Yönetmenliğini Umur Hozatlı’nın, yapımcılığını Özlem Turan’ın yaptığı Kayıp Özgürlük filmi, 47. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden sonra Ankara’da. 22. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Yarışma Bölümü’nde yarışacak olan Kayıp Özgürlük’ün 21 Mart Pazartesi günü yarışma dışı, 23 Mart Çarşamba günü ise yarışma gösterimi yapılacak. Filmin yarışma gösterimine çok sayıda politikacı ve devlet adamı katılacak. 2010 Türkiye yapımı olan ve Türkçe – Kürtçe çekilen film, 1990’lı yıllarda özellikle Kürt Bölgesi ile Marmara Bölgesi’nde etkin olan Türk kontrgerilla örgütü JİTEM’in faaliyetlerinden bir kesit sunuyor.
Aylık arşivler: Mart 2011
Yusuf Çetin ve Ahmet Haluk Ünal, Sinemalife’a Konuştu
Sinemalife Dergisi, bu ay seyirci ile buluşan Gölgeler ve Suretler’i kapağına taşırken meraklısının zevkle okuyacağı iki önemli isme Yusuf Çetin ve Ahmet Haluk Ünal’a da sayfalarını açtı. Kir ve Saklı Hayatlar filmlerinin yönetmenleriyle söyleşi yapan Sinemalife Dergisi, Yusuf Çetin ile Kürt sorununu masaya yatırırken, Ahmet Haluk Ünal ile de bir başka sorun Alevilerin dünyasına girizgâh yaptı. Vizyondakiler ve pek yakında gösterime girecek filmlerin de yer aldığı Şubat sayısında gösterimdeki filmlerin eleştirileri de yer alıyor.
Yusuf Çetin ve Ahmet Haluk Ünal, Sinemalife’a Konuştu yazısına devam et
Yaşayan Bellek
Yakın tarihimize tanıklık etmiş nice insanımızın yer aldığı Yaşayan Bellek sözlü tarih belgesel dizisinin TRT – TÜRK ekranlarındaki ilk yayını 24 Mart’ta başlıyor. Mübadelenin buruk, Kıbrıs’ın acılı insanlarının, yalnız bırakılmış Kore gazisi eşleriyle, politikanın ardındaki sessiz bürokratların ya da son Molakanların, kısacası yakın tarihimize tanıklık etmiş nice “yaşayan belleğin” yer aldığı belgesel, TRT – TÜRK’ün “dışarıdan bakınca bir hayat, içine girince bin hikaye…” cümlesiyle başlattığı bir proje. Projenin altyapısı, büyüklerimizin yaşadıklarını kaydetme disiplininin önemine vurgu yapan çağrı oluşturdu.
Her Şey Güzel Olacak (Yönetmen: Christoffer Boe)
Christoffer Boe’nun yönettiği ve Jens Albinus, Igor Radosavljevic ile Marijana Jankovic’in oynadığı Her Şey Güzel Olacak (Everything Will Be Fine), 01 Nisan 2011’de M3 Film dağıtımıyla Mars Production – Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Falk, bir gün arabasıyla genç bir adama çarpar ve kaçarken adamın çantasını alır. Adamın elinde Irak’la ilgili, Danimarka hükümetini sarsacak sırlar vardır. Falk, bir anda büyük bir siyasi komplonun içine düşmüştür. Başından geçenleri insanlara inandırmakta güçlük çeken Falk, elindeki belgeleri açıklamak için her şeyi göze alır.
- Basın Bülteni: 1 / 2
- Fotoğraflar
- Web Sitesi
- Fragman
- IMDb
Pera Müzesi’nde İspanyol Sineması: Yakın ve Uzak, Her On Yıl İçin Bir Film
Pera Film’in, 16 – 27 Mart 2011 tarihleri arasında düzenlediği Yakın ve Uzak: Her On Yıl İçin Bir Film adlı programı, altı filmlik bir seçkiyle izleyicileri İspanyol sineması tarihinde bir yolculuğa çıkarıyor, İspanyol kültürünün sıradışı yanlarını gözler önüne seriyor. Filmlerin her biri, dönemlerini en özgün şekilde yansıtan ünlü yapıtlar. 1952 yapımı, zekâ dolu, çok katmanlı ve sarsıcı Hoş Geldiniz Bay Marshall, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir Kastilya köyünde, Avrupa Kalkınma Programı’nı sunmak üzere Amerikalıların geleceği haberiyle çalkalanan köyde yaşanan entrikaları anlatıyor.
Pera Müzesi’nde İspanyol Sineması: Yakın ve Uzak, Her On Yıl İçin Bir Film yazısına devam et
Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2
David Yates’in yönettiği ve Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson ile Helena Bonham Carter’ın oynadığı Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 2 (Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2), 13 Temmuz 2011′da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarılıyor.
Harry Potter ve Ölüm Yadigarları: Bölüm 1′in finalinde, iyi ile kötünün mücadelesi, büyücüIük dünyasını büyük bir savaşın içine sokmuştur. Tehdit hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştır ve artık hiçbir yer güvenli değildir. Bu arada, Lord Voldemort ile son karşılaşmasına gittikçe yaklaşan Harry Potter’ın en büyük fedakârlığı yapması gerekecektir. Herşey sona erecektir.
22. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış ve Onur Ödülleri Töreniyle Başladı
22. Ankara Uluslararası Film Festivali, MEB Şura Salonu’nda düzenlenen açılış ve onur ödülleri töreniyle başladı. Ayça Varlıer’in sunduğu açılış töreninde, Kitle İletişim Ödülü, Kalan Müzik adına, Hasan Saltık’a ve Sanat Çınarı Ödülü Suna Kan’a takdim edildi. Rahatsızlığı nedeniyle törene katılamayan Aziz Nesin Emek Ödülü sahibi Sezer Sezin’e acil şifalar dilendi, ödülünün kendisine ulaştırılacağı belirtildi. Törene katılan sanatçılar arasında Menderes Samancılar, Uğur Polat, Erdal Beşikçioğlu, Emel Göksu, Fadik Sevin Atasoy, Muzaffer Hiçdurmaz, Sermin Hürmeriç, Suna Keskin, Can Kolukısa, Ayten Uncuoğlu gibi isimler vardı.
22. Ankara Uluslararası Film Festivali, Açılış ve Onur Ödülleri Töreniyle Başladı yazısına devam et
Tüm Sinemalar
Tüm Sinemalar, 18 – 24 Mart 2011 seansları için tıklayınız. (Eksiksiz liste değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Müthiş Baba Oğul, Paul Giamatti, Dustin Hoffman Bu Cuma Sinemalarda
Bu Cuma gösterime girecek olan Benim Hikayem (Barney’s Version) filminin başrollerinde Altın Küre En İyi Erkek Oyuncu (Komedi-Müzikal) ödülünü kazanan Paul Giamatti, Bond kızı olarak tanıdığımız Rosamund Pike, Oscar adayı Minnie Driver, Twillight serisinin güzel yıldızı Rachellle Lefevre ve Oscarlı usta aktör Dustin Hoffman oynuyor. Benim Hikayem (Barney’s Version) Barney Panofsky’nin sıra dışı geçmişini kendi bakış açısıyla ve samimi itiraflarla anlatıyor. Film, Barney’in 30 yıllık bir dönemde başından geçen 3 evliliği, en sonunda kavuştuğu gerçek aşkı Miriam’ı buluşunu ve en yakın arkadaşı Boogie’nin esrarengiz şekilde ortadan kaybolması üzerine cinayetten ötürü en önemli şüpheli olarak ortada kalışını, esprili bir dille anlatıyor. Bu süre içerisinde babası Izzy, hep onun yanında oluyor.
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Güçlü Oyuncu Kadrosuyla Merakla Beklenen Çınar Ağacı’nı Gala Seyircisi Ayakta Alkışladı
Senaryosunu Handan İpekçi’nin yazdığı sevgiyi, hüznü, yalnızlığı, aşkı, kızgınlıkları, affedişleri anlatan BKM Film yapımı Çınar Ağacı filminin galası, sanat dünyasının ünlü isimlerini biraraya getirdi. Çınar Ağacı, 18 Mart Cuma günü, 220 kopya ile seyirciyle buluşacak. 1500’ü aşkın davetliyi ağırlayan galada filmin oyuncuları Jülide Kural ve Settar Tanrıöğen dışında tam kadro hazır bulundu. Kırmızı halı seramonisi Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Burcu Kara, Ruhi Sarı, Yeşim Ceren Bozoğlu, Süleyman Turan, Ayda Aksel, Caner Alkaya ve Büşra Pekin gibi isimleri biraraya getirdi.
Sine-Sen – Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası, Çocuk Oyuncu Komisyonu Raporu Tamamlandı
Sine-Sen, Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası’nın üç hafta önce önce çocuk oyuncuların çalışma koşullarıyla ilgili olarak kurduğu geçici komisyon çalışmalarını tamamladı. Raporda uzmanların görüşleri, basın kupürleri ve çalışan üyelerin Sine-Sen, Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası’na ilettiği set gözlemleri bulunuyor. Rapor yarın (18 Mart) Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul İş Teftiş Grup Başkanlığı’na iletilecek.
Sine-Sen – Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası, Çocuk Oyuncu Komisyonu Raporu Tamamlandı yazısına devam et
Cinefil, Wings Cinecity Trio Sinemaları’nda Sürprizleriyle Çocukları Bekliyor
Çocuklar, eğlenceli dünyalarına yeni katılan arkadaşları Cinefil ile hafta sonu Wings Cinecity Trio’da film izlerken Cinefil’in onlara armağan edeceği boyama kitabı ve boyama kalemlerini çok sevecekler. Ayrıca Mezzaluna ve Sosa tarafından çocuklar için hazırlanan özel indirimli menüler ile sinema sonrasında keyifli bir öğle yemeği yenebiliyor. Bu hafta 3 boyutlu Sevimli Hayvanlar ve eğlenceli animasyon Rango, Wings Cinecity Trio’da! Miniklerin en güzel çocuk filmlerini yaşıtlarıyla birlikte diledikleri gibi seyrettikleri bu seanslarda reklâmlar bile çocuklara göre ayarlanıyor.
Cinefil, Wings Cinecity Trio Sinemaları’nda Sürprizleriyle Çocukları Bekliyor yazısına devam et
Cehennemden Sıcak İntikam Yolu
“Sevgililer Günü Katliamı”nı (My Bloody Valentine) hepiniz hatırlarsınız! Film, 2009 yılında 3D olarak vizyona girdiğinde 100 milyon dolardan fazla hasılat yapmıştı. Dahası, birbirinden romantik filmlerin ardı arkasına patladığı Şubat ayında vizyona girerek günün anlam ve önemine yeni bir boyut kazandırmıştı. Tıpkı geçtiğimiz yıl Türkiye’nin yasal albümlü ilk punk grubu Rashit’in kült şarkısı Dinazor’un da içinde bulduğu bir mini albümü piyasaya sürmesi gibi!
Mevzuya buradan girmemizin sebebi, 25 Mart’ta vizyona girecek olan, ekibin yeni filmi İntikam Yolu (Drive Angry) … Filmin başrolünde, son zamanlarda doğaüstü olaylara iyiden iyiye kafayı takan Nicolas Cage var. Cage, yine sevdiği türün kahramanı olmayı sürdürüyor.
Filmin sürprizlerini ele vermeden konuyu özetlemeye çalışayım; Milton firari bir suçlu. Kötü bir koca olsa da iyi bir baba olmaya çalışmış. Ama pek başarılı olamamış. Kızı şeytana tapan bir grubun önce bir üyesi sonra da kurbanı olmuş. Bebek yaştaki torunu ise şeytana kurban edilmek üzere tarikat tarafından kaçırılmış. Hikâye böyle başlıyor.
Torununun kaçırıldığını duyan Milton, grubun peşine düşüyor. Bu yolculuğu sırasında da patronlarının tacizlerinden onlarca kere iş değiştiren ve evlenme hayalleri kurduğu nişanlısı tarafından aldatılan genç bir kadın “bir kere olsa kayda değer bir şey yapma hevesiyle” kahramanımızın intikamına ortak oluyor. Tabii buradan sonra öğreneceğiz birçok doğaüstü olay ve karakter de devreye giriyor. Gerisi filmde saklı!
Bir de 3D mevzusuna değinmek istiyorum. Bence olmasa da olurmuş. Üzerimize birkaç kurşun ya da arabası kapısı uçacak diye tüm film benim için çileye dönüştü. Ben 3D film izlemekten pek keyif almıyorum açıkçası. Onun yerine bir eğlence merkezinde gidip beşinci boyut bir video izlemeyi tercih ederim.
Nicolas Cage film için “tam bir gece yarısı seansı filmi” yorumunu yapıyor. Kesinlikle çok haklı… Ben sabahın köründe izlerken mısır ve içecek özlemiyle yanıp tutuştum. Çünkü film “eğlendirme” vazifesini fazlasıyla yerine getiriyor. Onun dışında altında derin bir şeyler aramanın pek mânâsı yok.
(24 Mart 2011)
Gizem Ertürk
Uçan Süpürge’nin Ödülleri Derya Alabora, Handan Kara ve Deniz Türkali’ye
Bu yıl 14. kez seyircisiyle buluşacak olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde ödüller belli oldu. 05 – 12 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da yapılacak festivalin Onur Ödülü oyuncu Derya Alabora’ya, Bilge Olgaç Başarı Ödülleri ise oyuncu Deniz Türkali ile ses sanatçısı Handan Kara’ya sunulacak. Sanatçılar ödüllerini festivalin 05 Mayıs gecesi yapılacak açılış töreninde alacak. Festivalin onur ödülleri, kadınların sinemadaki emeğinin görünürlüğüne katkıda bulunmayı amaçlıyor. Bu ödülün bir özelliği de sinemada kendi duruşunu yaratmış, özgün katkısıyla oyunculuğa farklı bir soluk getirmiş kadınlara veriliyor olması.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Uçan Süpürge’nin Ödülleri Derya Alabora, Handan Kara ve Deniz Türkali’ye yazısına devam et
Son Yıldız da Gitti
Dünyadan varlığını çektiğini duyunca, her şey bir yana, bu kadar yaşama konusundaki azmine hayran kaldım. Genç yaşından beri türlü hastalık çekmiş, “National Velvet”ın çekimi sırasında attan düşüp sırtını incittiğinden beri sakatlıklardan kurtulamamıştı. Ama bugünün ölçüleriyle bile ‘ileri’ olan bir yaşa erişti. Hem de çok dolu, yoğun, olaylı bir hayat sürdüğü, türlü skandal yaşadığı halde. Annesiyle babasını dinleyip, sevdiği herkesle evlenmişti. Dostlarına hep sadık kalmıştı.
Elizabeth Taylor artık yok.
Arkasından yazılan yazılarda, “Hollywood stüdyo sisteminin son starı da gitti,” demişler. Eh, kalmıştır belki bir-iki kişi ama Liz Taylor kadar her anlamıyla ‘star’ olanları bulmak zaten zor. Emsâlsiz güzelliğinin yanına, zaman zaman inkâr edilse bile, iyi oyunculuğunu koymayı bilmişti. Özel hayatı çeşitli aşklarla, iniş çıkışlarla, yedi eşle olabildiğince hareketliydi. Şöyle bir bakıyorum da, hayattayken de, öldükten sonra da onu tanımlamaya çalışanlar hep “Menekşe gözlü”, sonra “siyah saçlı” ve “beyaz tenli” demişler.
Bu da genç yaştaki kızları çıldırtmaya yeter de artardı bile. Elizabeth Taylor, benden on yaş büyüktü. Ama bizim çocukluğumuz ve gençliğimizde filmler de neredeyse o kadar sene sonra burada gösterime giriyordu. Bu yüzden de ben ve yaşıtlarım (kızları kastediyorum) karşımızda hep menekşe gözlü, neredeyse bizim yaşımızda bir cimcime bulmak durumunda kaldık. Yani, tuhaf renkte gözleriyle şöyle bir bakar, kamera zum yapar, herkes erir. Köpeklerle, atlarla arkadaşlık eder. Yere-göğe koyamazlar, Liz aşağı, Liz yukarı. Ancak, çabuk büyümek zorunda kalan bir çocuk olduğu için (bunun sıkıntısını çektiğini hep söylemiştir), neredeyse aynı zamanda onun Hilton’un mahdumu ile evliliğine, boşanmasına, ‘büyük’ olarak çevirdiği filmlere ilişkin haberleri de dergilerle gazetelerden izliyorduk.
İyi tarafı ise Liz’in her türlü mukayeseyi kökünden kesecek kadar güzel olmasıydı. Yıllarca bu ‘menekşe göz’ hikâyesinin hurafe olduğu umuduyla dolaştım. Liz gibi gözleri olduğu söylenen insanlar da sonunda ya yeşil, ya mavi gözlü çıkardı. Ne yazık ki bir gün Kabataş’ta fiilen menekşe gözlü bir hanım gördüm. Umutlarım o zaman söndü. Ama zaten Liz de artık 40’ını aşmıştı.
Marilyn Monroe kadar meşhurdu, ama Marilyn dayanamadı, o dayandı. Belki de çocuktan başlamış olmanın faydasını görmüştür. Ancak genç yaşta çok meşhur olmak, Marlon Brando ve Michael Jackson gibi onun hayatında da etkilerini göstermişti. Bu yüzden ikisiyle de iyi arkadaş olmuştur. Hele Michael’ı sonuna kadar savunmuş, hep seveceğini söylemiştir. Brando ile de anlaşırlardı. Sadık kaldığı bir başka arkadaşı da, Rock Hudson’du. Onun AİDS’den ölümünün ardından kendini tamamiyle AİDS araştırmalarına vermiş, hatta bu sayede iki Oscar ödülüne bir de Jean Hersholt İnsancıl Çalışmalar Ödülü eklemişti. Artık oyunculuğu suni bulduğunu, çünkü gerçekten acı çeken insanlar gördüğünü söylerdi. Çok sevdiği Montgomery Clift’e de hep destek olmuş, daha ilk filminde beraber oynadığı, ona hayran olan Roddy McDowall’ı da yanından ayırmamıştır.
Çok acı çekti. On iki yaşındayken attan düşüp sırtını incitmesinin etkileri yıllarca sürdü. Genç yaşından beri türlü hastalık çekmiş, sakatlığa uğramış, pek çok ameliyat olmuştur. Sonunda ölümünde neden olan kalbi onu hep rahatsız etti. BUtterfield 8’i (1960) çekerken de öyle ağır bir zatürree olmuştu ki, öldüğü ilân edilmişti. Nefes borusuna müdahale edildi, Oscar töreninde elmaslara alışkın boynundaki yara izi çok belli Liz bu filmle Oscar alınca, kendi de “The Apartment”la aday olan ve sonradan çok yakın dost oldukları Shirley MacLaine, “Ödülü bir trakeotomiye kaptırdım,” diyecekti. Olsun, Liz de daha önce “Raintree County” ile iki Tennessee Williams uyarlaması: “Cat on a Hot Tin Roof / Kızgın Damdaki Kedi” ve “Suddenly, Last Summer” ile aday olmuş, ancak beğenilmeyen “BUtterfield 8” ile heykelciği elde etmişti.
Elizabeth Taylor her şeye rağmen ‘yaşlı’ denebilecek bir yaşa erişti. Çok dolu, yoğun, olaylı bir hayat sürdü. Dostlarına hep sadık kaldı. Neşeli, sözünü esirgemeyen, sevilen bir insan olduğunu söylerler. Eşlerinin içinde en meşhuru, “Cleopatra”yı çevirirken tanıştıkları, iki kez evlenip boşandığı Richard Burton, onun sorunlarını, erken yaşta gelen büyük şöhrete bağlardı. Fazla güzellik de hazımsızlık yapmıştır belki. Ama gerçekten çok güzeldi, Alain Delon’un ilk gençliğinde olduğu kadar güzel. Açıkçası bize de, “Son nefesimde bile diyorum ki meheldi / Molière dahi ise Christian güzeldi,” diyen Cyrano de Bergerac gibi kadere boyun eğmek düşmüştü.
Burton ile kavgalı-dövüşlü (sadece başkalarının yanında kavga ettiklerini söylerlerdi) ve fırtınalı evlilikleri, sonradan “Burton-Taylor Elması” adı verilen 1 küsur milyon dolarlık hediye elmasın da desteğiyle, en çok akılda kalan evliliği olmuştur. Oysa yaşı tutanlar onun asıl, kızı Liza’nın babası prodüktör Michael Todd’a âşık olduğunu bilir. Bir önceki kocası İngiliz aktör Michael Wilding gibi, Todd da Liz’den çok büyüktü (ilki 20, ikincisi 23 yaş). Ama Wilding’e hayatı zehir eden Taylor, üçüncü kocasına çok âşık olmuş onun uçak kazasındaki ölümünden sonra ne yapacağını şaşırmıştı. Ben, aile dostu Debbie Reynolds-Eddie Fisher çiftine önce sığınmasını, sonra Eddie’yi ayartmasını da bu üzüntü ve şaşkınlığa bağlıyorum. İlk kocası, şimdi pek asil şekilde Conrad Hilton Jr. diye anılan Nicky ile olan kısacık evlilik de bir gençlik hatasıydı herhalde. Sekiz evliliğinden ikisini yaptığı Burton’dan sonra da iki kez evlendi, bir senatörle, bir inşaat işçisiyle. Dedim ya, annesiyle babası birini severse onunla evlenmesini nasihat etmiş.
Ne yazık ki, güzelliği ve özel hayatı, hep oyunculuğunun önüne geçme eğilimi göstermiştir. Oysa ilk kez üç yaşında balerin olarak seyirci karşısına çıkan ve o sıralar prenses olan şimdiki İngiltere Kraliçesi Elizabeth karşısında dans eden bu İngiliz ana-babalı, ama İngiltere doğumlu kız, çocuk oyunculuktan büyük oyunculuğa başarıyla geçiş yapan az sayıda kişiden biri olacaktır. Taylor, özellikle ona ikinci Oscar’ını getiren “Whose Afraid of Virginia Woolf / Kim Korkar Hain Kurttan”daki yaşlı, şirret kadın karakteriyle güzelliğe ihtiyacı olmadığını göstermişti.
Ne diyelim? Bu dünyada varlığını hissetmemek bizde bir eksiklik duygusu yaratıyor. Gençliğimizi paylaştığımız kişiler böyle olur işte. Onu sevgiyle yolcu ediyoruz. Neyse ki sureti halen bizimle, hep de bizimle olacak.
(24 Mart 2011)
Sevin Okyay