Kısa bir beraberliğin, Cuma gecesinden Pazar akşamına yaşanmış duygusal bir birlikteliğin öyküsü ‘Hafta Sonu / Weekend’. Richard Linklater’ın 1995 yapımı ‘Gündoğumundan Önce’sini hemen akla getiren, kısıtlı bir sürede yoğun yaşanmış duyguların farklı bir çeşitlemesi izlediğimiz. Kurguculuktan gelme Andrew Haigh’ın büyük ilgiyle karşılanmış bu ikinci uzun metrajının karakterleri eşcinsel. Fakat kendisinin de bir söyleşisinde ifade ettiği üzere, bu onları tanımlayan tek öğe değil. Kapalı yüzme havuzunda cankurtaranlık yapan Russell ile sanat galerisinde çalışan Glen’in birliktelikleri bir gecelik ilişki olarak başlıyor. Dışa dönük Glen ile eşcinselliğini yakın dostlarından başkalarına açamamış Russell’ın farklı hayatları devreye giriyor daha sonra. Toplumda nasıl karşılandıklarını, duygusal anlamda ne gibi sıkıntılar çektiklerini tartışıyorlar. Özlemlerini, sıkışmışlıklarını konuşuyorlar. 14. katta oturmasına rağmen camlarının taşlanabileceği korkusunu üzerinden atamamış Russell’ın korkularına şahit oluyoruz. Orta sınıftan Glen daha özgüvenli. Koruyucu aile yanında yetişmiş işçi sınıfından Russell çok daha ürkek. Seks, uyuşturucu ve içten itiraflarla yüklü yoğun saatlerde isyanlarını paylaşıyorlar. Ancak kısa bir beraberliktir bu. Glen, Pazar akşama doğru her şeyin çok daha farklı olacağını düşlediği Amerika’ya uçmaya hazırlanmaktadır.
Daha önce ‘Gladyatör’, ‘Cennetin Krallığı’ benzeri gösterişli Amerikan yapımlarında kurgu asistanlığı yapmış olan İngiliz yönetmenin küçük bütçeli bu bağımsız çalışması haftanın en ilgiye değer filmi. Melodramın tuzaklarına düşmekten ustaca sıyrılmış Haigh. Ekonomik diyalogları karakterlerinin dertlerini doyurucu bir biçimde aktarıyor izleyiciye. Yine söyleşisinde ifade ettiği üzere, kamusal alan tartışması üzerine kuruyor filmini. Korunaklı evlerine yahut sınırları çizilmiş ghetto’larına hapsedilmiş olarak yaşadığını düşünen eşcinsel çiftlerin, hayatlarını kamusal alanlarda özgürce yaşayabilme arzularının altını başarıyla çizmiş. Finalde zum kullanarak çektiği üç dakikalık kesintisiz plân bu açıdan anlamlı ve etkileyici.
Minimalist çalışmasında görsel dünyasını titizlikle kuran İngiliz yönetmen, özgün film müziği kullanmamış. Buna karşılık özenle seçilmiş güncel şarkılar eşlik ediyor karakterlerinin inişli çıkışlı hayatlarına. Gerçek mekânlarda, gece kulübü, lunapark benzeri bölümlerde figüran kullanmadan gerçek insanlarla çalışmayı yeğlemiş. Senaryosunu kendi yazmış, filmin kurgusunu bizzat üstlenmiş. Oyuncuları da çok iyi. Sinemadaki ilk başrollerinde Chris New ve Russell kompozisyonuyla İngiliz Bağımsız Sinema ödüllerinden birini kapmış olan Tom Cullen gelecek vaad ediyor.
Yönetmen Andrew Haigh, şimdilerde HBO yapımı bir televizyon dizisiyle adından söz ettiriyor. San Fransisco’da yaşayan üç eşcinsel arkadaşın ilişkilerini anlatan ‘Looking’in, farklı dünyaları ezberlenmiş kalıpların ötesinde ele alışı ve San Fransisco kentini olanca güzelliğiyle tasvir edişi ile övgü aldığını son bir not olarak düşelim.
(11 Ağustos 2014)
Ferhan Baran