lucie gittikten sonra Evelyne, Frédéric’e dert yanıyor. Lucie’nin ondan ne fazlalılığı vardı? Gino onu neden fark etmemişti hiç? Lucie’yi kıskanıyor muydu? Ertesi gün. Gino hapisten çıkmış. Evde Lucie ona, çocuk sahibi olmaktan söz ediyor. “Senin kadar yakışıklı” diyor. Küçücük ve yavaş yavaş büyüyen bir çocuk istiyor Lucie. Gündüz Germain, Goitreau’yu ziyaret ediyor. Goitreau’ya, Gino’nun iyi insan diyor. Ama Goitreau için bu dünyada tek bir şey var, o da Gino’yu mahvetmek. Goitreau’nun zihni hastalıklı mıydı? Germain, matbaada Gino’ya da uğruyor. Psikolojik baskı altındaki Gino patlıyor. Goitreau, Lucie’yi bankada rahatsız ediyor. Lucie’yi almaya gelen Gino dışarıdan onları görüyor. Öfkeyle oradan ayrılan Gino, eski arabaların olduğu yerde balyozla arabaları parçalamaya başlıyor. İçindeki öfkeyi boşaltmak istiyor. İş sahipleri “Hasta mısın” diye onu durduruyorlar. Öte çete, arabalarıyla kaldıkları yere geliyorlar. Polisler de peşlerinde. Soygun yapmışlar. Polis baskın yapıp tutukluyor onları. Goitreau, hastanede yaralı yatan Marcel’e blöf yaparak işin içinde Gino’nun da olduğunu itiraf etmesini istiyor. Amacına ulaşamıyor.

Goitreau, Gino’nun peşine sürekli polis takıyor sonra. Gino da, kırmızı arabasının yerine ikinci el başka bir araba alıyor. Yerinde duramayan Goitreau, Gino’nun evine gidiyor. Lucie’yle konuşmak istemiş. O sırada Gino da daireye geliyor. Sessizce kapıyı açıyor, onları izliyor. Goitreau, Lucie’ye asılınca dayanamayan Gino üzerine atlıyor ve öfkesine yeniliyor. Goitreau’yu öldürmesi polise yetmiyor, şartlı tahliyeden bu yana ne yaşanmışsa onu da sorguluyor. Komiser (Pierre Collet), bazı şahitleri getirerek yüzleştiriyor Gino’yla. Hapse giren Gino mahkemesini bekliyor. Avukatlığını Bayan Baudard (Malka Ribowska) üstleniyor. Çok geçmeden mahkemeye çıkartılıyor. Germain, kararını baştan vermiş mahkeme tiyatrosuna sadece bakıyor. Jüri üyeleri uyukluyor. Savcıyla (Jacques Monod) yargıç (Jacques Rispal), avukatın ve Germain’in konuşmalarını dikkate almıyor. Onlara göre hafifletici nedenler yoktu. Mahkeme, Gino’yu idama mahkûm ediyor. Avukat Baudard, son umut için cumhurbaşkanına başvuruyor. Üç ay geçiyor. Cumhurbaşkanından hapishane müdürüne (Armand Mestral) tebligat geliyor. Aynı tebligatı polis avukata da götürüyor. Olumsuz. Silme tekniğiyle kamera Germain’in evine gidiyor. Lucie de orada. Hapishanedeyse giyotinin zamanı geliyor. Gino’nun saçları kısaltılıyor. İnfaz günü, beyaz gömlek, pantolon ve ayakkabı getiriliyor hücresine. Rahip, dinin huzurunu getirdiğini söylüyor ona. Giyiniyor. Hücresinden çıkıyor. Avukatına sarılıyor. Germain’e, “Korkuyorum” diyor. Giyotine yolculuk başlıyor. Gardiyanlar tabureye oturtuyorlar. Gömleğin yakasını kesiyorlar, ellerini ve ayaklarını bağlıyorlar. İçki ve sigara içirtiyorlar. Dışarı çıkartıyorlar. Yavaşça giyotine yaklaşıyor. Başı öne düştükten sonra giyotinin bıçağı aşağıya düşüyor. Kamera, filmin başına dönüyor sonra. Hapishaneden çıkmış Germain sokakta yürürken, film ve her şey bitiyor.

“Öldürmek Arzusu…”

Jacques Deray’in yönettiği 1975 yapımı “Flic Story-Öldürmek Arzusu”, psikopat bir soyguncunun peşindeki bir polis müfettişinin başarısını anlatıyor. Yapımcı Alain Delon. Pathé’nin dağıttığı Adel ve Mondial’in sunduğu bu kara filmin senaryosunu Alphonse Boudard ve Jean-Claude Carrière ortak yazmışlar. Senaryo, Vidocq’tan sonra Fransız polisinin en önemli polis müfettişlerinden Roger Borniche’in otobiyografik eserinden yazılmış. Borniche’in edebiyat tarafı da güçlü. İnsanın içinde dolaşan etkileyici müzikleri Carlo Rustichelli bestelemiş. Fotoğraf sanatına armağanlar sunan çarpıcı görüntüleri de kameraman Silvano Ippoliti yansıtmış. Bu görüntüleri sinema perdesinde görmek gerekiyor. Bu film ülkemizde, Şubat 1978’de vizyona “Öldürmek Arzusu” adıyla çıkmıştı. Sinema üstatları, filmin ruhuyla buluşan bir isim bulmuşlardı zamanında. Onlara saygı sunmak gerek. Ama DVD’de “Öldürmek Hırsı” adıyla yayımlandı ne yazık ki. Bu filmi sinema perdesinde üç defa gördüğümüz halde seyretmeye doyamamıştık küçükken. Günümüz sinemasında böyle değerli polisiye filmleri bulabilmek kolay değil.

19 Şubat 1928’de Lyon’da doğan ve 9 Ağustos 2003’te Boulogne-Bilancourt’da vefat eden Jacques Deray, Delon’un çok değer verdiği polisiye sinemanın önemli yönetmenlerindendi. Yönetmen, Dolon’la Fransız polisiye sinemasına katkılar sunmuş önemli filmler yaptı. Ülkemizde vizyona çıkmış filmleri hatırlatmalı. İlk buluşmaları muhteşemdi. 1969 yapımı “La Piscine-Sen Benimsin” suç filmiydi. Filmde Delon’un karşısında Romy Schneider, Maurice Ronet ve Jane Birkin vardı. Küçük bir seriye dönüşen iki gangster filmi çektikler. İlki, 1970 yapımı “Borsalino”, Delon’la Jean Paul Belmondo’yu bir araya getirmişti. Filmin dünyada ilgi göreceğini öngöremediler. Finalde, Belmondo’nun canlandırdığı François Capella ölünce, devam filminde Roch Siffredi’yi canlandıran Delon tek başına kalmıştı. İkinci film, 1974’te “Borsalino and Co.-Borsalino ve Çetesi” adıyla çekilmişti. 1980 yapımı “3 Hommes a Abattre-Üç Adam Ölecek” filmini de yaptılar. Ülkemizde gösterime çıkmamış filmleri de vardı.

Paris… Filmin hikâyesi, 1947’den 1956’ya Emile Buisson’un (Jean-Louis Trintignant) giyotinle idam edilişine kadar süren dokuz yılı anlatıyor. Hikâye, 03 Eylül 1947 günü başlıyor. Sabah. Kamera, sola kayarak polis müfettişi Roger Borniche’in (Alain Delon) ayaklarını yansıtıyor. Ağzından hiç sigara düşmeyen Roger, iç sesiyle “Adım Borniche. Roger Borniche” diyor. Ön jenerik yazıları kırmızı renkte yansıyor. Roger, “Milli Emniyet’te müfettişim. Polisim yani. Bu lanet mesleği seviyorum” diyor sonra. Merdivenlerden çıkarken, “Ama bu sabah Catherine’le yatağımızda kalmayı yeğlerdim” diye ekliyor Roger. Başmüfettişlik terfisi de bekliyormuş. Kendi bürosuna geldiğinde ekibindeki müfettişler birinin ifadesini almaya çalışıyorlar. Kendi yöntemleriyle. Roger, müfettişler Darros (Denis Manuel) ve Hidoine’le (Henri Guybet) çalışıyor. Roger, ifade alırken şiddete karşı olsa da bazı durumlarda göz yumuveriyor. Raymond’un (Mario David) barı kurşunlanmış. Roger, Raymond’un kendi muhbiri olmasını öneriyor. O zaman onu serbest bırakabilirmiş. Roger’yi amiri Komiser Vieuchêne (Marco Perrin) çağırtıyor. Emile’in akıl hastanesinden kaçtığını söylüyor. Roger, Emile’i duymamış. Emile, II. Dünya Savaşı’ndan önce soygunlar yapmış. Savaşta da sürdürmüş soygunları. Vieuchêne, Paris Emniyeti’nden Komiser Clot’ya, Milli Emniyet’in ayakta olduğunu göstermeleri gerektiğini düşünüyor. Suçlu vakaları Paris polisinin tekelindeymiş. Emile’in yakalanması Roger’ye veriyor komiser. Öte taraftan Raymond da, Clot’nun muhbiriymiş. Roger, şantajla Raymond’u kendi tarafına alıyor.

Gündüz. Emile ve adamları sokakta arabadalar. Bir binanın önünde duruyorlar. Üç kişi bir daireye geliyorlar. Suzanne (Françoise Dorner), oradaki René Bollec’in (Maurice Barrier) kız kardeşi. Jean-Baptiste de (André Pousse) Emile’in abisi. Emile’in canı dansa gitmek istiyor birden. Gece kulübünde Emile tabancasını çıkartıyor, sahnedeki akordeoncuya ateş ediyor. Akordeoncu ispiyonculuk yapmış. Emile, hırsla değil, arzuyla öldürüyor. Donuk yüzünün altında haz yatıyor. O deli miydi? Emile, Edith Piaf ve müziğinin de tutkunu. Bir de Le Figaro adındaki sağcı gazetenin. Milli Emniyet’te de L’Humanité adındaki sol ruhlu gazete göze çarpıyor hep. Akşam. Catherine (Claudine Auger) eve geliyor. Roger, Emile’in dosyası üzerinde çalışıyor evde. Catherine, avukat yanında çalışıyormuş. Yemek yerlerken Emile hakkında konuşuyorlar. Deliymiş gibi yaparak tımarhaneden kaçmış Emile. Catherine, onun çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Roger, “Muhtemelen sorunlu bir çocukluk döneminin sonucu” diyor. “Alkolik baba, karınlarını doyurmaları için onu hırsızlığa yollamış. Bunun sonucunda papaz olamazsın ki” diye sürdürüyor sözünü. Roger, Emile’in dönüşü olmayan yerde olduğunu düşünüyor. Hem onun hem de onun öldüreceği insanların hayatını kurtarmak istiyor Roger.

Gece… Emile, zenginlerin tıkındığı bir restoranda. Koltuklar maviler içinde. Restorana Emile’in iki adamı da geliyor. Soygun başlıyor. Küpeler, bilezikler, yüzükler, cüzdanlar vs. Sonra dışarıdaki arabaya binip gidiyorlar. Araba hızla gittiği için motosikletli devriye polis peşlerine takılıyor. Emile, polise ateş ederek yaralıyor. Başka bir motosikletli devriye peşlerine takılıyor. Emile onu da vuruyor ve polis ölüyor. Raymond’un barına gidiyorlar. Mado (Frêderiques Meininger) orada. Ganimeti bilardo masasının üstüne seriyorlar. Gündüz. Komiser Vieuchene odasında, öfkeyle Roger’yle konuşuyor. Polis öldüğü için kızgın. Roger’nin sigara yakmasına daha da sinirleniyor komiser. Roger’yi, çok geçmeden yeni muhbiri Raymond arıyor telefonla. Perşembe günü Raymond’a bir adam gelecekmiş. Onu takip ederlerse doğru adrese götürürmüş. Gündüz, sokakta. Emile’in abisi Jean-Baptiste evden çıkıyor. Metroya biniyor. Roger ve ekibinden başka bir müfettiş de metro vagonunda Jean-Baptiste’i takip ediyorlar. Tedbirli Jean-Baptiste, durakta iner gibi yapıyor, inmiyor ve son ada vagondan dışarı çıkıyor. Roger’nin farkına varan Jean-Baptiste, diğer müfettişi fark edemiyor. Jean-Baptiste sokakta tek başına yürürken, bu anlarda sokağın yansıyışı fotoğraf sanatına saygı sunuşu gibiydi. Yönetmen, Paris’i romantik görünümünden uzaklaştırmış ve başka bir estetikle yansıtmış Paris’in sokaklarını. Yerler de ıslak bu anlarda. Jean-Baptiste bir apartmana giriyor. Peşindeki polis müfettişi de apartmanın karşısındaki kafe-bardan telefon ediyor merkeze. Desirée Sokağı’na, Roger ve ekibi siyah bir arabayla geliyorlar. “Desirée” kelimesi, “arzu” anlamına geliyordu. Jean-Baptiste, Suzanne’ın dairesinde. Emile ve diğerleri de orada. Gece. Roger ve ekibi, sokakta bekliyorlar. Kamera, zincirlemeli geçişle daireye gidiyor. Jean-Baptiste ve René, ayrı yataklarda uyurlarken, René uyanıyor. Sabah olmuş. René, pencereden sokağa baktığında resmi giyimli polisleri görüyor. Herkes uyanıyor. Tabancalarını alıyorlar. Roger ve ekibi daireye baskın yapıyor. Çatışma çıkıyor. Jean-Baptiste yaralanıyor. René de yakalanıyor. Emile, dairenin penceresinden karşıdaki çatıya atlıyor. Peşinden Roger de atlayacakken Suzanne engel olmaya çalışıyor, ama Suzanne’ı alt eden Roger, çatıya atlasa da sıçrayıp yerdeki kum yığınının üstüne düşüyor. Emile’i elinden kaçırıyor Roger.

Komiser öfkeli yine, ortada hiç görünmeyen Komiser Clot, ona stres veriyor çünkü. Catherine’e de açıklama yapmak zorunda Roger. Kadınlar, erkeklerini daima yakınlarında isterler hep. Gündüz. Banliyöde bir genç kız köpeğiyle oynarken yansıyor birden. Kızın babası, telefonda konuşuyor. Emile birkaç gün için onlarla kalacakmış. Roger’nin ekibi, René’yi kendi yöntemleriyle sorguya çekiyorlar merkezde. René, dairedekinin Emile olmadığını söylüyor yediği onca dayağa rağmen. Oradaki George Müller diye birisiymiş. Müfettişler, motosikletli devriye polisinsin katili olduğunu düşünüyorlar. Roger, makul bir insan ve önyargılı değil. En başından sonuna kadar hep böyle Roger. Suzanne da Milli Emniyet’te. Emile de banliyödeki yerde aileyle yemek yerken, oraya Mario “Makarnacı” (Renato Salvatori) geliyor. Ona kurşun getirmiş. Makarnacı, Ermeni’nin mücevherlerle ortadan kaybolduğunu söylüyor. Roger, hastanede odasındaki Jean-Baptiste’i sorgulamak için gidiyor. Ona, René’nin her şeyi itiraf ettiğini söylüyor blöf yaparak. İstediğini alamıyor Roger.

Raymond’un barı. Birden Emile barın kapısında görünüyor. Raymond buz parçalarken ona yaklaşıyor. Mücevherler için gelmiş. Tabancasını çıkartıp ateş ederek Raymond’u vuruyor her zamanki soğukkanlılığıyla Emile. Sonra arabaya binip gidiyor. Zincirlemeli geçişle Roger’nin ayaklarını takip ediyor kamera. Roger, Raymond’un barına geliyor. Mado, Makarnacı’nın kadını Jenny (Catherine Lachens) hakkında bilgi veriyor. Roger, Jenny’nin müşterilerini getirdiği Saint-Appoline Oteli’ne gidiyor. Otel müdüründen (Maurice Biraud) bilgi almaya çalışıyor Roger. Gündüz. Emile ve adamları, Ermeni’nin arabasını takip ediyorlar. Ardından sıkıştırıp Ermeni’yi öldürüyor Emile. Mücevher kutusunu da unutmuyorlar elbette. Ziincirlemeli geçişle banliyödeki yerde Emile. Calanques adındaki gece kulübüne gitmeye hazırlanıyor Emile. O sırada evin kızı, büyümenin sancısıyla Emile’le flört yapamaya bile çalışıyor. Emile, gece kulübünde. Piyano tınıları duyuluyor. Ange’ın (William Sabatier) yeri burası. Ange, Roger’den rahatsız oluyor. Roger, Makarnacı’yı arıyor. Makarnacı’nın fotoğraflarını gösteriyor. Roger gittikten sonra, Ange arka tarafta olan Emile’e olanları söylüyor.

Polis, Makarnacı’nın telefonunu gizlice dinlerken yansıyor. Gündüz. Emile, otobüste. Aşağıya iniyor, sonra yine biniyor. Makarnacı da arabanın içinde Emile’i bekliyor. Az ileride de Roger ve ekibi arabada bekliyorlar. Makarnacı, Paul “Paulo” Robier (Paul Crauchet), Ange’ın yerindeler. Makarnacı, Gitan sigara paketini çıkartırken, “Bazen aniden fikir değiştirebiliyor” diyor. St. Denis’teki fabrikayı soymaları gerekiyormuş. Emile oraya Jeannot (Adolfo Lastretti) adında bir yabancıyla geliyor. Emile, Makarnacı’ya imalı bakışlar gönderiyor. İspiyoncu mu diye şüpheleniyor? Jeannot, Versay’a (Versaille) giden yol üstündeki evinde içki daveti yapıyor. Gece..Karlı yolda araba duruyor. Emile ve Makarnacı dışarı çıkıyorlar. Emile tabancasını çıkartıp Makarnacı’yı vuruyor. Gündüz fabrika soygunu yapılıyor. Emile, Jeannot ve Paulo muhasebedeler. Muhasebeci ortada yok. Bir işçi muhasebede silahlı admları görüyor. Emile ateş edip işçiyi vuruyor. Bürodan çıkarlarken, yaralı işçinin başında bir işçiyi daha gören Emile, ona da ateş ediyor. Emniyet’ten amiri Vieuchêne, Roger’i telefonla arıyor. Roger evde uyuyor. Catherine, teşkilatın Roger’yi kullandığını düşünüyor. Roger, Emile davasından uzaklaştırılmış. Emniyet’te, bir fabrikatör sorgulanıyor. Roger de onları izliyor. 10 bin ekmek karnesi varmış fazladan. Yolsuzluk yapılmış. Vieuchêne, Roger ve ekibini Versay yakınlarında bir ceseti araştırmaya yolluyor. Versay yolundaki Ville de d’Avray Ormanı’nda olay yerine geldiklerinde kamera geriye doğru kayıyor. Yüzüstü yatan cesedin Makarnacı olduğu anlaşılıyor. Roger, Emile vakasına ister istemez yeniden dâhil oluyor. Altta da hüzünlü müzik duyuluyor.

Roger ve ekibi otele gidiyorlar. Jenny’yi sorguya çekiyorlar, ama Jenny altta kalacak bir kadın değil. “Aynasızlar bana ayna yolar” diyor. Müdürü sorguya çekiyorlar. Müdür, Paulo’yu tanıyormuş. Paulo’ya “Bombacı” diyorlarmış. Zincirlemeli geçişle kamera hastaneye gidiyor. Jean-Baptiste’in karısı hasta. Jean-Baptiste, karısıyla vedalaşıyor. Jean-Baptiste arabaya biniyor, Roger de peşinden. Jean-Baptiste’e, Emile’in soyduğu fabrikanın katiller için bir milyon frank vereceğini söylüyor. Roger, Jean-Baptiste’i en zayıf yerinden yakalıyor. Çünkü karısı hasta ve tedavisi de pahalı. Roger sanki ona şantaj yapıyor. İspiyonculuk için onu zorluyor. Gündüz. Hayvanat bahçesinde Emile maymunu soğuk gözlerle izliyor. Yanında Jeannot ve Paulo da var. Paulo, kırsalda saklanacak bir yerden söz ediyor. Emniyet’te de Roger, amirine Emile için bir 38’lik verilmesi için bastırıyor. Emile, 38’lik tabancaların tutkunu. Roger, dışarı çıkıyor. Fonda da hüzünlü müzik duyuluyor. Arabaya biniyor. Arabada Jean-Baptiste var. Ona 38’liği veriyor. Emile, yeni sığınağı kırdaki “Auberge de la Mère l’Oie”da (Anne Kazın Hanı) Edith Piaf plağı dinliyor müzik pikabından. Dışarıda yağmur yağıyor. Jean-Baptiste oraya geliyor arabayla. 38’liği Emile’e veriyor. Roger ve ekibi kılık değiştirerek hana geliyorlar arabayla. Sevgilisi Catherine bile yanlarında. Hastanede çalışan doktorlarmış. Hana giriyorlar. Emile de orada. Her şey doğal akışında ilerliyor. Yemeklerini beklerken, Catherine piyanoya doğru yürüyor. Piyanonun başına oturuyor ve Edith Piaf’ın “La Vie en Rose” ünlü şarkısının tınılarını çalıyor piyanoda. Emile içeri giriyor. Piyanoda sevdiği müziği duyuyor. Catherine’e doğru yürüyor. Catherine gergin. Catherine, Emile’in gözlerini sevmiş. Emniyet’e geç gelen Vieuchêne, masasında Roger’nin notuyla karşılaşıyor. Sinirle hana telefon açıyor. Tam operasyonun ortasında gelen telefon iyi miydi? Roger, telefonla konuştuktan sonra mutfaktan dışarı çıkıyor ve birden Emile’in üstüne atlıyor.

Emile, Santé Hapishanesi’ne konmuş. Emniyet’teki odasında Emile’i izliyor Roger. Bir elini kalorifer peteğine kelepçeliyorlar. Ona bir şişe Bordeaux şarabı da ikram ediyorlar. Roger, neden Le Figaro gazetesini okuduğunu soruyor. Emile, “Ciddi gazete. Kimse şüphelenmez” diyor. İnsanın yüzüne hafif bir gülümseme oturuveriyor. Roger, Emile’in oturduğu boş sandalyeye bakarken, “Emile babayiğit” diyor iç sesiyle. Kamera, boş sandalyeye çevriniyor. Film, Emile’in idamını göstermiyor. Roger, iç sesiyle Emile’in 1956 yılında giyotinle idam edildiğini fısıldıyor.

“Gang…”

Jacques Deray’in yönettiği 1977 yapımı gangster-suç filmi “Le Gang-Gang”, Alain Delon’un çok önemsediği filmlerdendi. Yapımcılığını da Alain Delon üstlenmiş. Pathé’nin dağıttığı, Adel ve Mondial’in sunduğu film, polis müfettişi Roger Borniche’in eserinden uyarlanmış. Senaryoyu da Alphonse Boudard ve Jean-Claude Carrière ortak yazmışlar. Filmin kameramanlığını Silvano Ippoliti üstlenmiş. Piyanoyu öne çıkartan, dönemin ruhunu hissettiren neşeli müzikleri de Carlo Rustichelli bestelemiş. Bu film ülkemizde, Şubat 1980 yılında “Gang” adıyla vizyona çıkmıştı. Maalesef DVD’de “Çete” adıyla yayımlandı.

1945… II. Dünya Savaşı sonrası. Orman içinde görünüşte bir kır lokantası gibi görünen bir yerde. Burası, 18 yaşında araba çalıp hapse girmiş eski suçlu yaşlı Cornélius’un (Raymond Bussieres) yeri. “Kaçık” (le dingue) lakaplı Robert (Alain Delon) ve çetesinin toplandığı gözlerden uzak sakin bir toplanma yeri de. Nantes şehrine de yakın. Ön jenerik yazıları düşerken, savaşta direnişe katılmış “Tamirci” lakaplı Raymond (Roland Bertin) ve Manu (Adalberto Maria Merli) arabayla uğraşırken, Cornélius yanlarına gelip, “Paris caddeleri önden çekişlilerle kaynıyor” diyor. Çetenin adı da “Önden Çekişliler Çetesi” oluyor. Artık onlar, motoru önde olan Citreon arabalar kullanıyorlar soygunlarında. Robert, Havana purosu içiyor hep. Saçları kıvırcık ve siyah güneş gözlüğü takmayı seviyor. Çeteye Jo da (Xavier Depraz) dâhil oluyor. Robert, çetesine Jo’yu tanıtırken, ön jenerikte oyuncuların adlarıyla kimi canlandıracakları da yazıyor. Savaşta zorlu yıllar geçirmiş direnişçi “Mamut” lakaplı Lucien de (Maurice Barrier) çete elemanı. Bu anlar, hikâyenin içinde herhangi bir an gibiydi. Çetenin yeniden toplanıp işbaşı yapmasına giriş gibi. Sonra bir yazı yansıyor: “Bu filmde, gerçek olaylarla benzerlikler bu sefer rastlantı olmayacak. Bazı davranışlarını anlamasak da, buradaki çoğu kişi gerçekten yaşadı. Hikâyeler 1945 yılında, savaştan hemen sonra geçiyor. Yani Avrupa’nın barış içinde yaşadığı dönemde…”

Film şimdiki zamana dönüyor. Gece Jo, bir eve gidiyor. Robert’in sevgilisi Marinette’e (Nicole Calfan) acı haberi veriyor. Robert ve çetesi, Felicia’nın (Laura Betti) evindeymiş. Robert, Felicia’nın evinde salonda yaralı yatıyor. Film olayları, Marinette’in anlatımıyla yansıtıyor. Marinette, bir gece kulübünde vestiyerlik yaparken Robert’le tanışmışlar. Aşk başlıyor. Ya da Marinette’in aşkı. Gece kulübünde Amerikalı askerler çılgınca eğleniyorlar. Güzel Fransız kızlarıyla sevişiyorlar. Sarhoş bir asker, onların masasına çarpıyor ve özür de dilemiyor. Manu, Amerikalıların masasına gidip o askerden özür dilemesini istiyor. Sonra da olanlar oluyor. Marinette’le eve giden ve sevişen Robert, sabah bir notla ortadan kayboluveriyor. Marinette’e, Felicia’nın evine gitmesini yazmış notta. Marinette’in ailesi Aix-en-Provance’taymış. Çete, iki arabayla yola çıkıyor. Şimdi soygun zamanıydı. Fabrikaya geliyorlar, ellerindeki makineli tüfeklerle. Fabrikanın muhasebesinde kasayı açmalarını söylüyorlar. Jo dışarıda işçi tulumuyla onları bekliyor. Anahtarlar müdürdeymiş. Fabrikayı soyamıyorlar. Sonra şehirde seri soygun yapmaya başlıyorlar. Bankanın zırhlı para taşıma arabasını da soyuyorlar. Fonda da neşeli piyano tınıları duyuluyor. Robert, çeteyi yeniden fabrikaya yöneltiyor. Robert başarısızlığı kabul etmiyor. Bu defa polis kıyafetleriyle geliyorlar fabrikaya. Muhasebeci kasayı açıp, paraları teslim ediyor onlara. Muhasebeciyi de rehin alıyorlar. Polis gibi gelmeleri, fabrikanın polisi aradıkları için. Soygunu sorunsuz hallediyor çete. Sonra da Raymond’un evine gidiyorlar. Ganimeti bölüşüp bisküvi kutularına koyuyorlar. Paralar Raymond’un evinde güvende. Raymond, karısı (Agnès Château) ve yeni doğmuş bir oğlu var.

Marinette, Felicia’nın evine geliyor valiziyle. Burası Nantes’a yakın bir yer. Duvarda, Felicia’nın geçmişine dair bir fotoğraf görüyor Marinette. Eskiden kabareciymiş Felicia. Sonra Robert hakkında konuşuyorlar. Robert, ıslahevinde yetişmiş. 13 yaşından beri yanındaymış. Robert, Felicia’yı annesi gibi görüyor. Felicia’nın kocası Leon (Giampiero Albertini) felç geçirmiş ve yıllarca tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş. Konuşamıyor da. Eskiden ona “ağa” ve “bıçkın” derlermiş. Leon’u bilardo salonunda kıstırmışlar ve üçüncü kattan aşağı atmışlar. Robert uyanıyor ve mutluluk saçıyor etrafına. Sonra Marinette’le kırlarda bisikletle dolaşıyor. Robert’in “Bröton” adında köpeği bile var. Lucien dışında çetenin diğer elemanları da geliyor eve. Sonra hep beraber gidiyorlar yeni soygunlar için. Gece. Araba caddede duruyor. Lucien’in barına gidiyorlar. Orada Lucien’in kadını Janine de (Catherine Lachens) var. Toplantı yapıyorlar. Aynasızlar, yeniden organize olmaya başlamışlar bu seri soygunlardan sonra. Lucien ve Jo, polis kıyafetleriyle tren garına geliyor. Sakince içeri girip paranın olduğu yere gidiyorlar. Parayı almaya gelmişler. Ama parayı almaya her zamanki polis gelmeyince ne olacaktı? Diğer bölmedeki kadın memur telefon etmeye giderken birden karşısında gözlüklü Robert’in sus işaretiyle karşılaşıyor. Bu an ikonikti. Sessizce ve sakince soygunu gerçekleştiriyorlar. Diğerleri arabaya giderken, Robert geride kalıyor. Polis sirenleri duyuluyor. Her tarafı polis kuşatıyor çok geçmeden. Robert, kapana sıkışmış gibi. Garın çatısına çıkıyor. Gerilim çoğalıyor. Çatıda polisleri atlatan Robert, metro tüneline giriyor. Orada sıçan avcısı ihtiyardan (Robert Dalban) çıkışı da öğreniyor. Sokağa çıkıyor. Sokaklarda yoksulluk hissediliyor. Polisler, Cezayirlileri de tutukluyor. Her tarafta polis olunca sokaktaki geneleve giriveriyor Robert. Ardından polis de. Fahişe (Dominique Davray) korumaya çalışsa da kimliğini alıyorlar Robert’in. Sonra karakola götürüyorlar. Sokaklarda buldukları Cezayirlileri karakola getirmiş polis. Üstelik onları aşağılıyorlar da. İşler uzayınca, makineli tüfeği görüp alan Robert, polisleri küçük düşürerek oradan kurtuluyor. Robert, Felicia’nın evine geliyor. Tren garından buraya kadar süren bu sekans filmin en uzun ilk anıydı.

Gündüz, kilisede. Raymond’un oğlunu rahip (Marc Eyraud) vaftiz ediyor. Sonra Cornélius’un yerinde vaftiz yemeği yeniyor. Robert neşe saçıyor etrafına. Robert’in canı, Fransa’da yaygın olan “petank” (petanque) oynamak istiyor. Bu neşeli günde Marinette’in yüzüne hüzün çöküyor. Robert’den çocuk doğurmak istiyormuş. Oysa Robert’in geleceğe dair planları yokmuş. Neşeli yemekte Jo’nun şarkısına diğerleri de katılıyor. Sonra Robert, Marinette ve Raymond, arabayla Felicia’nın evine gidiyorlar. Leon evde. Robert çocukluğunu hatırlıyor birden. Tabancayı eline aldığı o günü. Leon, onun piyano çalmasını istemiş. Ama Robert tabanca kullanmayı öğrenmiş. Cornélius’un yerine üç yabancı geliyor. Kalabalık dağılmış. Sonra polisler fark ediliyor. Cornélius’un yeri kuşatılıyor. Cornélius’un zuladaki cephaneliği çıkartıyor. Dışarıda da polis, valilinin direktifiyle hazırlıklarını sürdürüyor. Lucien ve Jo, polislerle silahlı çatışmaya giriyorlar. Robert ve yanındakiler arabayla geri dönüyorlar. Robert, çatışma seslerini duyuyor. Raymond ve Marinette’i Felicia’nın evine yolluyor. Çatışmanın ardından vali megafonla anons yaptıktan sonra Cornélius, kadınların ve çocukların serbest kalması için konuşuyor. Kadınlar ve çocuklar dışarı çıkıyorlar, polis araçlarına bindiriliyorlar. Resmi giyimli polisler, Robert’i sivil polis sanıyorlar ve Robert onları organize ediyor. Sonra da polisler birbirlerine ateş ediyorlar bilmeden. Cornélius’un yerine gelen Robert, Jo ve Lucien’i alıp Felicia’nın evine gidiyorlar. Sabahleyin Cornélius’un yerine baskın yapan polis, ihtiyar Cornélius’u buluyor sadece.

Gece. Felicia iskambil falına bakarken, Robert geliyor salona. Felicia’nın elindeki kâğıdı alıyor ve “Ölüm” diyor. Gündüz. Bahçede herkes bir şeyle uğraşıyor. Polis burayı bilmiyor. Neşeli Robert de köpeği “Bröton”la oynuyor. Marinette, toplanmış çeteye bakarken, iç sesiyle “Bitmez tükenmez erkek meseleleri” diyor. Paraya ihtiyaçları da var. Ama Raymond’un evi polis gözetimindeyse? Yeni bir soygun yapmanın zamanıydı. Şehre iniyorlar. Sekreterin odasından bankaya dalıyorlar. Kolayca bankayı soyuyorlar. Raymond bu soyguna katılmıyor. Dışarı çıkarlarken, Manu santrale uğrayıp, polisi arayıp soygun olduğunu söylemesini istiyor memurdan. Robert, dışarı çıktıklarında para dolu valizi arabaya koyduktan sonra caddenin karşısında kuyumcuyu görüyor. Kuyumcuya tek başına gidiyor. Bileziklere bakıyor. Robert, kuyumcuya (André Falcon) “Aklıma çılgınca bir fikir geldi. Hepsini alıyorum” diyor. Kuyumcunun karısı da, tabancayla Robert’e ateş ediyor o an. Görüntü donuyor, fotoğraflaşıyor. Nostaljiye dönüşüveriyor film. Yaşanmışlığa. Büyük yönetmen Truffaut’nun sinemaya bıraktığı mirastı bu, 1959 yapımı siyah-beyaz ve sinemaskop “Les Quatre Cents Coups-400 Darbe” filminden kalan.

Gece. Marinette’in Felicia’nın evine geldiği an, kaldığı yerden sürüyor. Salonda yaralı yatan Robert’in gücü azalıyor. Doktor, Robert’in iyileşebilmesi için Nantes’taki hastaneye götürülmesini söylüyor. Sabah. Marinette, salona iniyor. Divanda Robert’i göremiyor. Manu’nün gözleri ıslak. Marinette dışarı çıkıyor. Jo, Lucien ve Raymond mezar kazmışlar. Robert ölmüş. Jo, bileziği Marinette’e veriyor. Hollywood gangster filmlerine benzemeyen bu önemli film sinema tarihindeki yerini aldı. Kıvırcık saçlarıyla da Alain Delon özel bir karakteri sinemaya armağan etmişti.

(24 Mayıs 2015)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Harvey Keitel, Cannes’deki Filminin Gösteriminin Ardından İstanbul’a Geliyor

Dünyaca ünlü oyuncu Harvey Keitel, 5. İstanbul Uluslarası Sanat ve Kültür Festivali – İST. Festival için Türkiye’ye geliyor. 22 – 24 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan festivale konuşmacı olarak katılacak olan Harvey Keitel, bu yılki Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan en iddialı film olan ve yönetmenliğini geçtiğimiz yıl En İyi Yabancı Film Oscar’ını kazanan Paolo Sorrentino’nun yönettiği Youth filminde başrol oynuyor. Dünyaca ünlü aktör, Youth filminin Cannes’teki gösterimin ertesi günü İstanbul’74 tarafından düzenlenen İST. Festival’e konuşmacı olarak katılarak, sinemaseverlerle buluşacak.

Atıf Yılmaz Kısa Film Yarışması Ön Jüri Değerlendirmesi Sona Erdi

Mersin ve çevre illerin alışveriş ve yaşam merkezi Forum Mersin ile Mersin Üniversitesi işbirliğiyle Türk sinemasının usta yönetmeni Atıf Yılmaz’ı ölümünün dokuzuncu yıl dönümünde anmak amacıyla gerçekleştirilen Atıf Yılmaz Kısa Film Yarışması’nda ön jüri değerlendirmesi sona erdi. Oyuncu Deniz Türkali, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Akbulut, Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan Erkılıç’tan oluşan ön jüri değerlendirmesinde kurmaca türünden 226 sinemacının 237 kısa filmle katıldığı yarışmada ön jüri değerlendirmesinde 10 film finale kaldı.

Kutsi, Badri Hari’den Dayak Yedi (mi?)

22 Mayıs’ta vizyona girecek Zilin Sesi filminde kendisini fizik yerine müzik öğretmeni olarak tanıtan Tarkan’ı canlandıran Kutsi’nin başına gelmeyen kalmıyor, filmin konuk oyuncusu ünlü Kick Boks şampiyonu Badri Hari’den de dayak yiyor. Filmde Kutsi’ye kendi tarzında dayak atan Badri Hari, dövüşün sonunda sporun centilmen ruhunu da ortaya koymayı unutmuyor. Zilin Sesi’nde Kutsi ve Wilma Elles’e Kemal Kuruçay, Ayhan Kavas ve Ani İpekkaya eşlik ediyor.

Çölde Bir Aksiyon Operası

Üç kuşak öncesinin kült serisi Mad Max’in otuz yıl sonraki muhteşem dönüşünü beklemiyordum açıkçası. 1979 yapımı ilk filmin senaryosu, yönetmen George Miller ile yapımcı Byron Kennedy’nin yetmişli yıllarda dünya ekonomisini kilitleyen petrol krizinin taze anıları üzerine kurguladıkları özgün öyküye dayanır. Yakın bir gelecekte geçmektedir hikâye. Doğal set olarak kullanılan ıssız Avustralya kırsalı tipik bir western atmosferi görünümündedir. Yetmişlerin tekinsiz otoyol filmlerinin izini süren denemede vahşi atlıların yerini almış olan yakıt peşindeki göçebe motosikletliler çevreye şiddet saçar. Bu kavgada önce meslektaşını daha sonra karısı ve küçük çocuğunu kaybedecek olan polis Max delirme noktasında kısasa kısas intikam peşine düşer. Bu küçük bütçeli B-türü film beklenmedik bir ilgiyle karşılanır. Gencecik Mel Gibson’ın dünya sinema arenasına çıkışını sağlayan serinin devam filmi iki yıl sonra gelir. Bizde ‘Savaşçı’ adıyla oynamış olan ‘Mad Max 2: The Road Warrior’ dışalım sisteminin bir cilvesiyle ‘Çılgın Maks’ adıyla gösterilecek olan ilk filmden bir yıl önce 1983’te ülkemiz sinemalarına uğrayacaktır.

Western’in özellikle spagettilisinden ilham almış olan ikinci film serinin takip edeceği yolu belirler. Aradan geçen süre içinde, enerji darboğazının tetiklediği nükleer savaş uygarlığın sonunu getirmiştir. Dünyanın petrolle yaşadığı ve çöllerden boru ve çelikten büyük kentlerin yükseldiği zamanlar geçmişte kalmıştır. Bir depo benzin için savaş ilan etmeye hazır olan çetelerin otobanları ele geçirdiği korku fırtınası içindeki bu yeni dünyada yalnızca yağmalayacak kadar vahşi olabilenler hayatta kalabilmektedir artık. Max ise tamamen insanlıktan çıkmış durumdadır. Geçmişinin şeytanlarıyla boğuşurken çorak topraklarda yeniden yaşamayı öğrenir. Miller’in ikinci filmde inşa ettiği distopik dünya son derece özgündür. Asıl macera şimdi başlamaktadır. Önceleri gönülsüz de olsa, yakıt depolarıyla kalede mahsur kalmış çaresiz topluluğun önderi ve kurtarıcısı olacaktır Max. Ölüm yolculuğunun şiddet dozu bu defa çok daha yüksektir. Öyle ki Fransa’da bazı bölümleri kesilmeden gösterim izni alamayacaktır.

Bizde nedense gösterilmemiş olan 1985 yapımı ‘Mad Max Beyond Thunderdome’ serinin en şenlikli ayağıdır. Bütçe bir önceki filmin üç katına çıkmış, özel efektler Universal City stüdyolarında hazırlanmıştır. Bu defa ‘Bartertown’ adlı yerleşim bölgesinde iyi kötü ilkel bir pazar ekonomisi kurulmuştur. Filmin en büyük sürprizi kentin ileri gelenlerinden adalet dağıtıcısı ‘Aunty Entity’yi canlandıran Tina Turner’ın varlığıdır. Rock yıldızının gösterişli yorumu dışında, domuz pisliğinden elde edilen metan gazının başlıca enerji kaynağını oluşturduğu bu pis (!) şehrin yöneticisi olan ‘cüce beyin’ ve bedeni olarak kullandığı dev köle benzeri her biri diğerinden tuhaf ilginç karakterleri ve çok iyi kotarılmış ‘Gökgürültüsü Tepesi Arenası’ndaki estetik dövüş sekansı ile absürd tiyatroyu anımsatır üçüncü film. Max ise ‘Sineklerin Tanrısı’ndan kopup gelmişe benzeyen çocuklar topluluğunun kurtarıcısı olacaktır bu defa. Turner’ın benzersiz şarkısı ‘We Don’t Need Another Hero’ filmin güzel bir anısı olarak belleklere kazınır.

Temel içgüdünün hayatta kalmak olduğu bu distopik dünyanın halen sinemalarımızda gösterilen son model dijital sürümü ‘Mad Max: Fury Road’ adını taşıyor. Bu kez çağımıza uygun olarak petrol savaşı yerini su savaşlarına bırakmış. Çölün ortasında bir vahaya çöreklenmiş muktedir, suya ve insanlara hükmetmektedir. Ölümsüz mehdi olduğunu ilan etmiş olan Joe tüm kadınların ve onların savaşçı olarak yetiştirilmek üzerine ellerinden alınan çocuklarının sahibidir. Bu duruma isyan eden kadın savaşçı Furiosa bebek bekleyen kız kardeşlerini verimli topraklara kaçırmak için harekete geçer. Başta kendi ailesi olmak üzere tüm kurtaramadıklarının hayaletlerinin peşini bırakmadığı Max, bir kez daha gönülsüz destek verdiği kadınlar hareketinde dayanışmayı ve geleceğin dünyasının umut ışığını fark edecektir.

Serinin son sürümü yaklaşık 150 milyon dolar bütçeyle, bir Hollywood gişe canavarı olması beklentisiyle çekilmiş. Ancak deneyimli Miller özgün dünyasının temel dinamiklerini ve absürd enerjisini korumayı, alev makinesi olarak da iş görebilen bir enstrümana sahip savaş gitaristi Coma benzeri ilginç karakterleri hikâyesine yedirmeyi bilmiş. Doğal mekânlarda çekilmiş olan yapım, Avustralya’nın western ikonografisi ile uyumlu uçsuz bucaksız çöllerini yine başarıyla kullanıyor. Miller ustası Sergio Leone’nin stilize planlarını örnek alıyor, filmini bir çöl operası kıvamında sahneye koyuyor. Aksiyon sekansları bir senfoninin allegro kıvamında başlıyor, allegro molto’dan geçerek finaldeki molto vivace bölümde koreografik becerisiyle parmak ısırtıyor. Aradaki andante sekanslarda imparator Furiosa ve diğer kadın karakterler üzerinde yoğunlaşırken Max ve önceleri Valhalla’ya ulaşma derdinde muktedire hizmet eden vahşi genç savaşçının kişisel dönüşümleri maharetle aktarılıyor.

Hem dört başı mamur bir aksiyon, hem de kadın dokunuşuyla distopik western’e sağlam bir halka ekleyen başarılı bir yapım ‘Mad Max:Fury Road’.

(23 Mayıs 2015)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Musa Karagöz’ü Kaybettik

Yeşilçam’ın oyuncu, yapım ve sanat ekibi çalışanlarından Musa Karagöz, 16 Mayıs 2015 Cumartesi günü (bugün) hayatını kaybetti. Karagöz, Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği Meleğin Düşüşü adlı uzun metraj sinema filmi ile Serhat Karaaslan’ın yönettiği Bisiklet, Cahit Çeçen – Ali Sinan Elmaslı’nın yönettiği Tamirci Çırağı ve Cahit Çeçen’in yönettiği Kahpe Devran adlı kısa filmlerde oyuncu olarak; D adlı sinema filminde sanat yönetmeni, Teslimiyet adlı sinema filminde mekan sorumlusu olarak çalışmış; Kahpe Devran adlı kısa filmin ise ayrıca set ekibinde görev almıştı. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Kameran Elinde, Geleceğin Cebinde Olsun

Kameralı telefonlarımız ve video kaydeden cihazlarımız artık her an elimizin altında. Peki ya geleceğimiz emin ellerde mi? 01 Nisan’da başvuruları başlayan Kamera Elinde Geleceğin Cebinde Kısa Film Yarışması, varlıklı geleceğin sırrını en iyi anlatan kısa filmde bu sorunun yanıtını bulmak için geri sayıma başladı. Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) tarafından bu yıl ikincisi düzenlenen Kamera Elinde Geleceğin Cebinde Kısa Film Yarışması’nın son başvuru tarihi 30 Haziran olarak belirlendi.

Kameran Elinde, Geleceğin Cebinde Olsun yazısına devam et

Issız Cuma Mezarlığı’nda Korku Filmi

Siccin 2: Her Canlı Ölümü Tadacaktır, 10 Temmuz’da vizyona giriyor. Yönetmen Alper Mestçi, serinin ilkinde olduğu gibi bu kez de aile dramıyla korkuyu harmanlıyor. Issız Cuma Mezarlığı’nda geçen gerçek bir olaydan esinlenilen hikâyesi ile “İslami Korku” öğelerini seyircisiyle buluşturacak filmin çekimleri Çanakkale’nin Yenice İlçesi, Namazgah Köyü, Nevruz Köyü ve Issız Cuma Mezarlığı’nda gerçekleştirildi. Film, medyada haberlere konu olan “yer değiştiren mezar” etrafında gelişiyor.