Edebiyat – sinema ilişkisi ne zaman başladı… Günümüzde devam edecek ve gelecek yıllarda da. Edebiyat derin tarihinde, sinema düşüncesinin bile olmadığı günlerde, çok farklı örnekler verdi. Sinema ilk günlerinden başlayarak edebiyata başvurmaktan kendini alıkoymadı, koyamazdı da… Uzun yıllar sonra edebiyat -kolayına mı geldi- sinema tekniklerinden yararlanmaya çalıştı, hatta sinema için hazır (mış gibi duran) eserler vermeye başladı. Ülkemizde de ilk sinema filmi, bir edebiyat uyarlaması: Mehmet Rauf’un yazılmasının üzerinden altı yıl geçmesine rağmen seyirci karşısına çıkarılmamış bir oyunun uyarlaması: Pençe (Sedat Simavi / 1917).
Bizde ve dünyada sinema pek çok edebiyat uyarlaması yaptı. Sinemamızın geneline adını veren Yeşilçam (Sineması) dönemini bitti bitmesine ama film çekimleri hâlâ devam ediyor. Yeşilçam yapısı dizi-filmler halinde televizyonlarda devam eder hale geldi. Her akşam, her kanalda dizi-filmler olunca, bunlara kaynak gereksinimi duyuldu ve başvurulacak yer yine edebiyat eserleri idi. Fakat edebiyat eserlerinin bir filme uyarlanması ile bir dizi-filme uyarlanması -arada bir fark olmamasına rağmen- dehşetengiz farklar göstermeye başladı. Hiçbir edebiyat eseri bire bir sinemaya uyarlanmaz, kısaltılır veya bir takım açılımlara başvurulur veya gerekli (veya gereksiz) değişiklikler yapılır. Ama bir sinema filminin belli bir süresi (zamanı) vardır ve buna bağlı kalınınca filmin sonuçlanması ile bu edebiyat eserinin o uyarlanması sonuçlanmış olur. Bu, o eserden başka uyarlamalarının yapılmayacağı anlamına gelmez. Burada farklı örnekler ortaya çıkabilir. Sinemamızdan örnek vermek gerekirse Vasıf Öngören’in oyunu Asiye Nasıl Kurtulur’un Nejat Saydam uyarlaması ile Atıf Yılmaz uyarlaması arasındaki farklılıklardan en önemlisi yapısal farklılıktır, bu ise yorumdan kaynaklanabilecek farklılıklarla, değişiklik gösterir.
Sinemamızda yapılmış edebiyat uyarlamaları içinde, kaynak olan eserin sinemada yeniden üretilmesi (doğal olarak gerekli değişiklikleri içeren) örnekleri olduğu gibi (Anayurt Oteli: Yusuf Atılgan / Ömer Kavur, Bereketli Topraklar Üzerinde: Orhan Kemal / Erden Kıral, Abdülhamid Düşerken: Nahit Sırrı Örik / Ziya Öztan) edebiyat eseri ile yapısal farklılıklar gösteren ve sadece edebiyat eserinin ismini taşıyan filmlerde vardır. (9. Hariciye Koğuşu: Peyami Safa / Nejat Saydam, Asiye Nasıl Kurtulur: Vasıf Öngören / Nejat Saydam, Vukuat Var: Hanımın Çiftliği: Orhan Kemal / Nejat Saydam). Bir Sabahattin Ali uyarlaması olan Kuyucaklı Yusuf (Feyzi Tuna) iyi bir uyarlama olmamasına rağmen yapısal bir farklılık göstermez, başarısız bir uyarlama olarak kalır.
Bütün bunları, dizi-film olarak yapılan uyarlamalara giriş olarak yazdım. TV-lerimiz dizi-film çekmeye başladığı günlerde başarılı bir Halit Ziya Uşaklıgil uyarlaması olarak Aşk-ı Memnu’yu yapar. Diziyi çeken Halit Refiğ bir sinema yönetmenidir. Sonraki yıllarda televizyonun kendi bünyesinde yetiştirdiği kişiler dizileri çekmeye başlar. Bu arada sinemamızda Yeşilçam dönemi sonlanmış olduğundan Yeşilçamın edebiyat uyarlaması alışkanlığı TV kanallarına taşınır. Sinemamızda iki kez (ilki Süavi Tedü, ikincisi Memduh Ün) uyarlaması yapılan Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü (yazarınca roman ve oyun olarak iki kez yazılmıştır) küçük hacmine rağmen televizyoncuların elinde üç yılı aşkın bir süre ekranlarda kalacak şekilde dizileştirilmiş, ayrıca yazıldığı günün özellikleri de göz ardı edilerek çekildiği güne de taşınmıştır. Bu hali ile kaynak eserden çok uzaklara (uzaklara değil farklı boyutlara) taşınmıştır. Aynı şekilde Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’su da hem zamanı değiştirilerek hem de yapısal farklılıkları ile hayli değişik boyutlara taşınmış, uzatıldıkça uzatılmış (uzatmak başlı başına bir şey değil ama farklılaştırılmış), hakkında değişik düşünceler edilecek hale getirilmiştir. Aynı şeyleri Orhan Kemal’den yapılan Hanımın Çiftliği uyarlaması içinde söylemek mümkündür.
Buraya kadar yazdıklarım, sona eren edebiyat uyarlamaları ile ilgili notlardı: Başlayıp devam eden bir edebiyat uyarlaması da Keşanlı Ali Destanı. Tiyatro tarihimizde bir epik tiyatro örneği olarak değerlendirilen oyun Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu’nda oynandıktan sonra, yurt içinde birçok kez oynandığı gibi, yurt dışında yabancı tiyatrolarca da oynanmıştır. Bir oyun olarak TV uyarlamaları yapılmış, Atıf Yılmaz tarafından sinemaya da uyarlanmıştır. Aziz Nesin oyunun “epik olmadığını” söyleyerek “tipik kırsal bir oyun” (Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim, s. 138, 5. basım) olduğunu yazıyor. Şimdilerde başlayan ve devam etmekte olan TV dizi-filminde oyunun öncesinden başlanmış ilerleyen bölümlerinde oyun içine girilmiştir. Olaylar genişletilmiş, yeni karakterler eklenmiştir, sonuç nereye varacaktır bilemiyorum. Ama televizyonca ele alındığı bir vakıadır.
Bu arada Kemal Tahir’in kendi üslûbunca yazdığı Kurt Kanunu romanının Ersan Pertan’ın filminden sonra dizi-filmi de yapıldı. Romandaki bölümleri bile aynen muhafaza eden filmden sonraki dizi-filmin olayı nasıl bölümlendirerek dizileştirdiği, ancak dizi seyretme alışkanlığı (sabrı) olanlarca değerlendirilebilecek. Televizyonların el attığı son edebiyat eseri Nahit Sırrı Örik’in Eve Düşen Yıldırım adı öyküsüdür. Evet, öyküdür, 1931’de yazılmıştır. Oğlak Yayınları’nın yayınında 19 – 87. sayfalar arasında yer alır, yani 68 sayfa bir öyküdür (birinci basım Nisan 1998). Şimdi bundan bir dizi yapılmış, yayınlanmaya başlamıştır. Hangi kanalda, hangi günler yayınlandığını bilmiyorum. (Bu marifet değil ama söylemek zorundayım.) Örik’e kişisel ilgim nedeni ile öyküyü tekrar okudum. Daha (yanılmıyorsam) henüz ilk bölüm yayınlanmış olmasına rağmen öyküden ayrılınmış [Ahmet Şükrü Efendi, ölmek üzere olan kardeşi Hüsnü’den gelen mektup üzerine hastaneye kendisi gider, oysa dizide oğlu Namık’ı gönderiyor. Her ikisi de (öyküde ve dizide) ölümden sonra ulaşabilirler. Hüsnü’nün kızı Muazzez öyküde ev sahiplerince “evlât” gibi bilinirken, dizide kirasını vermediği için, babasının da ölmesine rağmen evden dışarı atılan ve ev sahibi adam tarafından taciz edilmek istenirken, kadın tarafından da aşiftelikle suçlanır…], öyküde olmayan kişiler ilâve edilmiş [öyküde hiç olmayan, yeni cezaevinden çıkmış Muazzez’i tanıyan bir kişi, evden dışarı çıkmış (kaçmış!?) Muazzez’le karşılaşır -Muazzez hem tanır, hem tanımaz- ve Muazzez’in peşinden gelen Sait -Muazzez’ın amca oğlu- ile çatışır]… Birinci bölüm burada bitiyor, bakalım 68 sayfalık öyküyü nerelere kadar uzatabilecekler, ne değişiklikler yapacaklar, yapıyı nasıl bozacaklar… Sinema için ne ise de, televizyon için edebiyat – … ilişkilerine girişmemeye kararlı idim ama Nahit Sırrı Örik’e -bu vefat etmiş yazarımıza- saygı duyuyorum. Sonuç olarak şunu yazmak isterim ki Eve Düşen Yıldırım son derece güzel (başarılı) bir sinema eseri olmak için bütün özellikleri taşımaktadır. Yazık, filmi yerine dizisinin yapılması (kim nasıl yapacaktı?)… çok yazık.
(23 Mart 2012)
Orhan Ünser