Önce filmin adı:
Filmin adı: Bir Zamanlar Anadolu’da… Filmlerin isimlerine bakarak herhangi bir ön yargıya varmam, varılmasını da doğru bulmam ama bazı isimler ister istemez bir ön yargı aslında… ön yargı değil, bir beklenti oluştururlar. Çoğu filmde olmamasına rağmen, Bir Zamanlar Anadolu’da ismi bende belirleyemediğim bir beklenti oluşturdu: Ceylan’dan, gördüğüm önceki filmleri nedeni ile bir ön-beklentim vardı zaten (olmaması gereken bir şey.) Bir Zamanlar Anadolu’da filmini gördükten sonra ilk söyleyeceğim şey, ben bu filme bu ismi vermezdim, isim her türlü çağrışımı ile çok iddialı bir isim ama film bu iddiayı doğrulamıyor. Yanlış anlaşılmasın, filmin iddiasız olduğunu söylemiyorum, film bu hali ile iddialı bir film. Ama filmin iddiası ile isminin bende (yanlış olarak uyandırdığı) ön-beklenti-li iddiası birbiri ile örtüşmüyor. Ama her filmin ismi olduğu gibi bu filmin de bir ismi olacaktı ve bu şekilde konmuş ve böyle anılacak. Ya sonrası; jenerik öncesi bir oto tamirhanesinde gece vakti yemek yiyen, içen -ikisi içki içiyor, birisi cola- ve konuşan (?) kişiler, sonra bir köpek havlıyor ve içlerinden birisi köpeğe yiyeceğini veriyor. (Jenerik)
Akşamın ileri saatinde üç arabalık bir konvoyla -iki (hatta üç ) polis, savcı, doktor, iki zanlı, bir adliye personeli, şoför ve jandarmalar- ceset aramaya çıkan bir grup. Bir çeşme ve civarı incelenecek. Birkaç çeşmeye bakmışlar, sonuç alınamamış, bir yenisine geliyorlar, burada da sonuç alınamayacak yenilerine gideceklerdir. Bunlar günün -geceye doğru- ilerlediği saatlerde olur. Sonunda bir köyde gecelemeye, önceden kurulan sofraya oturmaya -ister istemez- karar verilir. Buraya gelinceye kadar gerek kişiler, komiser ile asli zanlı, komiser ile polisler ve doktor, diğer arabada olduğu için zaman zaman savcı ile ilişkiler detaylandırılır. (Bilemiyorum ama yapılan iş, bir cesedin aranması ise, karine yolu ile bulunan sonuca göre, bir ilçe savcısının gecenin o saatlerde, merkezden de sadece 34 – 35 km uzaklaşmış iken, işe devam etmesinin aciliyeti ve önceliği nedir?) Bu durumlar gözardı edilirse, gecenin ileri saatine kadar yapılan araştırmaların görsel / sinemasal anlatımı seyirciyi kendine bağlıyor ve bu sabahleyin cesedin bulunmasına kadar da devam ediyor. Burada -film devam ediyor tabiatıyla- seyirci bir soluk alıyor.
Komiserin zanlının üzerine şiddetle gitmesi, fakat öldürülen kişinin (öldürdüğü soruşturulan -evli- kişinin) çocuğunun kendinden (zanlıdan) olma itirafından (ölümle sonuçlanan çatışmanın nedeni öğrendikten) sonra, tutumunun değişmesi, filmin en önemli dönüşüm noktalarından birisi… Önce istem üzerine doktor tarafından sigara verilmesine şiddetle karşı çıkan komiser, itiraf sonrası sigarayı kendisi verecek, hatta yakınlarda bıraktığı -bu gece tekrar başladığı- sigaradan bir tane daha yakacaktır ve zanlıya da verecektir. Gece konaklanan köyde, doktor ile savcının, bir kadının öleceğini (öleceği günü bile) bilmesi, doğumdan sonra öleceğini söylemesi ve “ölmesi öyküsü” üzerine konuşmaları, bulunan cesette doktorun otopsi gereği duyması buna dayanarak, ölen kadına ailesinin neden otopsi yaptırmadığını savcıya sorması, bunlardan çıkardığı intihar şüphesi, bu konuşmayı savcının “bazı kişiler intihar ederek başkalarını cezalandırır mı?” yargısı ile sonuçlandırması, filmin ikinci dönüşümü… (önemli)… Final dönüşümü ise, doktorun otopsi raporunda, otopsiyi yapan elemanının uyarısına rağmen -bilerek- maktulün diri olarak gömülmüş olmasını kayda geçmemesi… Birbirinden âlâkasız gibi görülen -farklı kişilere ait- üç dönüşüm olgusu, birçok açmaz da içeren filme hayli ilginçlik katıyor. Birçok açmaz derken, en önemlisi olarak, filmin çok yayılarak uzatıldığı, çok uzatıldığını söylemek isterim. Görüntü zaman zaman ön plâna çıkıp gerilere kaçan hikâyeyi önceliyor ama ağır ağır ilerleyen, kimi aniden, kimi adım adım açıklanan dönüşümler filmin toparlanmasını sağlıyor. (Yinede filmin uzunluğunun altını çizmek isterim.)
Film, dramatik yapısı gereği -yukarıda değindiğim geceye doğru ceset arama sahneleri- yaşamın (adli bürokrasinin!) doğal akışı dışına çıkabiliyorsa da, bir gün bile sürmeyen süresi içinde, kişilerin doğal ve olağan davranışları ile seyirciyi kendine bağlıyor. Görüntünün zaman zaman daha öne çıktığı filmde, gerek komiserin, gerek doktorun, gerek savcının ve çok az konuşan katil zanlısının (!?) ruhsal yapıları da, -kelimeye yer vermeden- görselleştiriliyor. Ancak cesedin kasabaya getirilmesi ile ortaya çıkan maktulün karısı (ve çocuğu) ise konuşmamaları ile değil sessizlikleri ile önem kazanıyorlar. Kadın, ölen kocasını teşhis ediyor, ama dışarıdaki de (zanlı) çocuğunun babası? mı? Çocuğun babasının katiline dik dik bakması -normal- şimdiden hafızasına yerleştirmesi, önündeki kargaşa halindeki kalabalığa rağmen yüzüne taş atabilmesi!.. [Dramatik yapı gereği doğru. Ancak o durumda, o isabetli atışı yapabilmesi (!) ne kadar olabilir! / Sonradan komiserin doktora söylediği, “arabada gidene kadar (zanlı) ağladı” demesi…] Film boyunca aranan cesedin yerinin bulunması anında, -başlangıç bölümünde maktülün verdiği yemeği yiyen- köpeğin gömünün (mezar – ?) üzerinde oturması (sadakat?), taş atılarak kovalanması ve gömü (mezar ?) açılırken uzaktan havlaması -sırf “havlama” değil-, belki bir tanıklık.
Maktule yapılan otopsi sonucu, diri gömüldüğü kanıtları varken, doktor tarafından -pek de kolay olmayan bir yargıdan sonra- görmezden gelinmesi asıl ve dramatik sorunken, otopsiyi yapan elemanın otopsi aletlerinden yakınması, Kırıkkale Hastanesi’ni örnek vermesi, daha da ötesi, bir gece öncesinde köy muhtarının sofrada mezarlık duvarı diye başlayarak sözü yaptırılmak istenilen morga getirmesi… anlatılan öyküyü değişik boyutlara çekmese de yeni açılımlara hazırlıyor.
Yazının başlığında Bir Zamanlar Anadolu’da (filmin) isminin ardına eklenen neler oldu? sorusuna film cevap vermese de, farklı kesimlerden ele alınan insan tipleriyle, kırsal kesim (gece) güzellemesi gibi fotoğraflarla (yeterli olmasa da) bir çevre (mekân) gösterisiyle, bütün bunları (nerede ise) kesintisiz bir zaman dilimiyle anlatması ile, başlangıçta uzunluğundan şikayetçi olmamıza rağmen doyurucu diliyle, sinemamızda pek denenmemiş bir yapıda, bir Anadolu kasabasında yaşanan bir olayın sonrasında olanları kırsal kesimin geniş ufukları içinde ve bu kırsal kesimin dışındaki (sanki burada yaşamayan) insanları ile (komiser, doktor, savcı, zanlı) anlatıyor.
Bir kişisel gözlem olarak, filmde en beğendiğim (beğendiğimden çok, heyecanlandığım) sahneye gelince… Gece ceset arama işleri devam ederken, gerilimin yüksek noktada olduğu bir an, komiserin şoförlüğünü yapan Arap’ın yanındaki ağaçtan elma koparmak istemesi ve dalları çekiştirirken düşen üç dört elmadan önce üçünün sonra birinin eğime uyarak yuvarlanması, yuvarlanmasının kamera ile izlenmesi ve bir su akıntısının içine girmesi (kamera izliyor) su içinde ilerlemesi ve sonunda suyun küçük bir havuz yaptığı yerde – eğimde bitmişti herhalde- daha önce gelerek durmuş – artık bozulmaya başlamış- diğer üç elmanın yanında durması… Burada en büyük korkum, heyetin araştırdığı bir şeyin bulunması idi, elmanın durduğu yerde böyle bir şey yoktu… Ceylan böyle bir ucuzluğa düşmemiş, bu da bir artı puan.
(02 Ekim 2011)
Orhan Ünser
Merhaba. Morg ve otopsi aletlerinden bahsedilmesi, “öyküyü değişik boyutlara çekmese de” demek pek doğru olmaz sanırım. İki sahne neredeyse filmin özeti aslında. Burada hayatı değersizleştirme, hayattan çok ölümün yüceltilmesi var sanırım. “Köylerine zerre kadar yardımcı olmayan akrabaların ölülerini görmek istemeleri” ve “ölüyü kesip biçmenin daha kolay yapılabilmesi için teçhizat talebi” aynı kulvarda değerlendirilebilir.