Geçtiğimiz dönemin en heyecan verici sinemasal kitabı Douglas Kellner’in “Sinema Savaşları” (Metis) idi kanımca. Öncelikle, “Jack Ryan / Gölge Ajan”ı seyrettikten sonra Kellner’ın tespitlerinin ne kadar yerinde olduğunu söyleyebilirim. Takip edebildiğim kadarıyla Jake Gyllenhaal’lı “Yaşam Şifresi”nden başlayarak, ‘derdi o değilmiş gibi yapan’ kimi filmler, ABD’nin yakın dönem politikalarını aklama işlevini üstlenmiş gibiler. Müslüman coğrafya ve Koreliler yetmemiş olacak ki, -son “Zor Ölüm”den de hatırlanabilir- Rusya’ya rağbet başladı. Tek kutuplu dünyada yaşamanın verdiği sıkıntının farkında olan Hollywood yapımcıları, bu düşman kıtlığında eski defterleri açmaya pek meraklı görünüyorlar.
Süper kahramanlar ve sonra da Bond’un yaşadığı ‘içe çekiliş’in tamamlandığına işaret eden yeni görüntüler, farklı bir bellek oluşturma çabasını da işaret ediyor olabilir. Demek ki hafızasından yana dertli olan tek toplum biz değilmişiz bu dünyada!
*****
Kellner; Bush ve Chenney dönemini merkezine aldığı incelemesinde Hollywood’u bir mücadele alanı olarak nitelendiriyor. Michael Ryan ile birlikte, bizde daha önce yayımlanan klâsik eserinde (“Politik Kamera”, Ayrıntı) temellerini attığı tezlere dönüş yapan yazar; terörizm, savaş ve militarizm eksenli film okumaları gerçekleştiriyor. Animasyonlardan belgesel ve kurmacaya bir dizi önemli filmin yer aldığı inceleme, ele alınan süreçte verilen sınavın hiç de başarısız geçmediğini ve Bush’un teşhirinin yeterince sağlandığını iddia ediyor.
Yazarı derhal yeni bir kitaba yöneltmesi gereken günümüz popüler sinemasına bakıldığında ise olgulara iyimser bir bakış atmanın olanaksızlığı dikkat çekici hale geliyor. Paranoyayı tetikleyen onlarca yapım, geçtiğimiz yıl gösterime giren rekor sayıda distopik film yetmezmiş gibi, şimdi de terörizm ve “dış mihrak” söylemi yeniden köpürtülmeye çalışılıyor.
Sıradan görünümlü beyaz kurtarıcının Hollywood tarihiyle yaşıt maceralarına yenisini eklediği bu filmlerde dikkat çeken ayrıntı, ana karakterlerin bir savaş gazisi olması. Irak ya da Afganistan’da dünyanın bağımsızlığına katkı koyan ‘esas oğlanlar’ (!), ülkeleri için yeterince kan ve gözyaşı dökmemiş gibi, sonraki yıllarda da terörle mücadele etmeye çalışıyorlar.
*****
Beyaz Saray’ın bir gün düşeceği veya uzak coğrafyalarda cirit atan teröristlerin (ya da uzaylıların!) işgale yelteneceği korkusunu gündemden düşürmek bilmeyen bu filmlerin, onca kıyamete rağmen ikna edici olamadıkları ise altı çizilmesi gereken en önemli mesele. 80’lerdeki Rocky, Rambo filmlerini hatırlayın lütfen. Olanca karton boyutuna karşın Ivan Drago’yu gözünüzün önüne getirin. “Düşmanın” sahiciliğinden ve hayatın içinde elle tutulur, gözle görülür olmasından olsa gerek, şimdiki düşman imgelerini cebinden çıkarırdı!
Günümüz düşmanları herşeyden önce varlıklarını kanıtlamaları gereken zor bir dönemden geçiyorlar. “Medenî dünyaya” ve ABD’ye husumetlerinde ideolojik / politik tutum devre dışı kalınca, “Jack Ryan”daki gibi kişisel meseleler devreye giriyor; oğlunun / kızının intikamını almak gibi klişelerden medet umuluyor. Yazık!
Söz Rocky’den açılmışken; serinin 3. filminde Clubber Lang (Mr. T), gününü gün eden ve şöhretin tadını çıkaran kahramanımıza “uğrunda dövüşeceği hiçbir şeyin kalmadığını” söylüyor ve sadece bu nedenle de olsa onu yeneceğini haykırıyordu. Cesaretinin altında bir zavallı yatan Lang, Stallone’yi dahi aşan biçimde bütün mücadelenin sınıfsal duruşla alakalı olduğunu haykırıyordu. Böyle düşmana can feda!
*****
Yeni (eski) düşmanlar ve kurtarıcılar cephesinde savaş, hız kesmeden sürüyor sizin anlayacağınız!
(05 Şubat 2014)
Tuncer Çetinkaya