Aslı Özge’nin İkinci Filmi Hayatboyu Dünya Galasını 63. Berlin Film Festivali’nde Yapıyor

İlk filmi Köprüdekiler ile İstanbul, Adana ve Ankara Film Festivalleri’nde En İyi Film ödüllerini alan Aslı Özge’nin yeni filmi Hayatboyu, dünya galasını 07 – 17 Şubat 2013 tarihlerinde düzenlenecek 63. Berlin Film Festivali’nin Panaroma Special bölümünde yapacak. Galası Berlin’deki Kino International’da yapılacak olan filmin çekimleri İstanbul, Ankara, Bolu ve Van’da gerçekleştirildi. Başrollerini Defne Halman ile Hakan Çimenser’in paylaştığı Hayatboyu, sorunlarının çözümü ayrılık olabilecekken birbirlerinden kopamamanın duygusal sıkışıklığını yaşayan evli bir çiftin hikâyesini anlatıyor.

  • 1 / 2
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Aslı Özge’nin İkinci Filmi Hayatboyu Dünya Galasını 63. Berlin Film Festivali’nde Yapıyor yazısına devam et
  • Şili Halkı Pinochet’e No Derken

    No
    Yönetmen: Pablo Larrain
    Oyun: Antonio Skarmeta
    Senaryo: Pedro Peirano
    Kurgu: Andrea Chignoli
    Görüntü: Sergio Armstrong
    Oyuncular: Gael García Bernal (Réne), Alfredo Castro (Lucho), Antonia Zegers (Veronica), Marcial Tagle (Costa), Néstor Cantillana (Fernando), Jaime Vadell (Bakan Fernandez), Pascal Montero (Simon), Nestor Cantillana (Akıl Hocası)
    Yapım: Şili (2012)

    Şilili yönetmen Pablo Larrain’in Akademi tarafından yabancı film dalında 85. Oscar’a aday gösterilen “No” filmi, ABD’ye de eleştiri getiriyor. Reklâmcıların savaşını yansıtan filmde yönetmen dönemin görsel estetiğini yaratmış.

    Şili, 1988… Şili halkı, demokrasiye geçiş veya diktatörlüğe devam için referandum yapıyor. Bu halk oylaması, reklâmcıların da savaşı. Yıllarca yurtdışında yaşamış reklâmcı René Saavedra, reklâm dünyasında iyi kazanan biri. Eski aile dostlarından, şimdi akıl hocası olan bir muhaliften diktatörlüğe hayır kampanyası için destek istiyor. Bir tarafta para, diğer tarafta vicdan. René, muhalif karısı Veronica’dan uzun süre önce ayrılmış. Küçük oğlu Simon kendisiyle beraber. René, patronu Lucho’yu da kırmadan muhaliflerin yanında yer alıyor ve hayır kampanyasını yürütüyor. 1976’da Santiago’da doğan Şilili yönetmen Pablo Larrain, bu ana kadar dört film yönetti ama 2012 yapımı “No” filmi ülkemizde gösterim şansı bulabiliyor ancak. Zengin ve muhafazakâr aileden gelen yönetmenin annesi de sağcı bir politikacı. Hatta yakın dönemlerde bakanlık bile yapmış. Yönetmen, sağ muhafazakâr bir aile ortamında hiçbir ekonomik zorluk çekmeden yetişti. Gördüğümüz “No”, sol ruhlu bir film. Yönetmen, hem Pinochet, hem de demokrasi yanlılarını içeriden göstererek, dönemin ruhunu anlamaya çabalamış. Filmde görüntüler soluk biçimde yansıyor yoğunluklu olarak. Ayrıca yönetmen, her kamera açısını bir defa kullanmış. Klâsik olanın dışına çıkıp “açı-karşı açı” çekim tekniği de kullanmamış. Yönetmen çoğu anda hafif el kamerası da kullanmış. Ayrıca film 16 mm tadı veriyor. Yönetmen, dönemin belgesel görüntülerini de filminin aralarına kurgulamış. Bu durum gerçekliğe etkileyici bir katkı sağlıyor. Yönetmen, estetik anlamda televizyonlardaki haberlerin görsel yansıyışlarına yakın bir görsellik oluşturmuş. Öyle ki, bazı anlarda belgesel ve kurgusal görüntüler iç içe geçerek bir bütünlük oluşturuyor. Gerçekten filmin estetiği sinema okulundaki öğrenciler için bulunmaz bir ders. Filmde, Şili halkının Pinochet’e “Pinoçet” dediğini de öğrendik. Yıllarca bize “Pinoşe” diye öğretmişlerdi. Fransızların söylediği gibi.

    Tonton Pinochet…

    Kampanya için herkesin önünde yirmi günden fazla bir zaman var. Pinochet, halkın kendine teveccüh edeceğinden emin. Pinochet’in kampanyasını, René’nin patronu Lucho yürütüyor. Pinochet, tonton bir dede gibi yansıtılıyor. Beyaz sivil takımlar giyiniyor, askerler az görünüyor ve tonton dede çocukları şefkatle seviyor. Bu referanduma “plebisit” deniliyor. Ayrıcalıklı sınıfın imkânların sürüp sürmemesi halka soruluyor. Yani, Pinochet’in diktatörlüğünün sürüp sürmemesi için bu halk oylaması. René’nin oğlu Simon’a bakan kadın, Pinochet sayesinde eskisinden daha iyi durumda olduklarını ve çocuğunu kolayca üniversiteye gönderdiğin söylüyor. Ama çok geçmeden, minnet duyduğu Pinochet yönetiminin sert yüzünü yakından görüyor. Kampanyayı başarılı biçimde yürüten René’ye Pinochet güçleri hemen mesaj gönderiyorlar çünkü. René de, demokrasi mitinginde polisin ve askerin şiddetinin ne demek olduğunu anlıyor ve her şeyiyle kendini demokrasi referandumuna veriyor, tüm yaratıcılığını bu kampanyaya sunuyor. Asker, özellikle de polis alabildiğine sert ve halka hiç acımıyor. Kampanyalarda hoş anlar da yansıyor. Bunlar belgesel görüntüleri. Karısıyla sevişmek isteyen koca, karısından hep “no” cevabı alıyor. Pinochet tarafı da bu reklâma karşılık vererek “si” reklâmını yayımlıyor hemen. Gerçekten hoş ve eğlenceli anlar.

    Oscar’a aday…

    “No” filmi, ABD’ye eleştiri getirmesine rağmen 85. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday oldu. Film, 2012’de 65. Cannes Film Festivali’nde “Yönetmenlerin Onbeş Günü” bölümünde gösterildi ve bu bölümde “Sinema Sanat Ödülü”nü kazandı. Filmde, Pinochet karşıtlarına destek veren Jane Fonda, Richard Dreyfuss ve Christopher Reeve’in belgesel görüntüleri de yansıyor perdeye. Hollywood’un bu ünlü oyuncuları, 1988 yılında Şili’de Pinochet’e karşı kampanyada “no” diyenlere destek vermişler. 1978 doğumlu Meksikalı oyuncu Gael García Bernal, Robert de Niro gibi kamera önünde rahat. Sanki oradan geçiyormuş gibi. Bu iyi oyuncuyu, Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’nun 2000 yapımı “Amores Perros-Paramparça Aşklar Köpekler” gibi kurgusu çarpıcı bir filmle fark edildi. Ardından Brezilyalı yönetmen Walter Salles’in Che’nin gençliğini anlatan 2004 yapımı “Diarios de Motocicleta-Motosiklet Günlüğü” filmiyle de büyük oyuncular tarafına doğru yürümeye başladı. Şili bize hâla uzak. Sineması da.1973 yılında sosyalist Allende yönetimine karşı askeri darbe yapan Pinochet’in kanlı darbesini Şilili yönetmen Andrés Wood’un 2004 yapımı “Machuca” filminde yaşamıştık. Pinochet, yoksul kızılderilileri Santiago’dan sürüp yok ediyordu. Yönetmen Larrain de bu kanlı darbenin 15 yıl sonrasına bakıyor “No” filmiyle. “No” filminde fon müziği kullanılmamış. Ama şarkıların çok iyi olduğunu belirtelim.

    (24 Ocak 2013)

    Ali Erden

    [email protected]

    Alman Kültür Merkezi’nde Perşembe Filmleri Şubat Ayında da Devam Ediyor

    Alman Kültür Merkezi, 2012 yılında başlattığı Perşembe Filmleri dizisine Şubat ayında da devam ediyor. Programa göre 07 Şubat’ta Valentin Thurn’un yönettiği Taste The Waste, 14 Şubat’ta Tom Tykwer’ın yönettiği 3 – Üç (Drei – Three), 21 Şubat’ta Anna Hepp’in yönettiği Kırmızı Lahana Sever misiniz? adlı filmler Türkçe altyazılı ve ücretsiz olarak gösterilecek. Kırmızı Lahana Sever misiniz?, toplumsal ve dini farklılıklar karşısında sevginin sınır tanımadığını gösteriyor. Ruhr bölgesinin mizah anlayışı filmi daha da sempatik kılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alman Kültür Merkezi’nde Perşembe Filmleri Şubat Ayında da Devam Ediyor yazısına devam et
  • Kelebeğin Rüyası

    Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği ve Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Mert Fırat ile Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı Kelebeğin Rüyası, 22 Şubat 2013’de UIP Filmcilik dağıtımıyla BKM Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    1941 yılının Türkiye’sini, İkinci Dünya Savaşı dönemi ve mükellefiyet günlerini yansıtan film, iki genç şairin hayatla ama en çok da aşkla olan mücadelesini anlatıyor. Yılmaz Erdoğan’ın, “Aşk en güzel bahanesidir şiirin” dediği filmde aşk, şiirin de hayatın da başrolünü üstleniyor ve film, şairlerin altın çağı olan yıllarda, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde adım adım gelişen bir aşkı anlatıyor.

    Kelebeğin Rüyası yazısına devam et

    Carax, Gomes, Rivera İstanbul’a Geliyor, Reha Erdem’in Jin’i Türkiye Galasını If İstanbul’da Yapıyor

    Ses getiren filmleriyle kendi takipçilerini yaratan, partileri ve etkinlikleriyle alternatif bir eğlence kültürünü İstanbul’a taşıyan 12. If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 12 yaşına dolu dolu bir programla giriyor. Yılın merakla beklenen filmlerinin ilk gösterimlerine ev sahipliği yapacak 12. If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, sinema dünyasının usta isimlerini de Türkiye’ye getiriyor. Leos Carax, Miguel Gomes ve Jose Rivera son filmlerinin Türkiye galasına katılmak için İstanbul’a geliyor. Festival’in Türkiye’den sürprizi ise Reha Erdem’in son filmi Jin.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Carax, Gomes, Rivera İstanbul’a Geliyor, Reha Erdem’in Jin’i Türkiye Galasını If İstanbul’da Yapıyor yazısına devam et
  • Parker’ın Macera Dolu Şiddet Dünyası

    Parker
    Yönetmen: Taylor Hackford
    Roman: Richard Stark
    Senaryo: John J. McLaughlin
    Müzik: David Buckley
    Görüntü: J. Michael Muro
    Oyuncular: Jason Statham (Parker), Jennifer Lopez (Leslie), Nick Nolte (Hurley), Emma Booth (Claire), Michael Chiklis (Melander), Wendell Pierce (Carlson), Clifton Collins Jr. (Ross), Micah A. Hauptman (August), Bobby Cannavale (Jake), Carlos Carrasco (Norte), Daniel Bernhardt (Kroll)
    Yapım: ABD (2012)

    Hollywood’un usta yönetmenlerinden Taylor Hackford’un, Richard Stark’ın seri suç romanından çektiği “Parker”, soygun sinemasına da selâm gönderiyor. Filmin büyük bölümü Palm Beach’in tam içinde geçiyor ve insana cenneti yaşatıyor.

    Film, Ohio’da açılıyor. Çete, Columbus şehrinde düzenlenen fuarda soygun gerçekleştiriyor. Soygunu planlayan Parker, çeteden bağımsız. Parker, bir dolu sahte isim kullanan bir beyin. Kendi çapında dürüst ve daima sözünde duruyor. Kendine karşı yapılan hataları da affetmiyor. Parker, saygı duyduğu tecrübeli suçlu Hurley’nin güzel kızı Claire’le beraber. Fuar soygunu için diğer elemanlarla Hurley tanıştırmış Parker’ı. Soygun çetesinin başında da Melander var. Diğer çete elemanlarıysa şoför olan Carlson, bıyıklı Ross ve hercai tip August Hardwicke. Rahip kılığıyla Parker, olayı yönlendiriyor. Paranın tam anlamıyla toplandığı anda serinkanlılıkla soygunu gerçekleştirirken, yolda Melander yeni soygun teklifi yaptığında kanlı bir hesaplaşma da başlıyor. Parker’ı öldü sanıp yol kenarında bırakan çete, yeni soygun için Palm Beach’in yolunu tutuyor. Parker, tam bir profesyonel ve çetenin hareketlerini fazla zorlanmadan takip ediyor. Yolu Palm Beach’e ve emlâkçıda çalışan Latin kökenli Leslie’yle kesişiyor. Sürekli pembe dizi izleyen annesiyle kalan Leslie, ev satışlarında başarılı olamadığı için maaşla geçiniyor. Kocasından ayrılmış Leslie’ye devriye polisi Luke asılıyor sürekli. Teksaslı kovboylar gibi Palm Beach’te malikane alıcısı gibi emlâkçıya başvuran Parker’a evleri Leslie gösteriyor. Leslie de zeki bir insan. Gecikmeden Parker’ın amacını öğreniyor. Parker’ın ölmediğini anlayan çete de Parker’ın peşine kiralık katil Kroll’u takıyor. Çete, zenginlerin mutlu mesut yaşayıp gittiği Palm Beach’te mücevher soygunun planını uygulamaya koyuyorlar.

    Parker seri romanından…

    İşte ayrıntıların ve bazı sahnelerinin öne çıktığı 2012 yapımı “Parker”, zaman zaman eski usûl soygun filmlerinin tadını veriyor. Soygun hazırlıkları ve soygun anları gerçekten heyecan yüklü. Filmin girişindeki soygun sahneleri unutulmaz. 1980’de ilk uzun filmini çekmiş Taylor Hackford, bu modern şiddet yüklü suç filmine eski zamanların az da olsa ruhunu katabilmiş. 1944’te Kalforniya’da doğan yönetmen Hackford’u en çok 1982 yapımı “An Officer and a Gentleman-Subay ve Centilmen” filmiyle biliyoruz. Bu filmdeki Debra Winger, Paula karakteri ve askeri talim sahneleri etkilemişti perdede. Yönetmen bizde en çok 1997 yapımı “The Devil’s Advocate-Şeytanın Avukatı” filmiyle biliniyor. Yönetmenin, müthiş şarkıcı Ray Charles’ın hayatını anlattığı 2004 yapımı “Ray” filmi de hatırlanmalı. Yönetmenin 1995 yapımı suç-gerilimi “Dolores Claiborne-Dolores” filmi de dikkate alınmalı. 2000 yapımı “Proof of Life-Yaşam Kanıtı” aksiyon-macera filmini de beğeniriz yönetmenin. “Parker” filmi, birçok takma adla yazan suç-gerilim yazarı Donald E. Westlake’in (1933-2008) “Parker” serisinden 2000 yılında yayımlanan “Flashfire” romanından uyarlandı. Yazar, “Parker” serisinde Richard Stark mahlasını kullandı. “Parker” serisi sinemaya uzak değil. “Parker” serisinin 1962’de yazılmış ilk romanı “Hunter”, ilk defa 1967 yılında John Boorman tarafından “Point Blank-Dönüşü Olmayan Yol” adıyla uyarlandı. Bu romanın ikinci çevrimini (remake) 1999 yılında “Payback-Gününü Göreceksin” adıyla Brian Helgeland yapmıştı. Godard da Stark’ın “The Jugger” romanından ilham alarak 1966’da renkli ve sinemaskop “Made in USA” suç filmini çekti. Başrolde de hayatının ve filmlerinin kadını Anna Karina vardı, ona da Richard Widmark usta eşlik ediyordu.

    Nick Nolte’ye de selâm göndermeli. Nebreska’da 1941’de doğmuş Nolte, 1979’da TRT’de de gösterilmiş 1976 yapımı “Rich Man, Poor Man-Zengin ve Yoksul” televizyon dizisindeki Tom Jordache karakteriyle çok sevildi. Bu dizi gösterilirken adeta sokaklar bomboş kalırdı. Dizinin yayımlandığı sıralarda ülkemizde Nolte’nin oynadığı 1976 yapımı “The Deep-Dip” vizyona çıkmıştı. Peter Yates’in yönettiği bu macera-gerilim, derin okyanuslarda nefes kesiyordu. Walter Hill’in komedi kıyılarında dolaşan kara filmi “48 Hrs-48 Saat” filmi sinemada önünü açtı. 1967 doğumlu İngiliz oyuncu Jason Statham, tam anlamıyla aksiyon-şiddet filmlerinin vazgeçilmezi. Statham, 1990’ların sonunda İngiliz yönetmen Guy Ritche’nin şiddet filmleriyle sinemada kendini göstermeye başladı. 1969’da Porto Riko doğumlu aktris ve şarkıcı Jennifer Lopez’i Bob Rafelson’ın 1996’daki “Blood and Wine-Kan ve Şarap” ve Oliver Stone’un 1997’deki “U Turn-Kaybedenler” filmleriyle tanıdık önce. Sonrası malûm.

    (24 Ocak 2013)

    Ali Erden

    [email protected]