Göbeklitepe, National Geographic’e Kapak Oldu

Ahmet Turgut’un yönettiği Göbeklitepe: Dünyanın İlk Tapınağı adlı belgesele konu olan ve dünyanın ilk inanç merkezi sayılan Şanlıurfa’daki Göbeklitepe, National Geographic’in Haziran sayısına kapak oldu. İnsanlık tarihini değiştirecek keşif olarak kabûl gören Göbeklitepe dosyasında, Kazı Başkanı Klaus Schmidt’le yapılan söyleşiye yer alıyor. Şanlıurfa Valisi Nuri Okutan ise Göbeklitepe hakkında: “Şanlıurfa’nın geçmişiyle, insanlık tarihinin en önemli kentlerinden birisi olduğu gerçeğini, Göbeklitepe’deki son kazılarla artık tüm dünya kabûl etmiştir.” dedi.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Göbeklitepe, National Geographic’e Kapak Oldu yazısına devam et
  • Sinemanın Macera Kahramanı: Sylvester Stallone

    Sinemada, “Rocky”yle kendi hayatını özdeşleştiren Sylvester Stallone, macera ve aksiyon sinemasında önemli bir yerde. Göründüğü bazı filmler sinema tarihine kaldı. Filmlerde başrol oynadı, filmler yönetti, senaryolar yazdı. Onun filmleriyle yolculuğa çıkmak istedik.

    Sylvester Stallone, 1946 yılında New York’ta doğdu. “Rocky” filmine kadar da sinemanın bütün çilesini çekti. Ona “Italian Stallion”, yani “İtalyan Aygırı” diyorlardı. Asıl adı Michael Sylvester Gardenzio Stallone’du. Arada iyi filmlerde de göründü. Alan J. Pakula’ının başrollerinde Jane Fonda ve Donald Sutherland’ı oynattığı sinemaskop çekilmiş 1971 yapımı “Klute – Fahişe” filminde diskotek patronuydu Stallone. Hatta Woody Allen’ın 1971 yapımı “Bananas – Zorla Kahraman” filminde metrodaki bir hayduttu. Dick Richards’ın Raymond Chandler’dan uyarladığı 1975 yapımı “Farewell, My Lovely – Elveda Sevgilim” kara filminde de Jonnie karakterini canlandırdı. Bu filmde Robert Mitchum ve Charlotte Rampling başroldeydi. Sonunda hayaller gerçek oldu, ama o kadar kolay olmadı. Ünlü boksör Rocky Graziano’dan ilham almış “Rocky” senaryosuyla Hollywood stüdyolarını dolaşan Stallone’un arayışlarına United Artists cevap verdi. Filmi yönetip başrolde de oynamak isteyen Stallone, ilk “Rocky”yi yönetmeyi John G. Avildsen’a bırakmak zorunda kaldı 1976’da. Bu film, 1977’de Akademi’yi büyüledi ve tam on dalda Oscar’a aday oldu. Film, yönetmen (John G. Avildsen), senaryo (Sylvester Stallone), kurgu (Richard Halsey ve Scott Conrad), erkek oyuncu (Sylvester Stallone), kadın oyuncu (Talia Shire), yardımcı erkek oyuncu (Burgess Meredith ve Burt Young), özgün şarkı (Bill Conti – Gonna Fly Now) ve ses dallarından film, yönetmen ve kurgu dallarında Oscarları aldı. Aslında bu film, hem Rocky Balboa’nın hem de Sylvester Stallone’un kaderini değiştirdi. Filmin senaryosu okullarda okutulacak kadar mükemmeldi. Yönetmen de senaryonun ruhuyla buluşan anlatımıyla unutulmaz modern bir klâsiğin doğuşuna neden oldu. Bugün, “Rocky”yle beraber “Rocky 2”, “Rocky V” ve “Rocky Balboa” sinemanın özel filmlerinden.

    İlk hikâyede Rocky Balboa, doğru düzgün iş bulamıyor. Micky’nin (Burgess Meredith) yerinde boks antrenmanlarını sürdürüyor. Adı duyulmamış bir boksörle maç yapmak isteyen ağır sıklet Apollo Creed (Carl Weathers), kendine rakip olarak Rocky’yi seçiyor. Rocky de o sıralar hayatının kadını Adrian’ı (Talia Shire) büyülemeye çalışıyor. Kayınbiraderi olacak Paullie de (Burt Young), içine kapanık kız kardeşinin Rocky’yle olmasını istiyor. Filmde, kış atmosferindeki mekânların yansıyışı çok etkileyiciydi. Bir de Bill Conti’nin tema müziği “Gonna Fly Now” gerçekten unutulmazdı. Bu müzik eşliğinde Rocky ağır antrenmanlarını yapardı hep. Stallone’un ilham aldığı boksör Rocky Graziano’nun hayatının bir bölümünü, yönetmen Robert Wise, 1956’da siyah-beyaz çekti “Somebody Up There Likes Me – Yukarıda Biri” adıyla. Paul Newman (Rocky) ve Pier Angeli (Norma) başroldeydi. “Yukarıda Biri” fiminde unutulmaz bir diyalog vardı. Rocky Graziano, Norma’ya, “Biliyor musun, hep şanslı oldum. Yukarıda biri beni seviyor” diyor. Norma da, “Daha aşağıdaki birileri seni seviyor” der. Aslında bu filmde, trafik kazasında ölmeseydi James Dean oynayacaktı Rocky Graziano’yu. Pier Angeli’yle James Dean fırtınalı bir aşk yaşıyorlardı o zamanlar. “Rocky” filminde de Rocky Balboa’yla Adrian arasında da unutulmaz bir diyalog vardı. Adrian, “Neden dövüşmek istiyorsun?” diyor. Rocky de, “Çünkü benden şarkıcı, dansçı olmaz” diye cevaplıyor. Rocky Balboa’nın hayatı, Pensilvanya eyaletinin Philadelphia şehrinin kuzeyinde geçiyor. Rocky ve Stallone, “Amerikan rüyası”nı gerçekleştirdiler beraberce. İkisi de, çok süründüler, açlık tehlikesi geçirdiler ve çalışarak başardılar. Kibirliler, onu “Rambo” serisinde oynadığı için sertçe eleştiriyorlar. Oysa o, aşağıda olmanın ne demek olduğunu biliyor.

    İkincisinde yönetmen…

    İlkinin başarısı üzerine, United Artists “Rocky”nin ikinci filmini Stallone’un yönetmesini kabûl etti. Ama, öncesinde bir film yönetmesi gerekecekti 1978’de Stallone’un. Bunu başaran Stallone, senaryoyu yazdı, filmi yönetti ve yine başrolde oynadı “Rocky II”de. 1979 yapımı “Rocky II”de de, ilk filmde oynayan karakterler göründü. Film, ilk filmin finaliyle açılıyor ve Rocky, “Adrian, Adrian” diye bağırır etrafa, yüzü gözü patlamış halde. Maçı, Apollo’ya sayıyla kaybetse de, iyi para kazanan Rocky, Adrian’la evlenip bir yuva kuruyor. Ama, Apollo’ya gelen mektuplar, onu çıldırtıyor ve Rocky’yle bir maç daha yapmak istiyor. Sonunda, maç kararlaştırılıyor Adrian’ın karşı koymasına rağmen. Bu ikinci filmde, hocası Mickey’nin antrenmanlarıyla bu yüzyılın maçına hazırlanıyor Rocky. Antrenmanda tavuk kovaladığı sahne de şimdi bir klâsik. Rocky, “Kendimi kızarmış aptal tavuk gibi hissediyorum” diyor bu sahnede espriyle karışık. 1982 yapımı “Rocky III” ve Soğuk Savaş saçmalığı 1985 yapımı “Rocky IV”, bu serinin nedense sevemediğimiz filmlerinden. “Rocky IV”, 1980’lerde başkan olan Ronald Reagan’ın estirdiği “Amerikalılık ruhu” rüzgârının etkisinde yapılmış bir filmdi. “Rocky III”teki en iyi şeylerden biri, Survivor rock grubunun “Eye of the Tiger” (Kaplanın Gözü) şarkısıydı. 1990 yılnda, “Rocky V”le ilk filmin yönetmeni John G. Avildsen’le yolları kesişti yine. Bu kesişme, “Rocky” serisine unutulmuş sıcaklığı da getirdi. Rocky, bu filmde boks yapmıyor ama yeteneğinin farkında olmayan bir serseriye antrenman vermek istiyor. 2006’da gelen serinin altıncı filmi “Rocky Balboa”, ilk iki filmdeki yoğun duygusallığı yarattı perdede. Adrian ölmüş. Ondan yadigâr kalmış “yuppy” bir oğul ve hâlâ bir şey olamamış bir kayınbirader. Boksu bırakan efsane Rocky, şimdi insanlara İtalyan yemeklerini sunuyor. Ama, yine sonunda bir defa daha bir maç onu bekliyordu.

    “Rocky Balboa”, 1970’lerin “Rocky”lerine bir saygı sunuşu, bir hüzünlü özlem filmiydi. “Rocky Balboa” filminin büyük bir bölümünde Stallone’un hüznünü hissediyorsunuz. Şehirler, insanlar, kültürler ve hayat tarzları değişiyor. Dinlenen müzikler, insan ilişkileri ve aşklar da değişiyor. Geçmişi, 1970’leri unutamayan Rocky, hayatını geçirdiği şehirde eskiden gittiği mekânlarda geçmişin sıcaklığını ve izlerini arıyor. Hayatının büyük aşkı, karısı Adrian da yoktur artık. Öleli birkaç yıl olan Adrian’ın mezarını sürekli ziyaret eden Rocky, karısının adını verdiği bir restoran işletiyor. Müşterilerine de boks anılarını anlatıyor kendi mekânında. Kayınbiraderi Paulie, şimdide yaşayan, geçmişi anmayan bir insan. Rocky’ye de şimdiki anları fark ettirmek istiyor sanki. Mezbahanede çalışan Paulie, hayatta hiçbir şeye bağlanmamış biri. Rocky’nin iletişim kurmak için çabaladığı oğlu Robert, babasına sürekli yaşlılığını hissettiriyor. “Yuppy” tipli Robert (Milo Ventimiglia), babasının ününün gölgesinde ezilen biri. Her şeyi kendi çabası ve gücüyle başarabileceğine inanıyor. Babasının oğlu olarak bir yerlere gelmek istemiyor. Bir de Marie var. İlk “Rocky” filmini seyredenler o küçük kızı anımsayacaklar. O kız şimdi büyümüş. Rocky, Marie çocukken ona hep nasihat vermiş. Rocky, geçmişin küçük kızı Marie’yle (Geraldine Hughes) dostluğunu derinleştiriyor. “Rocky Balboa”yı seyrederken, filmdeki diyaloglar etkileyici ve keşfettiriciydi. İnsanlarla nasıl iletişim kurulacağını, insanlara nasıl ulaşılacağını fısıldıyordu film. Gelişen ve değişen dünyada insanlar birbirinden uzaklaşırken, ilişkiler de yapaylaşıyor. Filmi seyrederken, insanın sıcaklığına dokunuyorsunuz. Philadelphialı Rocky, geçmişin o güzel günlerini ararken, siyahi bir genç boksör Mason Dixon (Antonio Tarver), yeni Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu olur. İnsanlar hemen yeni şampiyonu bağırlarına basmıyorlar. Çünkü, boks tutkunlarına göre geçmişte daha büyük maçlar ve boksörler vardı. Rocky hâlâ unutulmamış ve insanların yüreklerinde. Dixon’ın menecerleri, bilgisayar oyunlarında Rocky – Dixon maçları ilgi görünce Rocky’nin kapısını çalıyorlar. Belki de en önemli neden, Dixon’ın halkın gözünde de “gerçek şampiyon” yapmak. Rocky, Pensilvanya’da boks kuruluna başvuruyor. Elbette Dixon’la maç yapmak için değil. Özlediği boksu bölgesel şampiyonalarda bir daha yaşamak için. Sonuçta, bilgisayar oyunundaki maç gerçeğe dönüşüyor ve Rocky’yle Dixon, ringte eski zamanların tadını yaşatan bir maç yapıyorlar. Rocky, bir sayıyla yenilse de, Dixon’a büyüklüğünü gösteriyor. Hem maçla hem de sporcu ahlâkıyla. “İtalyan Aygırı” Rocky, maçta “Rocky II”deki siyah-sarı şortunu giyiniyor. Bu filmin son bölümlerindeki Rocky – Dixon maçı, sinematografik açıdan etkileyici ve çarpıcıydı. Filmin genelinde klâsik bir anlatımı olan “Rocky Balboa”, maç bölümlerinde biçim dili olarak üst noktaya ulaşıyordu. Siyah-beyaz görüntülerin içindeki renkler çarpıcıydı. Elbette müzikler. Bill Conti’nin besteleri yine unutulmazdı. Neredeyse bütün “Rocky” serisinde, Rocky antreman yaparken fonda duyulan o muhteşem müzik bu filmde de duyuluyordu. Aslında, “Rocky” serisinin filmlerini bilenlere bu filmdeki bazı müzikler hiç de yabancı gelmeyecek. Serinin altıncı filmi olan “Rocky Balboa”, ilk iki “Rocky” gibi sinema tarihindeki müstesna yerini aldı. Rocky, vazgeçemediği kostümlerini bu son filmde de giyinmişti. Siyah şapkası ve paltosuyla, o saf ve “Amerikan rüyası”na içten inanan bir Rocky, yeniden dönmüştü beyazperdeye. İyi bir senarist de olan Stallone, Rocky karakteriyle özdeşleşti. İkisi de kaybedenlerin arasında kaybolup gidecekken kendi yollarını açtılar. Stallone, hayatından esinlendiği ünlü İtalyan asıllı Amerikalı boksör Rocky Graziano’ya hep saygı sunuşu gönderdi “Rocky” serisiyle. “Rocky” filmlerinde genelde Philadelphia Sanat Müzesi de önemli bir yer tuttu hep. Antrenmanlarını bu müzenin merdivenlerinden koşarak bitirirdi Rocky.

    Yönetmenliğini kanıtladı…

    Stallone, yarattığı “Rocky”yi kendisinin yönetmesine çok inanmıştı. 1978 yılında Stallone, “Paradise Alley – Fedai” filmini yazdı, yönetti ve başrolünde oynadı. “Fedai”, onun ilk yönettiği filmdi ve “Rocky”yi yönetmesi için United Artists’i ikna edecekti. Filmin hikâyesi, 1940’larda New York’ta İtalyan kökenlilerin yoğunlukta yaşadığı kasvetli Hell’s Kitchen (Cehennem Mutfağı) diye anılan mahallesinde geçiyordu. Bu film, güreşçi Carboni kardeşlerin maceralarını anlatıyordu. Yine 1978’de Norman Jewison’ın yönettiği “F. I. S. T – Kamyoncu”nun senaryosunu Joe Eszterhas’la beraber yazdı Stallone. Başrolde de oynadı. Filmde sol ruh vardı. “Kamyoncu” filminde Bing Crosby’nin söylediği “Santa Claus is Coming to Town” şarkısı da duyuluyordu. “F. I. S. T”in anlamı “Eyaletlerarası Kamyoncular Federasyonu” (Federation of Interstate Truckers) demek. “Yumruk” anlamına da geliyor. Filmde, mafyaya bulaşmış sarı sendikalara karşı mücadele anlatılıyordu. Laszlo Kovacs’ın kasvetli görüntüleri de unutulmazdı. Bu filmi İzmir’de, 1987 erken genel seçiminin yapıldğı günün akşamı Konak Çınar Sineması’nda görmüştük. Bütün gün evde sıkılan İzmirliler, sanki bu filme koşmuştu. Çınar Sineması’nın 1980’lerde tatlı bir geleneği vardı. Salon tamamiyle dolduğunda bir şenlik başlıyordu. Perdenin hemen önünde küçük yaldızlı küreye ışık yansıtılıyordu. Noktalı ışıklar, çalan disko parçasıyla beraber salonu kuşatıyordu. Seyirciler de, elbette dans yapıyordu. Film başlamadan önce çok dans ettik bu sinemada. İzmir’de sinema bir şenlikti 1980’lerde.

    “Rambo” dolu bir macera…

    1931 Toronto doğumlu yönetmen Ted Kotcheff’in David Morell’in 1972’de yayımlanmış “First Blood” romanından çektiği 1982 yapımı “First Blood – İlk Kan”, sinemada çok ses getirdi. Vietnam gazisini anlatan yazar Morell, İngiliz yazar Geoffrey Household’un “Rogue Male – Haydut Kadın” romanından ilham almış Johnny Rambo karakterinin hikâyesini kurarken. Rambo, Vietnam’dan arkadaşını ziyarete geldiği Madison – Kentucky’de şerif Teasle’la (Brian Dennehy) başı derde giriyordu. Şerif, ona bir serseriymiş gibi davranıp kasabadan atmak istiyordu. Rambo bir Vietnam gazisi ve bu serseri şeriften saygı görmek istiyordu sadece. Sonra olanlar oluyor ve ilk kanı askerler döküyordu. Maceralı ve patlamalı bu filmde aslında sosyolojik taraflar da var. Bu filme, sağın “Vietnam sendromu” denilebilir. Rambo’nun komutanı Albay Trutman’da Richard Crenna (1926 – 2003) vardı. Kameraman Andrew Laszlo’nun sinemaskop çerçeveleri gerçekten çarpıcıydı ve seyirciye macera hissini yaşatıyordu. 1985 yılında “Rambo: First Blood Part II – Rambo: İlk Kan 2” geldi. Filmi, 1976 yapımı “The Cassandra Crossing – Kassandra Geçidi” filmiyle bilinen George Pan Cosmatos yönetti. Jack Cardiff’in sinemaskop görüntüleri, bazı anlarda neredeyse insanı çarpıp gidiyordu. Rambo’nun, nehirde yol alan teknedeki yakın çekimleri tek kelimeyle klâsikti. Sarıyla yeşilin kontrastı da estetik anlamda etkiliyordu. İzmir’de, Kemeraltı Sema Sineması’nın gümüşperdesinde bu görüntülere doyum olmuyordu. Rambo’nun görevi bu defa, Amerikalı savaş esirlerini Vietkongların elinden kurtarmaktı. 1988 yılında serinin üçüncü filmi “Rambo III” geldi. Filmi, kameramanlıktan gelme İngiliz Peter MacDonald yönetti. “Rambo III”, MacDonald’ın ilk yönetmenlik deneyimiydi. Rambo bu bölümde, Afgan mücahitlerle beraber Sovyetler’in Kızıl Ordusu’na karşı savaşıyordu. Bir şey daha. Rambo kadar ünlü bir bıçağı da vardı. Her işe yarayan bu bıçak, Rambo’nun adıyla müsemmaydı.

    1980’lere damga vurdu…

    Stallone’un yolu büyük yönetmen John Huston’la buluştu, ABD’de “Victory” adıyla vizyona çıkan 1981 yapımı “Escape to Victory – Zafere Kaçış” filmiyle. Filmde, dünyaca ünlü futbolcular da vardı. Pele, Osvaldo Ardiles, Bobby Moore, Paul van Himst, Kazimierz Deyna, Hallvar Thoresen, Mike Summerbee gibi eski futbolcularla beraber Sylvester Stallone, Michael Caine, Max von Sydow da filmde yer aldılar. Bu film, Zoltan Fabri ustanın 1963 yapımı siyah-beyaz “Ket Felidö bir Pokolban – Cehennemde İki Devre”nin yeniden çevrimiydi. Huston’ın sinemaskop ve renkli çekilmiş filminde de, esir kampındaki Yahudilerle Nazilerin futbol maçı yansıtıyordu. Elbette bir kaçış plânı da vardı. Stallone, 1983’te yönettiği “Staying Alive – Yaşıyorum” filminde başrolü John Travolta’ya verdi. Bu müzikli ve danslı dram fimin hikâyesi, New York ve Los Angeles’ta geçiyordu. Eleştirmenler, “kesme”lerin sıkça yapıldığı için dans sahnelerinin tadına varılamadığını yazmışlardı. Filmin ön jeneriğini beğenmişlerdi ama. Filmin şarkılarına da ünlü Bee Gees grubu damga vurmuştu.

    Stallone, orijinal adı “Yapay Elmas” olan, Bob Clark’ın yönettiği 1984 yapımı “Rhinestone – Zirvede” komedi filminde country şarkıcısı Dolly Parton’la başrolü paylaştı. Stallone filmin senaryosunu, sonradan yönetmenliğe geçen Phil Alden Robinson’la ortak yazdı. 1950 New York doğumlu Robinson’ı 1989 yapımı “Field of Dreams – Düşler Tarlası” ve 1992 yapımı “Sneakers – Şifreciler” filmlerinden hatırlayabilirsiniz. “Zirvede”nin yönetmeni Bob Clark’ın (1939 – 2007), 1985 yapımı “Turk 182” filmi de buralara geldi. “Zirvede”, bir şarkıcıyla bir şehir kovboyunun komik ilşkilerini anlatıyordu. Stallone’un imaj değiştirdiği 1986 yapımı aksiyon filmi “Cobra – Kobra”, dört yıllık gecikmeyle 1990’da gösterim şansı bulmuştu ülkemizde. Film, Paula Gosling’in “Fair Game” (Adil Oyun) romanından uyarlanmıştı. Senaryoyu da Stallone yazmıştı. Bu film ayrıca George Pan Cosmatos’la ikinci buluşmasıydı Stallone’un. Los Angeles’ta “Kobra” kod adındaki polis teğmeni Marion Cobretti, kirli sakalı, deri ceketi, güneş gözlükleri ve kurallarıyla yazılı talimatlara uymayan maço biriydi. Zamanında eleştirmenler beğenmese de seyirci filme ilgisini göstermişti.

    Düşük bütçeli filmler çeken 1967’de kurulmuş Cannon Film, 1979’dan başlayarak altı yıl sahibi olan İsrailli sinemacı Manehem Golan’ın Stallone’u yönettiği 1987 yapımı “Over the Top – Kartal”, TIR şoförü bilek güreşçisi Lincoln Hawk’ın hikâyesini anlatıyordu. Filmde, Stalloneun yanı sıra duygusuz kayınpeder Jason’da Robert Loggia, Hawk’ın hasta karısı Christina’da Susan Blakely de vardı. Filmin müziklerini de bir usta Giorgio Moreder yazmıştı. Film, Hawk’la oğlu Mike’ın maceralı yolculuğunu anlatıyor. Hawk, oğluna “Başkalarının fikrine saygı gösterirsen karşılığını görürürsün” gibi Amerikan sözlerini söylerken, bilek güreşi maçını hileyle kazanarak iyi örnek oluyordu.

    Filmlerinden:

    1976: Rocky
    1978: Paradise Alley – Fedai
    1978: F. I. S. T. – Kamyoncu
    1979: Rocky II
    1981: Nighthawks – Gece Şahini
    1981: Escape to Victory – Zafere Kaçış
    1982: Rocky III – Rocky 3: Veda
    1982: First Blood – İlk Kan
    1983: Staying Alive – Yaşıyorum
    1984: Rhinestone – Zirvede
    1985: Rambo: First Blood Part II – Rambo: İlk Kan 2
    1985: Rocky IV – Rocky 4
    1986: Cobra – Kobra
    1987: Over the Top – Kartal
    1989: Lock Up – Hür Kan
    1989: Tango & Cash – Tango ve Cash
    1990: Rocky V – Rocky 5
    1991: Oscar – Kızıma Dokunama
    1992: Stop! Or My Mom Will Shoot – Dur! Yoksa Annem Ateş Edecek
    1993: Cliffhanger – Dağcı
    1993: Demolition Man – Cezalandırıcı
    1994: The Spacialist – Uzman
    1996: Daylight – Gün Işığı
    1997: Cop Land – Güçlüler Bölgesi
    2000: Get Carter – Yüzleşme
    2002: Avenging Angelo – Angelo’nun Öcü
    2006: Rocky Balboa
    2008: Rambo – John Rambo
    2010: The Expendables – Cehennem Melekleri

    (06 Haziran 2011)

    Ali Erden

    [email protected]