Gri Göğün Altında Bir Hamburg

İnsan Avı (A Most Wanted Man)
Yönetmen: Anton Corbijn
Eser: John Le Carré
Senaryo: Andrew Bovel
Müzik: Herbert Grönemeyer
Görüntü: Benoit Delhomme
Oyuncular: Grogoriy Dobrygin (Issa Karpov), Phillip Seymour Hoffman (Günther Bachmann), Willem Dafeo (Tommy Brue), Rachel McAdams (Annabel Richter), Robin Wright (Martha Sullivan), Nina Hoss (Irna Frey), Homayoun Ershadi (Abdullah), Mehdi Dehbi (Jamal), Daniel Bruhi (Maximilian), Vicky Krieps (Niki), Kostja Ullmann (Rasheed), Franz Hartwig (Karl), Derya Alabora (Leyla Oktay), Tamer Yiğit (Melik Oktay), Rainer Bock Dieter (Mohr)
Yapım: Demarest Films-Film4 (2014)

Hollandalı yönetmen Anton Corbijn’in Batı dünyasının önyargılarını casuslar üstünden yansıttığı “İnsan Avı”, sezonun önemli ve değerli filmlerinden. Bir yönüyle bu filmden sonra ölmüş Phillip Seymour Hoffman’a da saygı sunuşu.

İngiliz yazar John Le Carré ve casuslar yine beyazperdede. Bu bile Hollandalı yönetmen Anton Corbijn’in 2014 yapımı sinemaskop “A Most Wanted Man-İnsan Avı” filmini önemli yapıyor. Ama daha önemli ve değerli yapansa, Batı önyargılarına, korkularına ve endişelerine samimi bir anlatımla yaklaşması. Filmin içinde dolaşırken, Çeçen olduğunu söyleyen Issa Karpov’u başlarda uzaktan gösteren ve ilk bakışta Hamburg’a terör eylemi yapmaya gelmiş bir Müslüman olarak algılatıyor. Yönetmen sadece bununla kalmıyor, Müslüman cemaatin apartman dairelerindeki ibadetlerini biraz soğuk bir estetikle yansıtarak bu önyargıyı daha da somutlaştırıyor. Yönetmen bununla da yetinmiyor, Alman vatandaşlığı için başvurmuş anne oğul Leyla ve Melik Oktay’ı da neredeyse bu önyargının içine alıyor. Hikâye derinleştikçe bazı şeyler açılıyor ve merak duygusuyla beraber çarpıcı final anlarına varılıyor. Bu filme dokunurken, sinemaseverlerin merak duygularına ve keşiflerine de saygı sunmak gerekecek. Biliyorsunuz, casusluk filmleri de polisiye sinemanın alt türlerinden biri ve her şey sona kadar devam ediyor.

Issa’nın kaderini izlerken…

Lübnan’da Amerikalıların aceleciliği yüzünden her şey mahvolduktan sonra şimdi Terörle Mücadele Birimi’nde potansiyel terörist Müslümanları ekibiyle takip eden Günther Bachmann, asıl adı Ivan olan Rus-Çeçen karışımı Issa Karpov’u liman şehri Hamburg’a mülteci olarak gelişinden itibaren takibe alıyor. Hep muhbirlerle çalışan Gunther’in buradaki muhbiri de üniversite örencisi Müslüman Jamal. Jamal’ın kim olduğunu filmin derinliğinde keşfediyorsunuz. Issa, Rusya’da korkunç işkencelerden geçmiş, Türk hapishanelerinde yatmış sessiz ve sakin biri. Çember sakallı ve ilk bakışta bir terörist gibi. Issa, bankacı Tommy Brue’yu arıyor. Ama öncesinde yolu bir göçmen Türk ailesiyle kesişiyor. Leyla’nın pazar poşetlerini taşıyan Issa, ailenin döküntü dairesine yerleştikten sonra, Leyla’nın oğlu Melik, göçmenlere yardım eden avukat Annabel Richter’den yardım istiyor. Filmde bundan sonra gerilim yavaş yavaş yükselmeye başlıyor. Gunther, Annabel ve Issa’yı gözetim altında tutarken, Annabel, bankacı Tommy Brue’ya ulaşıyor. Issa’nın bankada yüklüce hesabı olduğunu kanıtlıyor. Issa’nın babasıyla Tommy’nin babası eskiden çok iyi dostlarmış. Issa’nın babası mafya liderlerindenmiş ve kara paraları Tommy’nin babasının bankasına yatırıyormuş. İşte Issa babasından kendine kalan mirası istiyor. Acaba istiyor mu? O inanmış bir Müslüman olarak haram yer miydi? Ölmüş babasına da nefret besliyor Issa. Babası, 15 yaşındaki annesine tecavüz etmiş, annesi İssa’yı doğururken ölmüş.

Bir de Faysal Abdullah var. Abdullah, seminerler yapıp bağışlar topluyor ve açlık ve yoksulluk çeken Müslüman ülkelere paraları yolluyor. Ama Gunther bir şey fark ediyor. Abdullah, Kıbrıs’ta denizcilik faaliyeti yapan “Seven Friends” şirketi üstünden İslamcı terör örgütü El-Kaide’ye gönderiyor. Abdullah, böyle yaparak daima Arap ülkelerinin yoksul halkını sömürmüş Batı’dan intikâm mı alıyor? Yoksa Batı’ya savaş açmış El-Kaide’ye minnettarlığını mı gösteriyor? Filmin ikinci yarısıyla gerilim ve merak duygusu çoğalıyor. Sinema perdesinde dokunmak ve fark etmek gerekiyor. Final bölümünün çok özel olduğunu belirtmeliyiz. Her şey beklenmedik anda oluyor ve bitiyor. Açık uçlu finalde boşluğa düşüyorsunuz. Yönetmen Corbijn, her iyi yönetmen gibi bazı şeyleri seyircilerin hayal gücüne bırakmış.

Yer yer öfkeli kamera…

Yönetmen, çoğu anda hafif el kamerası kullanarak yer yer öfkesini de dışarıya çıkartabilmiş bu estetik alıştırmalarıyla. Ama asıl çarpıcı olansa gri bulutlar altındaki ıslak bir liman şehrini, romantizmden uzaklaştırarak gerilim yüklü bir şehre dönüştürmüş. Büyük Fransız kameraman Benoit Delhomme’un, hem iç hem de dış mekânlardaki çerçeveleri ilham verici. Delhomme, Vietnamlı usta Tran Anh Hung’un 1993’teki “Miu du du Xanh-Yeşil Papayanın Kokusu” ve 1995’teki “Xich ho-Bisikletçi” filmlerinde unutulmaz çerçeveler oluşturdu. Cédric Klapisch’in 1996’daki “Chacun Cherche son Chat-Herkes Kendi Kedisini Arar” filmini de hatırlamalı.

Gunther, Hamburg için filmin bir yerinde, yurtsuz kalmış olanlara kapılarını açtığını hatırlatıyor bu liman şehrinin. Burası göçmenler şehri olmuş hep. Hamburg, bir kanallar şehri de ayrıca. Bu şehre âşık olma ihtimaliniz var. Filmdeki bazı anlar da unutulmaz. Gizli bir yerde, Gunther ve ekibinin Annabel’i sorguya çekmeleri, gizli kamerayla ve sesle Issa’nın izlenmesi gibi. Ama Abdullah’ın bankada kâğıtları imzaladığı sahnedeki gerilim gerçek anlamda insanı geriyor. Zaman adeta yavaşlıyor, üstünüze kasvet çöküyor ve koltuğunuzda hafifçe kıvranıyorsunuz bu anlarda. Tam anlamıyla Hitchcock ruhuyla. Elbette Annabel ve Issa’nın peşlerindeki ajanlardan kaçma sekansı da unutulmaz. Özellikle de metro anları.

1955 doğumlu Hollandalı yönetmen Corbijn’in 2007 yapımı siyah-beyaz ve sinemaskop “Control-Kontrol” filmini görmüştük. İngiliz müzisyen Ian Curtis’in kısa süren hayatını anlatıyordu film. Yönetmenin 2010 yapımı “The American-Centilmen” suç-geriliminden hatırlayabilirsiniz. Bu filmin en hüzün verici tarafıysa Phillip Seymour Hoffman. 2014 yılında öldü ve sinemanın önemli kayıplarından biri. Özellikle bu filmdeki performansını görünce daha iyi anlıyorsunuz bunu. Hoffmann, 2005 yılında Bennett Miller’ın “Capote” filmiyle “En İyi Erkek Oyuncu” dalında Oscar kazanmıştı. Corbijn’in “İnsan Avı” filmini sinema perdesinde görmek gerek. Son jenerikte Tom Waits’in “Host That Rag” şarkısında sesini duymak insana iyi geliyor. Müzik de muhteşemdi. Bir itiraf, dinden ve kuşatıcılığından korkuyordum. Korkum ve endişem bu filmden sonra da devam ediyor, üzgünüm.

(03 Eylül 2014)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com