Türk Sinemasının -başlangıçtan beri değil ama- ezeli dertlerinden biri sansür-dür. Konu, iki kapsamlı “doktora tezi”nde ele alınmıştır. (Sinematoğrafik Hürriyet / Dr. Jur. Âlim Şerif Onaran – Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Sinema Filmlerinin Sansürü / Dr. Özkan Tikveş.) Bu tez-ler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde savunulmuş ve sahiplerine “hukuk doktoru” ünvanı kazandırmışlardır. Sn. Onaran, daha sonra yazdığı Lütfi Ömer Akad’ın Sineması isimli kitabı ile “doçent” ve Muhsin Ertuğrul’un Sineması isimli kitabı ile de “profesör”lük ünvanları alarak sinemamızın ilk profesörü olmuştur.)
Yılmaz Güney’in Umut filmi tamamlandıktan sonra, sansür-le başı derde girmiş bir süre gösterime çıkamamıştır. O zamanlar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olduğumdan ve Yılmaz Güney’i yakından izlediğimden bu filmi görmek istiyordum.
Film, vizyona çıkmadan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde gösteriminin yapılacağını öğrendim. Gösterim günü ODTÜ’ne gittim ama gösterim salonunun girişinde uzun kuyruklar vardı. Uzun süre bekledim, sanırım gösteri de yapılmadı, çaresiz geri döndük.
Sonradan, filmi Hukuk Fakültesi Sinema Kulübü’nün göstereceğini öğrendim (dört bilet aldım, kendime, anneme ve kuzenlerime ) gösterime gittik. Gösterim öncesi As. Uğur Mumcu elinde Tikveş’in kitabı ile kürsüye çıktı ve kısa bir konuşma yaptı.
Söylediği, o zamanlar filmlerin denetlenmesinin yapıldığı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ve ona dayanan Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne dair Nizamname’nin 7. maddesinde sayılan 10 bentteki, film yasaklama nedenlerine girmeyecek herhangi bir filmin olmadığı idi. Yeter ki, filmi yasaklama niyetiniz olsun, bu maddelerden herhangi birine sokmak -yorumlamaya dayanarak- mümkündü.
Şimdi, o zamanlar gösterime çıkan filmlere bakıp, bu madde (hiç) uygulanmamış demek, abes bir şeydir, o maddeye dayanarak yasaklanan filmleri düşünmek, o günleri yaşayanlar için (belki) bir hicrandır ama bunun lâfını etmek, bugünkü kuşak için hiç bir şey ifade etmez.
Bu gösterime hazırlanan yerli filmler için böyle idi, tabii ki bunun kapsamına yabancı filmler de giriyordu. Filmlerin tamamen yasaklanması yanında, kesilerek gösterimine izin verilenlerde aynı madde kapsamında işlem görüyordu.
Yapılan sansür uygulamaları ile, yalnızca bir örnek vereceğim. Stanley Kubrick’in Paths of Glory (1957) isimli filmi ülkemizde yasaklanır. Yasak nedenini söylemeden önce açıklanması gereken bir şey var, film siyah/beyaz-dır. Bu önemli mi denemeyin, bazı kişiler için önemlidir*.
Film (Paths of Glory), kendi ülkesinde (A. B. D.) gösterilirken biz yasakladık. Neye dayanarak? FFSKN.nin 7/G maddesine dayanarak. Bu madde ne idi: “Askerlik şeref ve haysiyetini kıran ve askerlik aleyhine propaganda yapan…” 7/G işte bu idi.
Film, 1. Dünya Savaşında Fransız ordusunda yaşanmış bir olaya dayanıyordu. Savaş sırasında taarruz etmeyen bir -küçük- birlik, bu nedenle askeri mahkemede (divan-ı harp!?) yargılanır ve mahkûm edilirler. Bu olayı anlatan film, sansürümüzce, “askerlik aleyhine propaganda” yapması nedeni ile ticari sinemalarda gösterilmesi yasaklanır, yıllar sonra ise tek kanal televizyonda (TRT) gösterilir!
Sansür hakkında yazılacak çok şey var, aslında bir yazı boyutunu da aşar. Zaten bu yazının konusu genel bir araştırma yapmak değil, kalktığı söylenen (!!) sansürün postmodern bir uygulama örneğine dikkat çekmek.
Filmin adı, Nymphomaniac, yönetmeni Lars von Trier. Lars von Trier değil de filmi Dogville denildiği zaman, oturuyorsam ayağa kalkıp ceketimi ilikliyorum. Film beni öyle etkiledi. Sonradan von Trier’in başka filmlerini de gördüm, hatta Dogville’nin devam bölümünü bile ama hiç biri beni Dogville kadar etkelemedi.
Şimdi, Nymphomaniac filminin yasaklandığını gazetelerden okuyorum, tepkileri de ama hepsinden ilginç olan şey, filmin ticari sinemalarda yasaklanması fakat Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilebileceği.
Şimdi düşünelim, festivalde filmleri kim seyreder? Sinema Yazarları (SİYAD üyeleri) zaten filmi basın gösteriminde izlediler, (maalesef ben izleyemedim). Festivalde -zaman ve seans bakımından- kısıtlı gösterimlerinde, bilet bulabilen herkes filmi izler. Peki bu yasak kime?!!!
Zaten -istisnai filmler hariç- sinemanın belirli bir seyircisi var. Bazı filmler için bu seyirci kitlesi genişleyebilir. Ayrıca ne gösterirse göstersin, von Trier herkesin zevk alabileceği bir sinemacı değil! (Yukarıda Dogville hakkındaki düşüncemi söyledim, sinema ile ilgilenen bir arkadaşım ise “o tarz filmler “i beğenmediğini -sinemasını beğenmediğini- söylüyordu.)
Tüm bunlara rağmen, Lars von Trier’in filmini genel sinemalar için yasaklayıp, festivalde gösterim izni vermek, -son yıllarda iktidar sahiplerinin yaptıkları gibi- toplum içinde ayrımcılık yapılmasının son (ve -güya- değişik) bir örneği. Onun için bu yazının başlığı SANSÜRÜN BÖYLESİ… Bizim gibi normal kişilerin düşünebileceği bir yöntem değil, pozisyonum gereği -sadece seyirciyim- herhangi bir hukuki girişim yapmak durumum var mı? İlgililer mutlaka yapmalı!
“Sansürün böylesi” derken, sansürün şimdiye kadar olmayan bir kulvara girdiğini söylemek istiyorum. Yoksa çok farklı, değişik sansür uygulamaları olduğu gibi, film engellemelerinde (ve bunların çözümlenmelerinde ) farklı görünümler olmuş ve bunlar (nerede ise) sinemamız tarihi ile özdeşleşecek olan sinemamızdaki sansür tarihine gömülmüştür.
“Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür – İnsan belleğinin unutmak gibi maluliyeti (kusuru) vardır.” Toplumumuzun bu kusuru, sinema (sansürü) konusunda da geçerlidir ama unutmayalım ki, tarih (sinema bir kültürel olay-dır), kültürel tarih, hiç olmayacak zamanlarda kendini, üstü örtülmek istenen şeyleri hatırlatır. Hatırlanmalıdır da.
(14 Mart 2014)
Orhan Ünser