Sinema, bir sanat olduğu kadar, bir ticari ilişkiler bütünüdür; senaryo yazımı aşamasından, bu faaliyetin ürünü olan filmlerin sinemalarda seyirci ile buluşmasına kadar birbirinden farklı alanlarda düzenlenmiş (veya düzenlenmemiş) özel hukuk ilişkilerinin oluşturduğu bir bütün. Bunun yanında, sansür (senaryo ve sonra filmlerin denetlenmesi) nedeni ile de, devlet ile kamu hukuku alanında ki ilişkileri yer alır. Fakat bütün bu olgulara rağmen, bugün hâlâ bu alanda tüm ilişkileri kapsayacak bir yasal düzenleme yapılmamıştır.
Sinema, matbaa’nın tersine bulunuşundan, yaklaşık 300 yıl sonra değil, hemen sonra İmparatorluğa gelmiştir. Lumière kardeşlerin değişik yerlerde çektikleri filmleri göstermek için ülkeye gelen adamları aynı zamanda sarayda da gösteriler ve İstanbul’da (başka yer de olabilir…?) çeşitli çekimler yapmışlardır. Bunlar içinde hareket halindeki kayık içinde Haliç’te çekilen görüntüler için “ilk” kaydırma / travelling örnekleri olduğu söylenir (ne derece doğrudur?). Sinema (film gösterimi) önce düzensiz, sonra düzenli gösterilerle halka açılır (giderek yerleşik sinemalar açılmaya başlar.)
Sinemanın bu durumunun yanında, batıdan da gelmeye başlayan tiyatro örneklerinin yanında toplumumuzun geleneksel gösteri sanatları da devam etmektedir ki, bu alanın düzenlenmesi gereği duyularak bu konuda bir imtiyaz çıkarılır.
Tiyatro konusunda böyle bir imtiyazın çıkarılması sonrasında sinema konusuna da bir düzenleme ihtiyacı duyularak “1903 Sinemaograf İmtiyazı” çıkarılmıştır. Tam adı ile: “Memâlik-i Şahanede Sinematograf Temâşa Ettirilmesinin Şerâit-i İmtiyâziyyesi” . Öncelikle söyleyelim ki, İmtiyazname -adından da anlaşılacağı gibi- film gösterimi hakları ile ilgilidir ve film çekimi aşaması hakkında değildir; bu şekli ile çıkarılmış bulunan İmtiyazname, hiç bir zaman yürürlüğe konulmamıştır.
1903 Sinematograf İmtiyazı hakkındaki yazı, University College London da doktora öğrencisi Özde Çeliktemel – Thomen imzası ile Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ocak 2013 tarihli 229. sayısında 26 – 32. sayfalarında yer almaktadır. Yazı sonuna “İmtayaz”ın 26 maddeden oluşan metni de bulunmaktadır.
O günlerde henüz kurmaca film üretimimiz başlamadığı için, çekilen filmler gerçek görüntülere (!) dayanmasına rağmen, filmlerin -o gün anlayışı ne idi bilemiyorum ama yinede- görüntülerinin bağlanması (kurgulanması?) farklı sonuçların alınmasını / alınabilmesini sağlayacaktır. Bu nedenle çekilen görüntülerle, perdeye yansıtılacak görüntülerin farklılığı ortaya çıkacaktır. Bu şekilde elde edilmiş görüntüler, sinema olarak isimlendirilmiş olsalar da, -sonuçta bu doğru bir isimlendirmedir-, kurmaca bir film olmadıkları için -hiç bir zaman yeterli bir kaynak bilgisi olmayan sinemamızda- kayıtlarına sağlıklı bir şekilde rastlamak mümkün değildir. Ayrıca ilk konulu (kurmaca) filmimizin tamamlanan ilk örneğinin 1917 yılında yapıldığını düşünürsek, 1903 yılında çıkarılmış imtiyaznamenin uygulanabileceği bir film ortada yoktur. Belki uygulanmama nedeni bu olabilir, fakat çıkarılmış olması, filmlerin çekim aşamasında denetim dışı olmasına bir çözüm olarak, gösterim sırasında denetlemek akla geliyorsa da, bu doğrudan bir şekilde imtiyazname de yer almamaktadır. Ancak 15. maddede, temaşa ettirilecek (seyrettirilecek) her manzara, Saltanat memurlarının tasdik ve tasvibine bağlanmaktadır. 16. madde de, yabancı ülkelerden gelecek menazırın (manzaraların / görüntülerin) adap ve ahlâka münafi (faydalı) olmayanlar umuma temaşa ettirilmeyecektir. İmtiyazname, filmlerin hazırlanması ile değil, “…Memalik-i Şahanede Sinematograf Temaşası…” ile ilgilidir (ve 35 yıllık bir süre ile verilmektedir.)
İlk konulu filmimizin 1917’de yapıldığını düşünürsek, 1903’de çıkarılan (ve hiç yürürlüğe konulmayan) bu imtiyaznameden, ilk filmin yapılmasına kadar geçen sürede, imtiyazname koşullarına uygun olarak yapılmış kaç tane (!!?) veya dışarıdan getirilmiş kaç tane (?) film olabilir. Bu gün, ilk kurmaca filmimizden (1917) önce yapılmış her tür film için -belli-, bir belirsizlik hakim iken ve bunlar hakkında hemen hiç bir bilgi yok iken, gösterimlerin ne koşullarda yapılacağını ve ne sonuçlar doğuracağını düşünmek, sonuçsuz kalacak bir çabadan başka bir şey olmaz. Yalnız, tiyatro alanında verilmiş bir imtiyaz (Güllü Agop) benzerinin, sinema alanında da düşünülmüş (ve kaleme alınmış) olması, yine de hayli ilginç bir olgudur.
Bu gün (2013 bitiyor) hâlâ sinemamızın, yeteri kadar hukuki bir tabanının olmaması, -yapılmış 8.000’i aşkın filme rağmen- piyasaya ne kadar ciddi bakıldığını göstermektedir. Bunda sinema ile ilgili her katmanın alacağı paylar olmalıdır. 1903’de çıkarılan sadece ‘gösterim imtiyaznamesi’dir, bugün ortamı düzenleyen yasal hükümlerin -ortada kalan sektör ne ise!- ne kadar uygulandığı, sektörün hangi gereksinimlerine cevap verdiği ise tam olarak biçimlendirilmiş değildir.
Yine de…
(28 Temmuz 2013)
Orhan Ünser