Özgür Sinemacılar Manifestosu
Hepimiz Sinemacıyız!
Aristoteles’in dediği gibi; kurmaca (fiction), bir ilişkilendirme ve yapılandırma operasyonu olarak yaşama biçim ve anlam verdiği için.
Ranciere’in altını çizdiği gibi; olgusal gerçekliği düşünebilmenin, onu önce kurgulamaktan, yani kavranılır mantıksal bir yapı haline getirmekten geçtiği için.
Bu anlamda, hepimiz kurguluyoruz.
Yaşama biçim ve anlam veriyoruz; gerçekliği algılıyor ve düşünüyoruz.
Yani, hepimiz sine-masallar anlatıyoruz.
İşte bu nedenle:
“Hepimiz sinemacıyız”, diyoruz.
Ayrıcalıklı bir olgusal sosyolojik konum ya da sadece reel bir meslek grubu olarak değil.
Tersine, herkesi özgürleşmeye davet eden bir evrensel sesleniş öznesi, bir paradoksal özneleşme ve özdeşleşme olarak: “Hepimiz Sinemacıyız”, diyoruz…
Adaletin evrensel vicdani olarak, “Hepimiz, İstanbul’da, Küçükçekmece’de, Halkalı’da, Diyarbakır’da, Lice’de, Kızıltepe’de, Uludere’de ölen çocuklarız”, diye haykırmak gibi…
Sinema şeridinin kurgusal evreninden, imgeleminden çıkıp gelen öznelerle “Hepimiz sinemacıyız” derken, özünde bir sine-masal fikir olarak biz bu çılgın topraklarda tüm farklılıklara rağmen hep birlikte yaşayabilecek ve bunu algılayıp düşünebilecek özneler; herkesi ortak insanlık paydasına davet edebilen demokratik-evrensel öznellikler yaratabilecek bir halkız diyoruz.
Yani herkes yaşamda kendi etnik kökeninin, sosyolojik-olgusal konumunun ve icra ettiği mesleğinin yanında bir de yaşamda “sinema” yaptığı için bir objektif zemin haklılığı bulanarak da “Hepimiz sinemacıyız” demiyoruz.
Bitmek bilmeyen bir savaş ortamında, yüreklerin yandığı ve duyguların kabardığı bir toplumsal atmosferde, sadece etnik, cins, ulus, din ve mezhep kimliklerinin tüm halkın özdeşleşeceği tek özne-isimler olarak yukardan aşağıya zorla dayatılmasının ötekini yok sayma; mağduriyet hissinden nefret söylemine geçmenin, ötekini yok etme mantığına, sokak linçlerine varan tehlikeli sonuçlarına dikkat çekmek için; düşünceyi ve vicdanı devreye sokan, paradoksal-demokratik-evrensel öznellik önermelerinde bulunmak gerektiği için bunu söylüyoruz…
Kısacası, “Hepimiz sinemacıyız”, diyerek, özünde bu topraklarda ne tür bir “toplum öznelliği” kurgulamakta ve düşünmekte olduğumuzu soruyoruz.
Her şeyden önce, temel bir soru olarak:
Ne yapmalı?
Ne tür bir öznellik kurgulamalı?
Bu güzel ve çılgın ülke gerçekliğini bilinçlerde ve vicdanlarda nasıl yapılandırılmalı, algılanmalı ve düşünmeli?
Bu bereketli ve acılı topraklarda yaşama ne tür biçimler ve hangi anlamlar verilmeli?
Kutsallıklar adına yaşanan akıl tutulmaları ve öfke selleri içinde süren savaşların, etnik katliamların, bombalamaların, sokak linçlerinin, karanlık ölümlerin; vücutlara belli bir yaşam tarzını her türlü iktidar zoruyla kanla kazımaya çalışma narsizminin; daha doğmamış yaşamları dahi ana rahminde devlet jinekologluyla dizayn etme histerisinin kaynağı olan özdeksel-aynılık-kimliklerinin baskıcı hiyerarşik dünyasını mı kurgulamalıyız?
Yoksa düşüncede yakılan özgürlük kıvılcımlarıyla duyarlılıkta yaratılan eşitlik hisleriyle tüm kimliklerde öznel-ihtilaller yaratan, özgür, eşit ve çoğulcu bir biçimde bir arada yaşamaya davet eden bir demokratik toplum öznelliği ve evrensel bir aidiyet duygusu mu tasarlamalıyız?
Önce kafalarda ötekiler yaratan, sonra öfke seli içinde kabararak bu ötekilere yaşam hakkı tanımayan; emir komuta zinciri içinde uygun adımlarla yürüyen, her türlü farklılıklara kin ve nefretle bakan, linççi bir toplum öznelliği mi kurgulamalıyız?
Yoksa tüm kimliksel var oluşların duyarlılığında, kimliklerin kendi kendilerini ve dünyayı algılama imgelemlerinde; farklılıkları tasarımlama biçimlerinde öznel-özgürleşmeler yaratan bir kurgulamayla hiçbir kimlik etiketi, hiç bir hiyerarşik biçim, hiç bir emir komuta zinciri ve iktidar gücü tarafından dayatılamayan, meşrulaştırılmayan bir adilâne-demokratik yurttaşlık öznelliği, bir ortak-insanlık paydası kurmacası mı yaratmalıyız?
Kısaca “Hepimiz sinemacıyız”.
Çünkü zaten hepimiz her halükârda kurguluyoruz.
Sinemasallar anlatıyoruz.
Bir fikir, bir inanç çerçevesinde, yaşama ve gerçekliğe bir biçim ve bir anlam veriyoruz.
Ama bu güzel ve çılgın ülke topraklarında hep birlikte özgür, eşit, mutlu ve barış içinde çoğulcu bir yaşam için ne tür öznel kurmacalar tasarlanmalıdır?
Hangi Sine-Masallar anlatılmalıdır?
Önce bu temel soruyu sormalıyız.
Tek tip toplum kışlaları, sadece her türlü güce ve apoletlere itaat eden hazır kıta modelleri mi tasarlanmalı?
Uygun adımlarla yürüyen toplumsal mangalar mı kurgulanmalı?
Sadece kendi hastalıklı kendisiyle-aynılık narsizminde bir yaşam motivasyonu gören; mağduriyet ve nefret söylemi arasında sıkışıp kalmış, ancak ötekilere ve farklılıklara karşı düşmanlık duyguları ve histerik savaş çığlıklarıyla kendini var edebilen iktidarsız ve tekrarcı bir gençlik mi dizayn edilmeli?
Haydi, kızlar askere, diyen; popülizmin ucuz sosuna batırılmış, vicdan ve akıl tutulmaları mı yaratılmalı?
Yoksa yaşamı barış ve mutluluk temelinde biçimlendiren öznelliklerle herkese açık olarak tasarımlanan evrensel bir ortak-insanlık paydası mı tasarlamalıyız?
Yani uygun adımlar yerine, her daim kendi adalet duygusunun, vicdanının ve zihninin aykırı adımlarıyla yürüyebilen; kendi insani prensipleriyle ve inançlarıyla yaşamını biçimlendirip anlamlandırarak hissedip, düşüp yaşayabilen, özgür ve eşit bireylerden ve yurttaşlardan oluşan demokratik öznellikler dünyasını mı kurgulamalıyız?
Seçim özgür sinemacıların…
Yani tüm yurttaşların…
“Hepimiz Sinemacıyız”
(02 Haziran 2012)
Metin Gönen