Gölgeler Uzamaya Başladığında

Gölgeler ve Suretler
Yönetmen – Senaryo: Derviş Zaim
Müzik: Marios Takoushis
Kurgu: Aylin Zoi Tinel
Görüntü: Emre Erkmen
Oyuncular: Hazar Ergüçlü (Ruhsar), Osman Alkaş (Veli), Popi Avraam (Anna), Erol Refikoğlu (Salih), Constantinos Gavriel (Hristo), Settar Tanrıöğen (Cevdet)
Yapım: Maraton Filmcilik – TRT (2010)

Derviş Zaim’in minyatürü anlattığı “Cenneti Beklerken”, hattı anlattığı “Nokta”dan sonra üçlemenin son filmi olan ve gölge sanatını anlattığı “Gölgeler ve Suretler”, Kıbrıs’ın derin trajedilerini gölge oyunlarıyla yansıtıyor.

1964 yılında Kıbrıs’ta doğan yönetmen Derviş Zaim, son üç filmiyle kültürümüzdeki geleneksel sanatlar aracılığıyla bizlere bakıyor. “Cenneti Beklerken”, bir minyatür sanatçısının resim sanatının günah olduğu Osmanlı’da resme tutkusunu trajik bir anlatımla perdeye yansıtmıştı. Üçlemenin ikinci filmi “Nokta”, sinemada az görülür bir stil araştırmasıyla kültürümüzdeki hat sanatına baktı. Bu filmin estediği hat sanatıyla metafor kuruyordu. İşte üçlemenin son filmi “Gölgeler ve Suretler”, kültürümüzdeki gölge oyunlarıyla iki toplum arasında derin trajedilere dönüştürülmüş olayları yer yer tarafsız kalarak yansıtıyor. Belki bu yüzden bu filmde Rum oyuncular da kendi performanslarını ortaya koyabiliyorlar. Gerçekten karakterler ve mekânlar, trajik atmosferin içerisine girmemize yardımcı oluyorlar.

Rumlar saldırırken…

Yıl 1963… Gölge oyunu sanatçısı Salih, kızı Ruhsar’a “Hacivat ve Karagöz” gösterisini yaparken, Rum askerleri köyü boşaltıyorlar. Baba, kızıyla yakın kasabada oturan kardeşi Veli’nin evine gidiyor. 1960’lı yıllardan olmalı, derin yoksulluk, hem Türkler hem de Rumlar için hayatın bir yazgısı gibi. Rum kolluk kuvvetlerinde Türklere karşı tarif edilemez bir nefret var. Kapı komşusu olan Türklerle Rumlar arasında nefret hissedilmese de, EOKA propagandaları insanlar arasında güveni yavaş da olsa azaltmaya başlamış. Zaim, filminin ikinci yarısıyla beraber Rum kolluk güçlerinin şiddetini, bir adım geriye çekilerek bir belgeselci gibi yansıtıyor. Bütün bu olayların içinde insanların hikayeleri ve hatıraları da var. Salih’le Veli’nin geçmişteki hikâyeleri gibi. Şehre gitmek için Rum komşu Anna’nın arabasıyla yola çıkan Salih’le Ruhsar, yol kesilince bir mağaraya gizleniyorlar. Sonra baba dışarı çıkıp bir daha gelmeyince Ruhsar, amcası Veli’nin evine geri dönüyor. Olaylar da gelişiyor sonra. Anna’nın oğlu Hristo, hikâayenin gerilimli tarafında. Rumlar silahlanırken, Veli’nin koyunlarını güden çoban Cevdet öldürülüyor. Bu ölüm, sonun başlangıcı gibi kasabada. Ardından trajediler çoğalıyor. Filmin final bölümü, etkileyici ve insanın yüreğine oturuyor.

Bu filmin estetik taraflarının da etkileyici olduğunu belirtmeli. Yönetmenin kamerası alabildiğine dingin, neredeyse hareket etmiyor. Ama, çerçevenin içinde olanlar, trajik ve iç burucu. Gerçekten filmin görselliği çarpıcı ve ilham verici. Dış mekânlar, sinemaskop çerçevelerle insanda belgesel hissini yaşatıyor. Elbette iç mekânlardaki yansımalar da filmi estetik olarak çoğaltmış. Mekânlar ve karakterler, seyirciye o anların içindeymiş hissini yaşatıyor. Zaim’in övgü alan görsel alıştırmaları da var. Bir mekândaki görüntü, Ruhsar’ın elinde bir fotoğrafa dönüşüveriyor. Bu teknik başarıya övgü göndermeli. Bir de metaforlar yaratan gölge yansımaları var. Ruhsar’ın uyumayla uyanıklık arasındaki sahnesi, sinemamızda önemli bir gerçeküstücü an. Bu film, 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Kurgu” dalında ödül de kazandı.

(10 Mart 2011)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com