Geçtiğimiz hafta sonu, iki kızımın ısrarı üzerine, onlarla birlikte, halen vizyonda bulunan serüven filmlerinden “Salgın”a gittim. Söz konusu yapımı daha önce de gördüğüm için, bu benim için keyif alma katsayısı görece düşük, kendimden ziyade sevgili küçük hanımlarımı eğlendirmeye yönelik bir izleme seansıydı. Bu arada, gerilim filmlerine çoluk çocuk götürmek gibi bir huyum olmamasına rağmen, özellikle büyük kızımın korku – gerilim filmi tutkusuyla artık baş edemez bir durumdayım!
Velhasıl, 22 Ekim Cumartesi akşamı, İstanbul’da Anadolu yakasının en kaliteli, fakat aynı zamanda da 15.50 TL tam, 13.50 TL öğrenci (!) bileti fiyatlarıyla en pahalı sinemalarından biri olan Ümraniye Cinebonus Meydan’daydık.
Heyhat, anfiteatral yapısıyla perdeyi her noktadan çok iyi görebildiğiniz salonlara, gümbür gümbür bir Dolby Digital ses sistemine ve son derece rahat koltuklara sahip olmasına karşılık, genel kalite açısından bu kadar iddialı bir salon grubunda bile Türk sinema işletmecilerinin o klâsik zaafı (ya da teknik cehaleti) film boyunca beni adım adım huzursuz etmeye, “görüntü keskinliği” konusunda iyice hassaslaşmış olan 3,5 numara bozuk ve gözlüklü gözlerimi âdetâ bir “Yeşilçam usûlü bir trajedi” izliyormuşçasına sulandırmaya başlayacaktı.
Şimdi sözünü edeceğim teknik kusur, en döküntüsünden en şatafatlısına kadar Türkiye’deki sinema salonlarının pek çoğunda artık bir klâsiğe dönüşmüş durumda… Anfiteatral düzendeki salonlarda makine dairesindeki 35 mm göstericiler, 25 – 30 metre uzaklıktaki perdeye doğru objektifleri ortalama 30 ilâ 45 derece eğik olarak yerleştirilir, bu şekilde de sabitlenirler. Bir filmin görüntüsünün, üzerine yansıtıldığı perde yüzeyinin her noktasında aynı derecede net olabilmesi içinse, perdenin de sinema makinesinden gelen o ışık demetini doğru karşılayabileceği bir açı ve eğimde asılmış olması gerekir. Yani, makinenin objektifi yer seviyesine doğru 45 derecelik bir açıyla bakıyorsa, karşısındaki perdeyi de onun gönderdiği resmi deforme etmeden yansıtmasını sağlayacak eş bir açıyla konumlandırmak şarttır.
Fakat her şeyi çok bildiğini sanan ve optik bilimi konusunda bir gözlükçüden bile daha geriden koşan sinema işletmecilerimiz çoğu kez bu basit fizik yasasına uymaz, perdeyi hiç bir eğim vermeksizin yerine tam 90 derecelik dik bir açıyla oturturlar. Böylelikle, makine dairesindeki makinist film boyunca kusursuz bir netlik yapabilmek için objektifin ayar mandalıyla çaresizce oynayıp durur. Fakat bunu asla başaramadığından dolayı da üst tarafını netleyince aşağısı flûlaşan, aşağısını kurtarınca yukarısı dağılan görüntüyü en sonunda gözün daha kolay hoş gördüğü bir bölüme, resmin yukarı noktalarına netleyip öylece bırakır. Böylelikle biz de perdedeki görüntü çerçevesinin tam ortadan aşağısını (bu arada, aynı bölgeye denk gelen altyazılarını!) iki saat boyunca bulanık bir şekilde izlemek zorunda kalırız!
Türkiye’de sinema salonlarının yöneticileri, izleyicilerin hiç bir teknik konudan zerre kadar anlamadıklarına dair tuhaf bir ön kabûl içinde olduklarından dolayı, sıklıkla rastlanan bu projeksiyon kusurunu müdüriyet katına taşıdığınızda da çoğu kez muhataplarınızın küçümseyici sözleri ve yaklaşımlarıyla karşılanırsınız. Ben de geçmişte “Onlarca kilometre uzaktan ve üste para ödeyerek izlemeye geldiğim bir filmi bana baştan sona kadar bulanık bir şekilde oynatamazsınız” dediğimde, “Bulanık falan oynatmıyoruz, sizin gözleriniz bozuk beyim” diye küstahça cevap veren, her biri sinema optiği konusunda allame-i cihan pozisyonundaki bir sürü müdürle kapışmaktan fazlasıyla yorulduğum için, nicedir kaderime boyun eğdim, resim keskinliği kötü olan bu gibi gösterimleri artık paşa paşa sineye çekiyorum.
“Net projeksiyon yapamama” sorunu, Cinebonus Meydan Sineması’nda üç kişi için 42.50 TL ödeyerek girdiğimiz o seans sırasında yaşadığımız sorunlardan yalnızca biriydi; fakat en önemlisi değildi hiç kuşkusuz… Asıl büyük işkence, başlangıç saati hem telefonla yapılan rezervasyonlarda, hem internetteki sitelerde, hem de sinemanın lobisindeki dijital ekranlarda 21.15 olarak ilân edilmiş bir filmin öncesinde, izleyicilere tamı tamına 30 dakika boyunca her türden düzinelerce reklâm görüntüsünün nefes nefese bir tempo içinde dayatılmasıydı!
Sinemada reklâm filmi izlemek, benim gibi, memleketi İstanbul’da, yanı sıra da Türkiye’nin ve dünyanın dört bir ülkesinde yaklaşık 40 yıldır aralıksız sinemaya gitmekte olan bir adam için görülmedik bir şey değil elbette… Reklâmlar –“pek yakında” ve “gelecek program” fragmanlarıyla birlikte- salonlardaki film gösterilerinin geleneksel bir süsüdür. Dahası, dozunda tutulduklarında, gösteriye gecikmiş izleyicilere hem asıl filme yetişmeleri, hem de soluk soluğa içeri girdiklerinde yavaş yavaş kendilerine gelip vücut ritmlerini yeniden bulmaları için zaman kazandırır.
Ancak, sinema salonunda reklâm yayımlama işi, son yıllarda ülkemizde artık bütünüyle zıvanadan çıkıp, gerçek bir zulme dönüşmüş durumda… Orijinal süresi 106 dakika olan “Salgın” gibi bir filmin başında 30 dakika reklâm yayımlanıyorsa (ki bazen bu tanıtımlar, ortalama uzunluğu 85 – 90 dakika olan animasyon çocuk filmlerinde 40 dakikaya bile çıkabiliyor!) yapılan işte hem bir terslik, hem de açık bir kural ihlâli var demektir.
Öncelikle, sinema salonu işletmecileri “filmin 21.15’de başlayacağını” ilân ederek bizleri açıkça aldatmış oluyor ki bu da ticarî yasalara göre “ayıplı ürün / hizmet satmak”tan başka bir şey değil… Çünkü bir çok kişi gibi ben de filmin başını yakalayabilme kaygısıyla salona kadarki mesafeyi -sözgelimi- taksiye binerek katediyor ve önceden bildirilen akış saatine bağlı olarak ekstra harcamalar yapıyorum. Ayrıca, küçük çocuklarımla birlikte gittiğim bir salonda “alkollü içki”den “prezervatif”e kadar bin türlü malın yerli yersiz tanıtımının yapıldığı usandırıcı ve kimi zaman da utandırıcı bir reklâm bombardımanını sineye çekmek zorunda değilim!
Ancak, Türkiye’de, daha pek çok alanda olduğu gibi sinema sektöründe de izleyici “eşek” yerine konulduğundan, şimdiye kadar hiç bir kişi ya da kurum, salon işletmecilerine ve onlara bu reklâm bobinlerini yayımlamaları için veren aracı ajanslara “Bir dakika hemşehrim, bu kepazelik nedir, siz bizden aldığınız ücretle bize film mi gösteriyorsunuz, yoksa ağırlıklı olarak reklâm mı izletiyorsunuz” demedi, demeye gerek duymadı.
Ta ki geçtiğimiz günlerde Sivil Toplum ve Diyalog Merkezi (STDM) adlı, daha önce hiç duymadığım (ki bu bütünüyle benim kusurumdur) Antalya merkezli bir STK’nın söz konusu alanda örnek oluşturacak bir karar aldırmasına kadar…
Dernek statüsünde olduğunu sandığım o merkezin genel başkan yardımcısı, avukat Aydın Türkmenoğlu, bundan kısa bir süre önce kentteki bir sinemaya gider. Gerek elindeki biletin üzerinde, gerekse salonun lobisindeki dijital ekranlarda filmin başlama saati 21.30 olarak duyurulmasına rağmen, Türkmenoğlu tamı tamına 22 dakika reklâm izlemek zorunda kalır ve film gerçekte 21.52’de başlar. Bu duruma gerek bir vatandaş, gerekse bir hukuk adamı olarak tepki gösteren avukatımız, saygı duyulası bir çabayla konuyu Antalya – Konyaaltı İlçesi Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne taşır. Şikâyetçi, filmin vaat edilenden geç başlaması ve bu konuda yazılı veya sözlü olarak bilgilendirilmemiş olması sebebiyle, 4077 Sayılı Tüketici Kanunu’nun 4/A maddesinde tanımlanan türden ayıplı bir hizmet aldığını vurgulayarak, sinema işletmecisinin filmi duyurulandan daha geç başlatmak suretiyle gerçekleştirdiği hizmet kusurunun tespitini ve 12.50 TL olan bilet ücretinin kendisine sunulan ayıplı hizmetten dolayı 2.50 TL’sinin geri verilmesini talep etmektedir.
Yazılı başvuruyu değerlendiren Tüketici Sorunları Hakem Heyeti, Tüketici Kanunu’nun 4/A maddesindeki “sağlayıcı tarafından bildirilen reklâm ve ilânlarında veya standardında veya teknik kuralında tespit edilen, nitelik veya niteliği etkileyen, niceliğine aykırı olan, yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddî, hukukî veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler, ayıplı hizmet olarak kabûl edilir” hükmüne göre, şikayetçinin haklılığını kabûl ederek, bilet bedelinin salonda sunulan ayıplı hizmet oranında iadesine karar vermiş.
Öte yandan, bir üst otorite konumundaki Tüketici Mahkemesi’nde bütün tarafların Hakem Heyeti kararlarına karşı itiraz hakkı bulunması nedeniyle, sinema işletmecisi de ilgili karara itiraz hakkını kullanmış. Türkmenoğlu’nun bildirdiğine göre, olay şimdilerde yapılan bu itirazın değerlendirilmesi aşamasındaymış.
Sanırım, bu inatçı girişim sonucunda ortaya çıkacak olan yeni durumun farkındasınız. Hakem Heyeti’nin aldığı kararın Tüketici Mahkemesi tarafından da onanması hâlinde, alınan bu karar ülke sathındaki benzer bütün uygulamalar için bir emsâl teşkil edecek. Daha da Türkçe’si, sinema işletmecileri bundan böyle gösterecekleri filmleri ya saatinde başlatacak ya da o filmlerin öncesindeki reklâmların uzunluğunu kolaylıkla görülebilecek noktalarda net olarak belirterek, tüketicileri dürüstçe bilgilendirmek zorunda kalacaklar.
Sivil Toplum ve Diyalog Merkezi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Aydın Türkmenoğlu, asıl filmin neredeyse üçte biri uzunluğunda reklâm filmi gösteren sinema salonlarına karşı verdiği hukuk mücadelesini, geçtiğimiz günlerde Antalya’da düzenlediği bir basın toplantısında ayrıntılı şekilde anlattı.
Sivil Toplum ve Diyalog Merkezi Genel Başkan Yardımcısı Avukat Aydın Türkmenoğlu’nun verdiği hukuk savaşı, benim yaşanan onca hukuksuzluğa rağmen sevgili ülkemden neden hâlâ ümidi kesmediğimin de irili ufaklı pek çok gerekçesinden biri aslında… Türkiye’de tüketiciler artık fena hâlde uyanıyor; üste para vererek ve zaman harcayarak tükettikleri hiç bir mal ya da hizmette aptal yerine konulmak istemiyorlar. Çünkü o mala ya da hizmete ödedikleri parayı kazanmak için kan kusanlar yine kendileri…
Bu zor ekonomik koşullarda en az 100 TL harcayarak sinemaya gitmeye karar veren 4 – 5 kişilik bir aile, karanlık salonlara girdiğinde, zaten evlerinde de televizyon ekranında bol bol gördükleri yarım saatlik bir reklâm demeti değil, doğrudan doğruya film izlemek istiyor. Ya da ne azından, reklâmın nerede başlayıp nerede bittiğini, asıl filmin nerede başlayıp nerede bittiğini önceden kesin olarak öğrenmeyi!
Hem bir sinema yazarı hem de bir yurttaş olarak, Antalya’da verilen bu hukuk mücadelesini ayakta alkışlıyorum. Bir sonraki sinemaya gidişimde, emin olun ben de aynı şeyi yapacak ve başlangıç – bitiş saatleri konusunda yanlış bilgilendirildiğim abartılı reklâmlarla karşılaşırsam salonda kesin olarak patırtı çıkartacağım. Şikâyetim ciddiye alınmadığı takdirde de o salonun bağlı bulunduğu ilçe kaymakamlığının tüketici hakem heyetine başvurup, yazılı şikâyet bildiriminde bulunacağım.
Bu konuda sözüm sözdür. Ta ki tüccar sinemacılar bizlere salonlarının gösterim kalitesinden reklâm yayımlama ahlâkına kadar her alanda bir parçacık olsun saygı duymayı öğrenene kadar!
(Bu yazı, Yeni Şafak Gazetesi’nin 30 Ekim 2011 Pazar günkü sinema sayfasında aynen yayımlanmıştır.)
(30 Ekim 2011)
Ali Murat Güven
Sevgili Güven. İşte bu yüzden, uzunca bir süredir festivaller, DVD ve hiç reklâm almayan Kadıköy Rexx Sineması’ndan başka yerde film izlemiyoruz. Saygılar.