Fantasturka Ankara’da Başladı

2. El Film Festivali ekibi tarafından düzenlenmekte olan Fantasturka – Türk İşi Fantastik Filmler Festivali bugün Ankara’da başladı. Mesut Kara’nın Fantastiğin Sineması adlı belgeseli ile perdelerini açan festival Kilink Uçan Adama Karşı, Kilink Soy ve Öldür, Zagor Kara Bela filmleriyle devam etti, bir çok kısa film gösterildi. Festivalin ilk günü aktör ve dövüş sahnelerinin usta ismi Levent Çakır (Zagor) söyleşisi ile son buldu. İlk defa Ankara’da gerçekletirilen festival ilk gününde 298 kişiyle buluştu. Festival konukları arasında Safa Önal, Yılmaz Atadeniz, Levent Çakır, Kunt Tulgar gibi Yeşilçam’ın unutulmaz isimleri yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Fantasturka Ankara’da Başladı yazısına devam et
  • Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde 24 Eylül Cumartesi

    İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Başakşehir Belediyesi işbirliğiyle gerçekleştirilen Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde 24 Eylül Cumartesi günü 13:00 – 14:30 saatleri arasında İstanbul Üniversitesi Doktora Salonu’nda Türkiye Tarihinde Askeri Darbeler, konuşmacılar Cemil Koçak, Hakan Erdem, Mehmet Ö. Alkan tarafından tartışılacak. Saat 19:00’da yapılacak olan festivalin açılış töreninde festival başkanı ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer konuşacak. Açılışa İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katılacağı bildiriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde 24 Eylül Cumartesi yazısına devam et
  • Hastalığın Getirdiği Mutsuzluklar

    Eylül
    Yönetmen-Senaryo: Cemil Ağacıkoğlu
    Müzik: Doğan Duru
    Kurgu: Taner Sarf
    Görüntü: Ali Olcay Gözkaya
    Oyuncular: Turgay Aydın (Yusuf), Görkem Yeltan (Aslı), Elena Polyanskaya (Elena)
    Yapım: Arti Film (2011)

    Fotoğrafçı Cemil Ağacıkoğlu’nun “Eylül”ü insanın üzerine hazan yağdıran filmlerden. Filmin en iyi tarafıysa, insanı boşlukta bırakan final bölümüydü.

    Fotoğraf sanatçısı Cemil Ağacıkoğlu, “Eylül” filmiyle 18. Adana Altın Koza Film Festivali’nden önemli ödüllerle döndü. Başta kendisi yönetmen ödülü alırken, Görkem Yeltan “En İyi Kadın” ödülünü “Vücut” filmindeki Hatice Aslan’la paylaştı. Film, kurgu dalında Taner Sarf’a da “Altın Koza” kazandırdı. “Eylül” filmini 18. Adana Altın Koza Film Festivali’nde görmüştük. Estetik açıdan insanı etkileyen bu film, hikâye anlatma tarzıyla Avrupa’nın kuzey taraflarına yakın duruyor. Aslında yönetmenin anlatımını beğendik. Hikâye hayatın bir yerinde başlıyor ve bir yerinde bitiyor gibi oluyor. Final bölümü çarpıcı. İnsanı gerçekten boşlukta bırakıyor bu final. Dingin anlatımlı, zaman zaman Rus şiirsel gerçekliğini hissettiren uzun plân çekimleri, etkileyici kış atmosferi, Godard’a selâm gönderen “sıçramalı kurgusu” bu filme bağlanmamıza neden oldu.

    Modern insanın zorluğu…

    Filmi seyrederken, insan yabancılaşma yaşıyor. Modern zamanlarda yaşamak ve varolmak büyük mesele. Aslı akciğer hastalığı çekiyor. Yusuf, kuyumcuda usta. Karısını hastaneye getiren Yusuf, ona şefkatli davranmak için çaba gösterse de, dışarıdaki kış atmosferi gibi beraberlikleri. Hastane odasında Rus Elena’yla iletişim kuran Yusuf, belki de onu cinsel olarak arzuluyor. Çünkü karısı hep hasta ve bu yüzden yatağı soğuk. Hastaneden karısını çıkartan Yusuf, onunla beraber annesinin yanına gidiyorlar. Annesi, dayısıyla beraber yaşıyorlar. Çocukluğunun kasabasında arkadaşlarını gören Yusuf, İstanbul’a işine döndükten sonra Elena’dan telefon alıyor. Elena, İstanbul’da seks işçiliği yapıyor ve pezevenginden şiddet görüyor. Mutsuzluğun, pusların içindeki Yusuf’la karanlık arka sokaklardaki Elena’nın yolları kesişecek mi? Yoksa beklenmedik trajediler mi gelecek? Final insanı gerçekten boşlukta bırakıyor. Filmin anlatımı, ayrıntılı olmadığı için bazı şeyleri seyici dolduramayabilir. Belki de yönetmen böyle olmasını istiyor. Final de buna destek veriyor zaten. Oyuncu performansları da iyi. Az diyaloglu, dingin anlatımlı ve karakterlerin ruhunu yansıtan müzikleriyle aldığı ödülleri hak eden bir yapıt bu. Filmin neden “Eylül” adını taşıdığını bilemeyebilirsiniz. Belki de hazanı çağrıştırıyordur.

    (Bu yazı 30 Eylül 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (30 Eylül 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Cinemarine Yeni Türk Filmleri Haftası 01 Ekim’de Başlıyor

    Bodrum Cinemarine Sinemaları, tarafından düzenlenen Cinemarine Yeni Türk Filmleri Haftası 01 Ekim 2011 Cumartesi günü başlıyor. 08 Ekim’e kadar sürecek hafta boyunca her gün bir filmin yönetmeni ve oyuncularıyla birlikte filmden önce söyleşi yapılacak. Her yıl Ekim ayında gerçekleştirilmesi planlanan Yeni Türk Filmleri Haftası bünyesinde, gelecek sinema sezonu için hazırlanan eserlerden derlenen filmlerin, yönetmen ve oyuncu kadrosu ile birlikte ön gösterimleri yapılacak. Hafta boyunca sinemaseverlere Anadolu’nun Son Göçerleri: Sarıkeçililer, Gölgeler ve Suretler, Çalgı Çengi, Kar Beyaz, Aşkın İkinci Yarısı, İncir Reçeli, Ses, Zefir ve Sonbahar adlı filmler gösterilecek.

    Cinemarine Yeni Türk Filmleri Haftası 01 Ekim’de Başlıyor yazısına devam et

    Irkçı Tarikatın Vahşi Şiddeti

    Şeytanın İni (Red State)
    Yönetmen-Senaryo: Kevin Smith
    Görüntü: David Klein
    Oyuncular. John Goodman (Keenan), Michael Parks (Rahip Cooper), Michael Angarano (Travis), Nicholas Braun (Billy Ray), Ronnie Connell (Randy), Stephen Root (Şerif Wynan), James Parks (Mordechai), Melissa Leo (Sarah), Kyle Gallner (Jarod), Kerry Bishe (Cheyenne), Jennifer Schwalbach (Esther)
    Yapım: Harvey Boys-NVSH (2011)

    Amerikan bağımsız sinemasının önemli yönetmenlerinden Kevin Smith, “Şeytanın İni” filmiyle kendi tarzının dışına çıkıyor ve vahşi şiddetle perdeyi kıpkırmızı yapıyor.

    Beş Nokta Kilisesi (Five Point Church), eşcinselliğe ve kendilerinin sapkın olarak gördükleri her şeye şiddetle karşı çıkıyorlar. Akrabalardan oluşan bu kilisenin rahbi Cooper, sapkın gördükleri insanları “ahlâki” vaaz verdikten sonra vahşi biçimde infaz ettiriyor. Ayrımcı, ırkçı ve radikal dinci bu tarikat, üç lise öğrencisini seks yoluyla tuzağa düşürüyor. Travis, Billy Ray ve Jarod, karavanda anneleri yaşındaki Sarah’yla ilk cinselliklerini yaşamayı hayal ederken bir cehennemin içine düşüyorlar. Önce, özel arabasının içinde bir erkekle ilişkiye giren kasabanın şerifi Wyann’ın arabasına çarpıyorlar. İşler ters gidiyor ve tarikatın eline düşüyorlar. Bu tarikat, Protestanlar gibi aynı inanışta olmalarına rağmen şeriatı daha bir önde tutan “Baptist”lerden oluşuyor. Üstelik, bu tarikatın “Mordechai” ve “Esther” üzerinden Yahudilikle dolaylı bağı var sanki. Kilisedeki iki karakterin adıyla aynıydı.

    Korkunç şiddet…

    Filmde kanlar fışkırıyor. İnsan perdeye bakmakta zorlanıyor. Gençleri bağlayarak ölüm sırasını bekleten rahip, önceki “suçlu”yu infaz ettiriyor. Ölüm anına bakmak gerçekten insanı zorluyor. Yaşlı rahip Cooper, şerif Wyann’ı eşcinsel olduğu için medyaya bildirmekle tehdit ettikten sonra şerif ATF Ajanı Keenan’ı arıyor. Ardından kilisedeki vahşi şiddetle boy ölçüşebilen ajanların şiddeti perdeyi kırmızıya boyuyor. 11 Eylül’den sonra hangi din şiddet uygularsa yok edilmeli. Sanki Ajan Keenan böyle düşünüyor. 2011 Sundance Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterildiğinde insanlarda şok etkisi yaratan 2011 yapımı “Red State – Şeytanın İni”, gerçekten şok yaratıyor. Yönetmen Kevin Smith, hem tarikatın hem de ajanların vahşi şiddetini göstererek, hiçbir şiddetin masumiyeti olmadığını gösteriyor. New Jersey’de 1970 yılında doğan yönetmen Smith, Amerikan bağımsız sinemasının “kült yönetmeni” olarak anılıyor. O sadece bir yönetmen değil. Çizgi romanlarla kitaplar da yazıyor. Smith’in yazdığı çizgi romanları ve kitapları Türkçeye de çevrildi. Özellikle de “Daredevil” serisi. 2001 yapımı komedisi “Jay and Silent Bob Strike Back – Sessiz ve Derinden”, 2004 yapımı romantik komedisi “Jersey Girl – Babasının Kızı”, 2008 yapımı yine bir romantik komedisi “Zack and Miri Make a Porno – Garip Bir Aşk Öyküsü” buralara kadar gelmişti. Yönetmen, “Şeytanın İni” filmiyle kendi tarzının dışına çıkmış oluyor. Film, Los Angeles’ta çekilmesine rağmen Orta Amerika olarak belirtiliyor. Filmin orijinal adı “Kırmızı Eyalet”in anlamıysa bu renkteki eyaletlerin hepsinde Cumhuriyetçiler ağırlıkta. Demokratların ağırlıklı olduğu yerlereyse “Mavi Eyalet” deniliyor.

    (Bu yazı 30 Eylül 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (30 Eylül 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Paris’te Manhattan Geceyarısı Gibi

    Paris’te Geceyarısı (Midnight in Paris)
    Yönetmen-Senaryo: Woody Allen
    Görüntü: Darius Khondji
    Oyuncular: Owen Wilson (Gil), Rachel McAdams (Inez), Marion Cotillard (Adriana), Léa Seydoux (Gabrielle), Michael Sheen (Paul), Nina Arianda (Carol), Carla Bruni (Müze Rehberi), Adrian Brody (Dali), Yves Heck (Cole Porter), Corey Stoll (Hemingway), Tom Hiddleston (Fitzgerald), Kathy Bates (Gertrude), Alison Pill (Zelda), Marcial di Fonzo Bo (Picasso), Sonia Rolland (Josephine Baker), Tom Cordier (Man Ray), Adrian de Van (Bunuel), David Lowe (TS Elliot), Vincent Menjou Cortes (Toulouse-Lautrec), Olivier Rabourdin (Gauguin), François Rostain (Edgar Degas), Yves-Antoine Spoto (Matisse)
    Yapım: Mediapro-Gravier-TV3 (2011)

    Önemli sinemacılardan Woody Allen’ın Manhattan aşkı gibi Paris’e bir saygı sunuşu gönderdiği “Paris’te Geceyarısı”, bu muhteşem şehri sanat eseri gibi beyazperdeye yansıtıyor.

    Film, sabit açılarla Paris fotoğraflarıyla açılıyor. Hayat perdeden akıp giderken fonda da Glenn Miller Orkestrası’nın “Moonlight Serenade” müziği duyuluyor. Ardından, Woody Allen’ın değişmez ön jeneriği başlıyor. İlk romanının sancılarını yaşayan Hollywood senaristi Gil Pender, zengin kızı Inez’le nişanlı ve evlenmeden önce Paris’teler. Üstelik bu gezide Inez’in annesi Helen’le “Çay Partisi”nden babası John da var. Geçmişe özlem üzerine, eski zamanların eşyalarını satan dükkânı öne alan bir roman taslağı olan Gil, ruh ve sosyal çevre olarak kendine epey uzak güzel Inez’le mutlu olabilir mi? Ailesinden dolayı toplumdaki statüye önem veren Inez, Gil’e ilham veremiyor. Paris’te Inez eski tanıdıkları Paul ve Carol Bates çiftiyle karşılaşıyor. Paul, Sorbonne’da ders vermeye gelmiş. Paul, Inez için toplumdaki yer itibariyle de bir dahi. Gil, bu sıkıntılı anlardan uzaklaşmak için gecenin ışıltıları içindeki Paris sokaklarında aylak aylak dolaşırken yolunu kaybediyor. Kilisenin basamaklarına oturduğunda kilisenin çanı geceyarısını vuruyor. O sırada eski zamanlardan antika bir araba önünde duruyor. Bu onu, rüyalarına ve özlemlerine, yani 1920’lerdeki bohem Paris’e götürüyor. Arabada ünlü yazar F. Scott Fitzgerald ve yazar eşi Zelda da var. Gerçeküstü bu rüyada zaman yolculuğu yapan Gil, büyülendiği Ernest Hemingway’le de tanışma fırsatı buluyor. Hatta romanı için kendisine yol gösteren Gertrue Stein’la bile dostluğunu geliştiriyor. Picasso’nun metresi Adriana’ya bile aşık oluyor Gil. Onunla zamanlar geçiriyor ve 1890’lardaki “Belle Epoque” zamanlarına bile gidiyor. Adriana’yla aşk kırıklığı da yaşıyor. Inez’le evleneceğini öğrenen Adriana, kafede Gil’i bırakıp gittiğinde ona teselliyi Dali veriyor. Bunuel ve Man Ray’le dost oluyor. Şimdiki zamandaysa sorunlar bitmiyor. Rastlantıyla tanıştığı, romanındaki gibi eski eşyalar ve plâklar satan dükkânda hayatının aşkı Gabrielle’i görüyor. Paris’te aşk gerçekten bambaşka.

    O sanatçıları solumak…

    Gil, Fitzgeraldların gittikleri partide en hayran olduğu Cole Porter’ı dinliyor. Cole Porter (1891-1964), piyano başında “Let’s Do It” şarkısını söylüyor. 1906’la 1975 yılları arasında yaşamış Amerikalı şarkıcı ve dansçı Josephine Baker “La Congo Blicoti”yi coşkuyla bohem Paris’e okuyor. Gerçeküstücü, dadacı ve kübist film yönetmeni Jean Cocteau’nun (1889 – 1963) doğum günü partisi de tam anlamıyla gerçeküstücüydü. Ama kendisi görünmüyordu üstadın. Gil, Ernest Hemingway’le de tanışma şerefine ulaşıyor. Hemingway, 1930’larda İspanya’nın iç savaşına katılıp Cumhuriyetçilerle beraber Franco’ya karşı savaşacaktı birkaç yıl sonra. Hemingway, 1961’de intihar etmişti. Elbette dışavurumcu şair ve oyun yazarı İngiliz TS Elliott (1888 – 1965) unutulmamalı. Gerçeküstücü dostlar Salvador Dali (1904 – 1989), yönetmen Luis Bunuel (1900 – 1983) ve Amerikalı fotoğrafçı ve ressam Man Ray (1890 – 1976) bile filmin konukları. Man Ray’in fotoğraf çalışmalarına bir göz atın. Gil, genç Bunuel’e ileride çekeceği filmden ipucunu bile veriyor. Bunuel, 1962 yılında Gil’in bahsettiği “El Angel Exterminador – Yokedici Melek” filmini Meksika’da siyah-beyaz çekmişti. İtalyan Yahudisi ressam ve heykeltıraş Amedeo Modigliani’yle aşk yaşamış, ressam Pablo Picasso’nun (1881 – 1973) metresi olmuş, Paris’e aşık olmuş Adriana hayali bir karakter filmde. Modigliani (1884 – 1920), gerçekten bir aşk yaşamış. Resmini yaptığı güzel Katolik Jeanne onu büyülemiş ve ona sırılsıklam aşık olmuş Modigliani. Ayrıca o dönemlerde Picasso’nun modeli ve metresi de Marie-Therese Walker’di. Çoğu zamanda Paris’te yaşamış Amerikalı yazar ve şair Gertrude Stein (1874 – 1946), nostaljik roman yazan Gil’e katkı verirken, belki de ona yaşadığı zamanın da önemli olduğunu fark ettiriyor. Ünlü yazar F. Scott Fitzgerald (1896 – 1940) ve “jazz age”, yani “flapper” olan çılgın yazar eşi Zelda (1900 – 1948) boşuna hikâyede yer almıyor. Fitzgerald da zorunluluktan Hollywood filmlerine senaryolar yazmış bir sanatçı. Tıpkı filmin kahramanı Gil gibi. Filmde günümüzün ve bohem döneminin Paris’i yok. “Belle Epoque” diye anılan dönem de yansıyor. Adriana, bir önceki döneme tutkun. Elbette bu dönemde “Moulin Rouge”da resim çizen Henri de Toulouse-Lautrec (1864 – 1901) var. Hatta ressamlar Paul Gauguin (1848 – 1903) ve Edgar Degas (1834 – 1917) bile var. “Can Can” dansı da. Allen filminde, İspanyolların gelmiş geçmiş en ünlü matadoru Juan Belmonte’yi (1892 – 1962) bile unutmamış.

    Müzikler ve görüntüler…

    Filmde Paris gerçekten bir tablodan fırlamış sanat eseri gibi yansıyor perdeye. Ünlü kameraman Darius Khondji’nin bu filmin estetiğine çok büyük katkısı olmuş. Bu ünlü sanatçı, Jeunet-Caro ikilisinin ortak yönettikleri 1991 yapımı “Delicatessen – Şarküteri” ve 1995 yapımı “La Cite des Enfants Perdus – Kayıp Çocuklar Şehri” filmlerinde unutulmaz fotoğraflar yaratmıştı. Elbette David Fincher unutulmamalı. Fincher-Khondji ikilisinin 1995 yapımı “Se7en – Yedi” de unutulmazdı. Baştan sona fonda duyulan tüm müzikler ve şarkılar insanı büyülüyor. Sidney Bechet’nin saksofon tınısını üste çıkartan “Si Tu Vois Ma Mere” cazı, tema müziği olarak sıkça kulağınıza geliyor. Filmde, İspanyol gitarıyla çalınan ve fonda duyulan “bistro fada” tınıları da duyuluyor. “Bistro”, Portekizce bir kelime. Genelde küçük, sıcak ve samimi restoranlarda bu müzik eşliğinde yemek yeniliyor. “Fada”nınsa bir dolu anlamı var. Bizim duyduğumuz, sıcak bir gitar valsi. Yani bu anlama da geliyor. Filmdeki en büyük sürprizi, Fransa’nın şimdiki cumhurbaşkanı Sarkozy’nin eski model, yeni şarkıcı eşi Carla Bruni’nin müze rehberini oynamasıydı. Versay Müzesi’nde heykeltıraş Rodin üzerine tartışma sahnesinde fark ediyorsunuz Carla Bruni’yi. Bu fantastik film, Allen’ın ilk gerçeküstücü yapıtı değil. 1972 yapımı “Every Thing You Always Wanted to Know About Sex – Seks Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey” ve 1973 yapımı “Sleeper – 200 Yıl Sonra” filmleri de var. Filmin finali de aşka adanmış. Seine Nehri üzerindeki köprüde Gil’le Gabrielle karşılaşıyorlar ve yağmur altında aşka doğru yürüyorlar beraberce. Allen, “Paris’te Geceyarısı”yla komediye sıkı bir dönüş yapmış da oldu. 18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gördüğümüz “Paris’te Geceyarısı”nı Adanalılar çok sevdiler, çok güldüler ve Allen’la çok eğlendiler. Ayrıca bu filmden çok şey keşfedeceksiniz.

    (30 Eylül 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Bol Ödüllü Oyuncu Volga Sorgu’nun Kaledeki Yalnızlık Adlı Filmi Yeniden Vizyonda

    Bol ödüllü oyuncu Volga Sorgu’nun yazıp yönettiği Kaledeki Yalnızlık yeniden vizyonda. “Ölü zamanda vizyona girip ıskalanan filmimi yeni sezonun başında yeniden izleyiciyle buluşturuyorum.” diyen Altın Portakal’lı oyuncu Volga Sorgu, filmin yapımcısıyla olan sorunlarını da çözdüğünü dile getiriyor. Film, 39 yaşında bir kaleci üzerinden, baba – oğul, futbol – şike ve kaybolmaya yüz tutan mahalle ilişkilerini ele alıyor. Numan Çakır, Özlem Tekin, Erkan Can, Nur Sürer, Menderes Samancılar ve Tolga Sarıtaş’ın rol aldığı film, bir anda Türkiye gündemine oturan futbol konusunu irdeliyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali Yayınları

    İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali Yayınları sinema kitaplarının tanıtım bültenleri ve kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Yeni eklenenler:
    14. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (Broşür),
    13. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (Broşür),
    13. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (Program Broşürü),
    12. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (Broşür),
    11. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali (Broşür).
    İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali Yayınları yazısına devam et

    Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi’nin Türkiye Prömiyeri Altın Koza’da Yapılıyor

    Onur Ünlü’nün Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi filminin Türkiye prömiyeri, 18. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında 23 Eylül Cuma günü saat 15:00’de Adana M1 Alışveriş Merkezi Cinebonus Sinemaları’nda gerçekleşiyor. Eflatun Film’in yapımcılığını üstlendiği, çekimleri Eskişehir ve İstanbul’da yapılan film, festivalde jüri başkanlığını Derviş Zaim’in yaptığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yarışan 14 film arasında. Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi, festivalin ardından, 18 Kasım 2011 Cuma günü birçok şehirde birden vizyona girerek, sinemaseverlerle buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.