Acemi Gladyatör

Iginio Straffi’nin yönettiği ve Mert Fırat, Ceyda Düvenci, Julianne Hough ile Belen Rodriguez’in seslendirdiği animasyon film Acemi Gladyatör (Gladiatori di Roma – Gladiators of Rome), 01 Kasım 2013’de Tiglon Film dağıtımıyla Filma Ltd. tarafından vizyona çıkarıldı.
Gladyatörler arasında büyüyen Timo’nun dövüş ve gladyatörlükle pek alakası yoktur, hafif kiloludur. Ancak General Chirone’nin kızı Lucilla’nın Yunanistan’daki eğitiminden gelmesi ile her şey değişir. Lucilla’yı elde etmeyi aklına koyan Timo, bir gladyatör eğiticisi olan Diana ile karşılaşır ve hayatının en önemli dövüşüne hazırlanır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • İnsan Endişeden Yaratılmıştır

    Euripides’in başlıkta yer alan tümcesiyle açılıyor ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’. Sinemamızın son dönem en yaratıcı isimlerinden Onur Ünlü’nün bu yeni çalışması, Fars dilinin usta şair filozofu Sadi-i Şirazi’nin ‘bir dirhem et, birkaç damla kan, bir yığın endişe’ olarak tanımladığı insanoğlunun varoluş sorunsalı üzerine.

    Mekân bu kez şirin bir Ege kasabası. Ünlü’nün babasının memleketi Akhisar’da yaşayan kasabalıların her birinin olağanüstü güçleri var. Kimi duvarın içinden geçebiliyor, kimisi eliyle ateş ediyor, akıl almak için başvurulan öğretmen ironik bir biçimde görünmezdir vs. Öykünün merkezindeki, yan hakemlik de yapan berber Cemal, duvarların ardını görebilme özelliğine sahiptir. Ancak bu özel güçler, karton Hollywood süper kahramanları gibi huzur getirmez onlara. Yaşamın anlamı ya da anlamsızlığı üzerine derin derin düşünür Cemal. ‘Sen de sonunda ölecek olan birisin. Bu dünyanın derdini çözmenin imkânı yoktur’ gibisinden lâflar eder. Ünlü’nün sözleriyle “İnsan dünyaya fırlatılıp atılmıştır ve çaresizce debelenmektedir. Bundan dolayı temel duygusu ‘ayrılık’ bunun tezahürü de ‘hüzün’dür. İnsan yabancılaşınca güler, ancak anlık yabancılaşma onu hüznünden koparmaz”.

    Bu söylem doğrultusunda trajik olanla komik olan iç içedir Ünlü’nün yapıtında. Yönetmen önce kasabalıların hikâyesini kurmuş. Ve dramatürjik açıdan sağlam bu öykünün içine fantastik unsurları yerleştirmiş. Böylece trajik olanla komik olanın birlikte akmasını sağlamış. Fantastik unsurlar filmin görselliğini de büyük ölçüde beslemiş. İnsanoğlunun acıklı ve komik yanını birlikte ele alırken, kendine özgü absürdünden büyük destek almış Ünlü. Ve bu absürdü, metaforların düz anlamıyla kullanılmasıyla gerçekleştirmiş çoğunlukla. Devamlı dert dinleyen doktor İrfan düz anlamda kan ağlıyor. Defne ile Cemal’in başlarına taş yağıyor. Ya da iki sevgili aşık olduklarında mutluluktan fiziki olarak havaya uçuyorlar vs.

    Onur Ünlü yönetmen olduğu kadar yazar olarak da önemli bir isim. Bu son çalışması, Shakespeare’in 28 numaralı sonesindeki bir dizeden (‘when sparkling stars twire not thou gild’st the even / yıldızlar kör olduğunda sen aydınlatırsın geceyi’) aldığı isminden başlayarak edebi bir tad vaat ediyor. Örneğin, Cemal’in yetim öksüz fabrika kızı Yasemin’den Shakespeare dizeleriyle özür dilediği sahne ‘Romeo ve Juliet’in balkon sahnesine gönderme. Ancak Cemal’in elinde işkembe torbasıyla sahneye dalması şiirsellik ve mizahın Ünlü usulü kıvamında dengelenmesini sağlamış.

    Şehrin çılgın kalabalığından ve gürültüsünden uzakta, olabildiği en kendine yakın halinde, huzurlu ve dingin gözüken bir doğal kasaba ortamında bile varoluş endişesiyle debelenen karakterlerinin hikâyesi için özellikle Akhisar’ı seçmiş Ünlü. Filmin mükemmel siyah-beyaz estetiği yine kendi tercihi. İnsanoğlunun bu komik olduğu denli hüzünlü hikâyesinin karakterleri, dört başı mamur bir oyuncu kadrosu tarafından canlandırılmış. Başta berber Cemal’de harika Ali Atay ve Yasemin’de Demet Evgar olmak üzere, ‘Leyla ile Mecnun’ ekibine ilâveten irili ufaklı yan rollerde gözüken Ercan Kesal, Nadir Sarıbacak, Tansu Biçer, Ezgi Mola gibi önemli isimlerin katkılarıyla toplu bir oyunculuk şöleni izliyoruz. 32. İstanbul Film Festivali En İyi Film, senaryo ve kurgu ödüllü ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’, ülkemiz sinema hasadının bu yılki en parlak örneklerinden biri. Kaçırmayın.

    [‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul’da Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sinemaları’nda; ‘Onur Savaşı / Jagten’ ve ‘Frances Ha’ ile birlikte dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir. Diğer iki filme ait yazılarıma (*) sadibey.com arşivinden ulaşabilirsiniz.]

    (*) Onur Savaşı / Frances Ha

    (04 Kasım 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]

    Tomris Oğuzalp’i Kaybettik

    Sinema ve tiyatromuzun sevilen oyuncularından Tomris Oğuzalp, 28 Ekim 2013 Pazartesi günü (bugün) sabaha karşı 04:30 sularında hayatını kaybetti. Oğuzalp, kısa bir süre önce beyin kanaması geçirmiş, bir süre hastanede kaldıktan sonra taburcu edilmişti. Ankara Devlet Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu ve Kent Oyuncuları’nda sahneye çıkan sanatçı sinemaya 1953 yılında Sarı Zeybek filmi ile başladı, Kurbağalar, Körebe, Milyarder, Teyzem, Suçlu, Çözülmeler, Afife Jale, Avcı, Yüreğine Sor gibi filmlerde ve TV dizilerinde rol aldı. Cenazesi 28 Ekim Pazartesi günü (bugün) Üsküdar Şakirin Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhumeye tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
    Tomris Oğuzalp’i Kaybettik yazısına devam et

    Mr. Banks

    John Lee Hancock’un yönettiği ve Emma Thompson, Tom Hanks, Colin Farrell ile Paul Giamatti’nin oynadığı Mr. Banks (Saving Mr. Banks), 07 Şubat 2014’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Gerçek olaylara dayanan Mr. Banks, Disney klâsiği Mary Poppins’in beyazperdeye taşınma hikâyesinin bugüne kadar hiç anlatılmayan perde arkasını ve efsanevi Walt Disney ile yazar P. L. Travers arasındaki neredeyse her şeyi raydan çıkaran hırçın ilişkiyi konu alıyor. Walt Disney’in kızları kendisine en sevdikleri kitap olan Mary Poppins’in filmini çekmesi için yalvardıkları zaman Disney onlara söz vermişti ancak bu sözü 20 yıl sonra gerçekleştirebildi.

    Mr. Banks yazısına devam et

    Frances’in Tek Kişilik Dansı

    ‘Frances Ha’ çağdaş Amerikan bağımsız sinemasının güçlü örneklerinden biri. Üniversite eğitiminin ardından New York sokaklarını mesken tutmuş 27 yaşındaki taşra kökenli genç bir kadının büyük şehirde varolma savaşı izlediğimiz. Güvenli aile kucağından uzakta, aynı evi paylaştığı Sophie’ye sırtını dayamıştır Frances. ‘Artık seks yapmayan lezbiyen bir çift gibiyiz’ diye tanımlar birlikteliklerini. İki genç kadının büyük hayalleri vardır. Dünyayı ele geçireceklerdir. Kankasını yalnız bırakmamak için birlikte olduğu erkek arkadaşından bile vazgeçer Frances. Ancak Tribeca’da başka bir evi paylaşma uğruna, Sophie kolayca satar yakın dostunu, daha sonra da kariyeri sağlam adımlarla ilerleyen bir adamla evlenmeye karar verir. Frances kaldığı yerden tek başına devam edecektir. Tutkulu olduğu modern dans kariyerinde yükselmeyi, asistan dansçı olarak çalıştığı performans grubunun asli üyesi olmayı hedeflemektedir. Lakin büyük şehrin rekabeti de büyüktür. Başka dostlukların izini sürer. Parasız kalır. Çok bunaldığında Sacramento’daki aile ocağına sığınır. Ne var ki taşranın huzurlu olduğu denli boğucu atmosferi ona göre değildir artık.

    Amerikan bağımsız sinemasının saygın isimlerinden Noah Baumbach, metropolün acımasız rekabet ortamında varolma mücadelesi veren çağdaş genç kuşağın hikâyesini özellikle siyah beyaz çekmiş. Renkli ışıklar altındaki New York’ta gencecik insanların at yarışı misali koşuşturmaları o denli renkli değil çünkü. Biraz mizah, biraz hüzün, çokça da yalnızlık içeriyor. Hikâye büyük ölçüde Frances’i canlandıran Greta Gerwig’in özyaşamsal anılarından beslenmiş. Baumbach’ın bir önceki çalışması, Ben Stiller’lı ‘Greenberg’de (2010) uzun süreli ilişkisinden yeni çıkmış tedirgin Florence olarak izlediğimiz yetenekli genç oyuncu bu defa, en sıkıntılı anlarında bile tebessümü yüzünden eksilmeyen Frances’te harikalar yaratırken senaryonun da ortağı olmuş.

    Metropol cangılında uğraş veren genç kuşağın hikâyesi derken, halen Digiturk’te yayınlanmakta olan ve otobiyografik hikâyesi büyük ölçüde yaratıcısı ve baş oyuncusu olan bir başka New York savaşçısı Lena Durham’ın anılarından kaynaklanan ‘Girls’ adlı diziden söz etmemek olmaz. Dizinin ‘Hepimiz, bizi istemeyen bu şehrin gönüllü kölesi olmuşuz’ diye dertlenen Hannah’sı ile Frances bir elmanın iki yarısı gibiler. Lena Durham’ın ya da dizideki adıyla Hannah’nın erkek arkadaşı rolündeki Adam Driver’ın Baumbach’ın filminde Frances’in ev arkadaşlarından biri olarak benzer bir karakterde boy göstermesi ise hoş rastlantılardan bir diğeri.

    Siyah-Beyaz ‘Frances Ha’, bağımsız sinemanın atası ‘Yeni Dalga’ akımının benzersiz örneklerine saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmemiş. Truffaut imzalı ‘400 Darbe / Les Quatre-Cent Coups’nun ünlü tema müziği ‘L’Ecole Buissonnière’, aralarında Godard’ın ‘Le Mépris* / Nefret’inden Camille’in temasının da bulunduğu Georges Delerue melodileri ses kuşağında yankılanıyor.

    Bunca detayın ardından Frances’in ‘Ha’sı ne anlama geliyor diye merak ettiyseniz o da sürpriz olarak kalsın. Frances’in varolma mücadelesi metaforuna güzelim final sahnesinde kendiniz tanık olun.

    (Frances Ha, ‘Başka Sinema’ projesi kapsamında İstanbul’da Beyoğlu Beyoğlu; Kadıköy Rexx; Altunizade Capitol Spectrum; Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sinemaları’nda dönüşümlü seanslarda gösterilmektedir.)

    * Küçümseme

    (30 Ekim 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]