Şu sıralar ikinci filmi “Cips, Cola ve Özel” üzerinde çalışan yönetmen ve senaryo yazarı Ali İlhan (08 Ocak 1980 İstanbul doğumlu) ile konuştuk…
Ali İlhan,Claudia Cardinale’ye Antalya Film Festivali’nde kadın oyuncu ödülünü kazandıran “Diventare italiano con la signora Enrica – Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” için “İnsanlar iyi bir film izlemeye hazır olsunlar,” diyor.
Ali İlhan Kendisini Anlatıyor:
“Ali İlhan babasının yaptığı kukla filmler ve çizgi romanlarla büyümüş, 1980′lerde doğmanın kendisine verilmiş en büyük sermaye olduğuna inanan bir hayalperest… Sinema’nın büyüsüne babasının onu ilk götürdüğü film olan Süperman’i beyazperde’de uçarken görmesiyle inanmış… Ve o andan itibaren o sinemadan hiç çıkmak istememiş bir çocuk hâlâ kendisi…”
“Diventare italiano con la signora Enrica – Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”
Dünya Sinemasının en büyük yıldızlarından Claudia Cardinale’nin başrollerden birini üstlendiği “Diventare italiano con la signora Enrica – Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”ta İsmail Hacıoğlu diğer başrol oyuncusu… Fahriye Evcen ise (“Yaprak Dökümü” TV dizisinin Nejla’sı) “Diventare italiano con la signora Enrica – Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”ta Cardinale’nin canlandırdığı Sinyora Enrica’nın gençliğini canlandırıyor… “Diventare italiano con la signora Enrica – Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”ın konuk oyuncusuysa TV yıldızı Acun Ilıcalı…
Bir Sinema Efsanesi: Claudia Cardinale
Yönetmen Ali İlhan’ın bu ilk filminde 1963’te Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazanan, “Leopar”da Burt Lancaster ve Alain Delon ile birlikte rol aldığında dünyanın en güzel kadın oyuncularından biri olarak kabûl edilen Claudia Cardinale (1938 doğumlu) başrolleri İsmail Hacıoğlu ile paylaşıyor… Kendini uzun yıllardır hayvan hakları için mücadeleye adayan emekli Fransız oyuncu Brigitte Bardot’un yakın arkadaşı olan Claudia Cardinale bir zamanlar Sophia Loren’e (1934 doğumlu) rakipti. Dünya sinema tarihine adını altın harflerle yazdıran pek çok yönetmenle çalışma fırsatını yakalayan Cardinale’nin zengin ve tüm oyuncuların rüyalarına girebilecek filmografisinde, Luchino Visconti’nin “Rocco ve Kardeşleri”(1960), Federico Fellini’nin “Sekizbuçuk”u (1963), Blake Edwards’ın “The Pink Panther – Pembe Panter”i(1963), Sergio Leone’nin “Once Upon a Time in the West – Batı’da Kan Var”ı (1968), Franco Zeffireli’nin “Jesus of Nazareth – Nasıralı İsa”sı (1977), Liliana Cavani’nin “La pelle – İnsan Derisi / Teni” (1981), Werner Herzog’un “Fitzcarraldo”su (1982), Marco Bellocchio’nun “4. Henry”si (1984) ve Osmanlı Ordusu’na bağlı Kürt – Türk askerlerin göçe zorlanmış Ermeni kafilelerini çölde kılıçtan geçirdiği bir sahnenin de yer aldığı “Mayrig – Anne” (1993; Yönetmen: Henri Verneuil) adlı Fransız TV dizisi de bulunuyor.
* Hakan Sonok: İtalyan sineması 1974 ile 2008 arasında kurucu babalarını büyük ölçüde yitirdi: Pietro Germi (1974), Vittorio De Sica (1974), Pier Paolo Pasolini (1975), Luchino Visconti (1976), Roberto Rossellini (1977), Elio Petri (1982), Sergio Leone (1989), Federico Fellini (1993), Franco Brusati (1993), Gillo Pontecorvo (2006), Michelangelo Antonioni (2007) ve Dino Risi (2008)… Üstelik bu ustaların yerinin hiçbir şekilde doldurulamadığı görülüyor. Ne dersiniz?
* Ali İlhan: Onların dönemi gerçek sinemanın var olmaya başladığı ve sinema gramerinin yavaş yavaş yaratıldığı bir dönemdi. Elbette günümüzde teknolojinin gelişmesiyle sinema bir çok olmazı olabilir kıldı, ama o zamanın olanaksızlıkları bence yönetmenleri daha yaratıcı kılıyordu. Ve onlar farkında olmasalar da muhteşem bir estetiğe sahiplerdi. Siyah beyaz sinema… Yavan, çiğ bir renkli filmdense siyah beyaz bir film her zaman daha büyülüdür. Çünkü siyah beyazın kendine has bir estetiği vardır.
MTV ile büyüyen bir jenerasyonun bu büyük ustaları ne kadar anladığı tartışılır. Şimdinin seyircisi “Bir Zamanlar Amerika” ya da “Bisiklet Hırsızları”nı izlese aynı töleransı (hoşgörüyü) gösterir mi bu bir soru işareti.
Yeni kuşak sinemada gerek Hollywood, gerek Avrupa ya da Türk Sineması’nda çok yetenekli yönetmenler var. Bence asıl soru bu yönetmenler gelecekte böyle bir sorunun öznesi olabilecekler mi?
* Hakan Sonok: Francesco Rosi (1922 doğumlu), Franco Zeffirelli (1923 doğumlu), Lina Wertmüller (1926 doğumlu), Ettore Scola (1931 doğumlu), Liliana Cavani (1933 doğumlu), Bernardo Bertolucci (1940 doğumlu), Gabriele Salvatores (1950 doğumlu), Roberto Benigni (1952 doğumlu), Giuseppe Tornatore (1956 doğumlu) yaşayan İtalyan film ustalarından bazıları… Ancak yaşayan ustaların sanki soluğu ve enerjisi tükenmiş görünüyor… Gabriele Muccino (1967 doğumlu) ise Hollywood’u tercih etti. Bu İtalyan sinemasının çöküşü değil mi? Değilse nedir?
* Ali İlhan: Evet son dönem İtalyan Sineması kendini tekrarlayan bir döneme girdi. Hayat Güzeldir ve Malena’dan sonra hatırı sayılır, en azından dünya çapında bir iş yapıldığını söylemek çok zor. Yoksa örneğin Giuseppe Tornatore hâlâ çok güzel filmler çekmeye devam ediyor. Buna bir çöküş değil de duraklama dönemi diyelim. Bu dönemi İtalyan Sineması 1970’lerde de yaşadı. Sektördeki bir çok insanın işsiz kaldığı bir dönem vardır.
* Hakan Sonok: Lina Wertmüller “Rocky”nin en iyi film Oscar’ını kazandığı yıl “Seven Beauties” adlı filmiyle Oscar ödülüne aday gösterilen dünyadaki ilk kadın film yönetmeni olmayı başardı. Hatta bu filmiyle hem senaryo yazarı hem yönetmen dalında Oscar ödülüne aday gösterildi. Sizce, bu büyük çıkışın arkası nedense gelmedi, gelemedi?
* Ali İlhan: Öncelikle Rocky, yani ilk Rocky cidden çok iyi bir filmdir. Bir çok klişe Hollywood filminin aksine o dönemin mutlu sonla bitmeyen yegâne filmidir. Devam filmleri için bir şey diyemeyeceğim ama kimyasıyla gerçekten çok özel bir filmdir Rocky.
Lina Wermüller’e gelecek olursak bildiğim kadarıyla kendisi hâlâ film çekiyor. Neden Sofia Coppola gibi uluslararası bir başarı yakalayamadı sorusunun cevabını bence kendisi vermeli.
Bir de sinemadaki başarı çok göreceli bir kavramdır. Ben bir çok oyuncu ve yönetmen tanıyorum ki hâlâ Oscar ödülleri yok. Daha düne kadar dünyanın en büyük kompozitörü Ennio Morricone’nin dahi Oscar’ı yoktu. Ama bu onun Cinema Paradiso veya Bir Zamanlar Amerika gibi efsane filmlerin müziğini yaptığı gerçeğini değiştirir mi?
* Hakan Sonok: “Lawrence of Arabia”da ilk oyuncu tercihi Peter O’Toole değil Marlon Brando’ydu. Brando kabûl etmeyince rol O’Toole’un oldu. David Lean’ın gerçekleştiremediği “Mahatma Gandhi” filmini Richard Attenborough yapabildi. Metin Erksan Türkan Şoray ile Ayhan Işık’ı “Susuz Yaz”da oynamaya ikna edemedi. Sophia Loren’de, Sinyora Enrica için ilk tercihinizmiş?
* Ali İlhan: Evet ilk iki tercihimden biriydi. Sophia Loren rolü çok istemesine rağmen aynı dönemde Fellini’nin 8 ½ filminin yeni versiyonu olan “Nine – Dokuz” filminde oynayacağından çekim takvimi konusunda anlaşamadık.
Dolayısıyla benim gönül olarak daha çok istediğim Claudia Cardinale’yle iletişim kurduk. Yapımcılarım Can ve Elvan Arca bu konuda çok başarılı bir iletişim kurdular. Sanırım Türkiye’de bir çok yapımcının cesaret bile edemeyeceği bir işe soyundular… Bence iyi ki Sophia Loren olmamış.
* Hakan Sonok: Oscar ödülü kazanan “Amarcord – Hatırlıyorum”u Federico Fellini doğduğu yer olan Rimini’de çekmişti. Siz de 2007’de Rimini’ye yerleştiniz ve çekimlerine Ekim 2009 sonunda başlanan filminizde Rimini’yi mekân olarak kullandınız. Filminizdeki bir sahnede “Amarcord” TV ekranında beliriyor. Yine Enrica karakteri Fellini’nin “Amarcord”undaki rolü nasıl kaçırdığını anlatıyor ve Fellini’den kendisine yolladığı bir şişe şarabı titizlikle saklıyor. Fellini “Satyricon” adlı filminde İlhan Mimaroğlu’nun müziğini de kullanmıştı. Filminiz Fellini’ye bir saygı duruş mu?
* Ali İlhan: Bir çok kişi bilmez ama Fellini’nin Tatlı Hayat filmi de bir Türk dansözün gazetede çıkan haberlerinden esinlenilerek yazılmış bir filmdir. Veya Amarcord’un Gradisca rolünü oynayan Magie Noel aslında İzmir doğumludur ve 9 yaşına kadar İzmir’de yaşamıştır. Amarcord’un Grand Hotel sahnesinde otele gelen Türklerden ve onların kurduğu harem sahnesinden hiç bahsetmiyorum bile.
Fellini’nin filmlerinde bir şekilde hep Türkler olmuştur zaten. Benim filmimde neden Fellini ve Riminililer olmasın?
Filmim bilinçli olarak yapılmasa da aslında dünyanın en büyük yönetmenlerinden Federico Fellini ve onun kenti Rimini’ye bir sevgi duruşudur. Saygıdan daha çok.
Fellini’nin kenti Rimini’nin bana şans getirdiği bir gerçek. Bu yüzden Fellini ve Rimini’ye büyük bir tutkuyla bağlıyım.
* Hakan Sonok: “Hamam”da Bir İtalyan delikanlıya Teyzesinden miras olarak hamam kalır. Burada da Enrica İtalyanca, dans, belki de hayatı ve kız tavlamayı öğrettiği Ekin’e miras bırakıyor. Bu benzerliğe ne gerek vardı?
* Ali İlhan: Benim filmimde bırakılan bir ev ve miras var ama film bunun üzerine kurulu değil. Hamam’da ise film tamamen miras kalan bir hamam üzerine. Bende ise sadece ufak bir ayrıntı olarak kalıyor miras. Hikâyeyi gelecekten geçmişe taşımak için. Hamam filmine gelene kadar yüzlerce film var temasında miras hikâyesi olan.
* Hakan Sonok: Enrica’nın artık 30 yaşına gelmiş, alkol bağımlısı olmuş, çalışmak istemeyen, düzenli bir ilişkisi olmayan oğlu parçalanmış bir ailenin kurbanı değil mi? Babası da, annesi de ona sırtını çevirmiş. Devamlı itilmiş – kakılmış ve kaybeden olmuş. Enrica boşanınca oğlunu yatıla okula yollayarak onu yanından uzaklaştırmış, sürgüne yollayarak cezalandırmış! Ancak siz filminiz için yarattığınız karakter Ekin’den yana taraf tutuyor gibisiniz. İki amcası tarafından paylaşılamayan çok şanslı Ekin’e Enrica’da oğluna göstermediği şefkâti gösteriyor. Bir çeşit anne oğul oluyorlar. Enrica, Ekin’in Rönesans dönemini başlatıyor. Enrica mirasının en azından bir bölümünü Ekin’e bırakıyor. Bu haksızlık ve kayırma değil mi? Enrica bu kararı neden veriyor?
* Ali İlhan: Şarap şişesinin üzerindeki notu bulması için. Daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim çünkü söyleyeceğim herşey spoiler olup filmi izleyecek olanların tadını kaçıracak.
* Hakan Sonok: Enrica, oğluna vermediği fırsatı kiracısı Ekin’e verir ve bir eser yaratır gibi, özünü koruyarak Ekin’i yeniden yaratır. Adeta “Pygmalion” ve “My Fair Lady” havası var. Ne dersiniz?
* Ali İlhan: Monte Cristo veya Driving Miss Daisy’ye ne dersiniz?
* Hakan Sonok: Enrica, kendisini ve oğlunu terk eden kocasına haklı olarak kızıyor, oğlunu yatılı okula yolluyor. Sütten ağzı yandığından pansiyon – evinin kapısına “Buraya erkekler giremez” yazıyor. Enrica sütten çıkmış ak kaşık mı? O’nu melek gibi, kusursuz gösteriyorsunuz?
* Ali İlhan: Aksine sadece deli dolu kadın bir Enrica. Ben onun bu özelliğini esprili olan taraflarıyla yorumluyorum.
* Hakan Sonok: Ekin, İtalya’ya uyum sağlama güçlüğü yaşıyor. Türkiye’deki alışkanlıklarını burada da sürdürmek istiyor. İtalya’daki ilk seks deneyimini yaşadığı kızı sahiplenmek istiyor. Kızın onunla tek gecelik bir ilişki kurduğunu, günlük seks peşinde olduğunu sonradan anlıyor. Ekin karakterinde ne kadar siz varsınız ya da yoksunuz? Bir de Ekin, Çerkez… Ya siz?
* Ali İlhan: Filmimde yaşayan tüm karakterler öyle veya böyle bir şekilde hayatımda var olan insanlar. Yani ilhamımı gerçek hayatta arkadaşlarımdan veya sokakta gördüğüm herhangi bir kişiden bile alabiliyorum. Sonrasında onlara hiç sahip olmadıkları birer hikâye yaratıyorum.
Bu filmdeki “Ekin” ve “Sinyora Enrica” karakterleri gerçek hayatta hiç varolmamışlardır.
* Hakan Sonok: Valentina’nın bir gecelik, Ekin’in uzun süreli ilişki araması şaşırtıyor. Çünkü genelde kadın tarafı uzun süreli ilişki arayışında olur. Burada istisnai bir durum söz konusu. Ne dersiniz? Bu Batı – Doğu farkı mı?
* Ali İlhan: Kesinlikle..
* Hakan Sonok: Claudia Cardinale, Enrica’yı canlandırabilmek için John Malkovich’in teklifini reddetmiş. Anlatır mısınız?
* Ali İlhan: Sanırım ilk kez yazdığım hikâyeye ne derece önem verdiğini bu cümlesiyle anladım. Bunu asla bize ilk başlarda söylemedi ama setin sonlarına doğru aynı anda iki senaryonun geldiğini ama benimle film yapmayı John Malkovich’le film yapmaya tercih ettiğini söyledi. “Neden?” diye sorduğumda, bana “Paris’e geldiğin günü hatırlıyor musun?” dedi. Ben de “Evet” diye cevap verdim. “‘Bir Zamanlar Batı’da filmini nasıl anlattığını unutmadım” dedi. Sonra devam etti. “Yazdığın şey o kadar güzeldi ki bunu kabûl etmeliydim.”
* Hakan Sonok: Acun ıIıcalı filminizde kimi canlandırıyor?
* Ali İlhan: Ekin yaşlandıktan sonra köye gelen avukatların tercümanı rolünde.
* Hakan Sonok: Filminizde İtalyan ve Türk kültürleri karşı karşıya geliyor. Bu bir medeniyetler çatışması mı? Medeniyetler diyaloğu mu?
* Ali İlhan: İtalya, aslında Türklere çok da yabancı olmayan bir ülke, bunu günlük yaşam dilinde kullandıkları terimlerde de görebiliyoruz. Fumare come un Turco “Türk gibi sigara içmek”; Roba di Turchi “Türk tarzı iş”; Mamma gli Turchi “Annecim, Türkler!” gibi söylemleri günlük yaşam dilinde sık sık duymak mümkün. Üstelik bir de İtalya’da bir Türk Köyü mevcut. 323 yıl önce 2. Viyana kuşatması sonrası bir Osmanlı askeri, İtalya’da küçük bir kasabaya sığınır. Ölmek üzere olan bu Yeniçeri askeri, köylüler tarafından tedavi edilir. İyileşince de köyden bir kızla evlenir. Kasaba halkının ‘Il Turco’ adını verdiği asker, o dönem dükalığın halktan istediği haksız vergilere karşı köyü ayaklandırır ve korur. Kendini ve Türk adetlerini bu yörenin insanlarına öyle sevdirir ki ölümünden sonra bile bu Türk gelenekleri yaşatılır. İtalya’ya gidildiğinde bu ve bunun gibi bir çok mekâna, sokaklara Türklerle ilgili isimler verildiği görülebilir. Zamanında yapılan bir çok ticaret, İstanbul’un bir zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması bunlara vesile olmuştur.
Film boyunca Türk gelenek ve göreneklerini sık sık görebileceğimiz gibi, bu adaptasyon sürecinde iki kültür arasında aslında nüanslar dışında çok bir fark olmadığını; herşeyin ve iletişimin özünde sadece sevgi olduğunu da farkedeceğiz.
* Hakan Sonok: Senaryonuzun ne kadarı özyaşamsal, ne kadarı kurgu ürünü?
* Ali İlhan: Önceki sorunuzda cevapladığım gibi bu bir otobiyografi değil. Normal hayatta bana ilham vermiş bir Sinyora Enrica var ama bu kadın ne kocası tarafından terkedilmiş, ne erkeklerden nefret ediyor, ne de alkolik bir oğlu var. Filmde tek bir hikâye gerçek o da Sinyora Enrica ile Fellini arasında yaşanmış olan.
* Hakan Sonok: İsmail Hacıoğlu 1954 ve 1995 tarihli “Sabrina” sinema filmlerinden esinlenen “Bir İstanbul Masalı” adlı TV dizisiyle (2003) ilk çıkışını yaptı. Onunla çalışmaya nasıl karar verdiniz? Hangi filmlerini izleyerek onunla çalışmaya karar verdiniz?
* Ali İlhan: İsmail çok yetenekli bir oyuncu. Filmi ilk kaleme almaya başladığım andan itiraben aklımda tek beliren oyuncuydu. Öyleki alternatifi yoktu benim için. İsmail Hacıoğlu, Sınav ve Anlat İstanbul’da çok başarılıydı.
* Hakan Sonok: Almanya’da Fatih Akın, İtalya’da Ferzan Özpetek bu ülkelerden Hollywood’a beyin göçünün yardımıyla aranılan film yönetmenleri olmayı başardı. Ferzan Özpetek’in “Serseri Mayınlar”ı Türkiye haricinde 13 milyon dolar hasılat elde etti. Bu da çok büyük bir rakam. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Darısı başıma diyor musunuz?
* Ali İlhan: Ferzan Özpetek gerçekten çok takdir ettiğim bir yönetmen. Tüm İtalyanların sevdiği, saydığı bir yönetmen olması da Türk Sineması için iyi bir şey olsa gerek. Yani bir Türk yönetmenin İtalya’da kendini bu derece kabûl ettirmesi her anlamda çok olumlu.
Benim sinemam ne Fatih Akın, ne de Ferzan Özpetek yolunda. Tek benzer yanımız hepimizin yurtdışında yaşayan yönetmenler olması. Bir gün Sergio Leone’nin “Bir Zamanlar Amerika”sı gibi bir film yaparsam o zaman darısı başımanın mutluluğuna ulaşırım.
* Hakan Sonok: Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun”u bugüne kadar Oscar ödüllerinde dokuz filmlik kısa listeye girebilen tek Türk filmi oldu. Yönetmenin filmleri her fırsatta Cannes Film Festivali programına alınarak Nuri Bilge Ceylan son yıllarda Türkiye’den en çok öne çıkan isim haline getirildi. Nuri Bilge Ceylan filmleri için neler düşünüyorsunuz?
* Ali İlhan: Üç Maymun’u ben çok beğenmiştim. Ama diğer filmleri için aynı sabrı gösteremediğimi dürüstçe söylemem gerekir. Ama benimkisi sadece bir seyirci olarak. Bir yönetmen gözünden başarılarını takdir ediyor ve destekliyorum. Keşke Dünya Sinemasında bizi temsil eden Nuri Bilge Ceylan’larımız daha fazla olsa.
* Hakan Sonok: Babanızın sizi götürdüğü “Superman” filmi beyazperdede ilk izlediğiniz filmmiş. Bu deneyiminizi anlatır mısınız?
* Ali İlhan: O zamanlar filmlerde seans diye bir kavram yoktu ve biz filme tam ortasında bir yerde girmiştik ve şans eseri tam Süperman’ın gömleğini açıp o meşhur logosunun gözüktüğü ana denk gelmişiz. Bir çocuk için bundan daha büyülü ne olabilir ki? Kocaman bir duvarda (perdede) uçan bir adam. Seanslar arka arkaya olduğu için iki kere üst üste izlemiş, benim 3. kere izlemek için ısrarım fayda etmemiş evin yolunu tutmuştuk. Aklım hep o izleyemediğim 3. seferde kalmıştır. Belki de hâlâ…
* Hakan Sonok: Önce Ferzan Özpetek’e sonra da size İtalya’nın sunduğu, Türkiye’de bulamadığınız fırsatlar, kolaylıklar ve olanaklar nelerdir?
* Ali İlhan: Benim yapımcılarım Türk ve çok başarılılar bu işte. Üstelik onların da ilk filmi olmasına rağmen. İtalya’nın bana olanaktan daha çok ilham olarak bir şeyler sunduğunu söyleyebiliriz. Özellikle dilinizi konuşmayan bir ülkede başka bir formda hareket eden insanlar sizin dilden farklı bir şeylere de dikkat etmenizi sağlıyor ve belki de beyninizin uyuyan yerlerini uyandırmanıza yardımcı oluyorlar.
* Hakan Sonok: “‘Issız Adam’ın çıkış noktası kısa filmim ‘Belki’dir. Hatta birçok sahnesi neredeyse birebir aynı,” diyorsunuz?
* Ali İlhan: Çağan Irmak, Belki filmini Issız Adam’ı çekmeden çok önce izlemiş ve çok beğenmişti. Dolayısıyla filmde etkilendiği bölümler kafasında yer etmiş ve bir kısmını bilinçsizce Issız Adam filmine dahil etmiş olabilir, bilerek ve isteyerek böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. Her iki filmi de izleyen kişilerden benzerlikler olduğuna dair geri dönüşler aldım. Bu konuda benim bir şey söylemem çok doğru olmaz, herkes izlesin ve kendi yorumlasın… Sonuçta hepimiz iyi işlerden, iyi üretimlerden ister istemez etkileniyoruz…
* Hakan Sonok: Sergio Leone, Giuseppe Tornatore, Federico Fellini ve Yavuz Turgul sizin favori yönetmenlerinizmiş. Diğerleri?
* Ali İlhan: İtalyanca’da dendiği gibi “pochi ma buoni”. Az ama öz…
* Hakan Sonok: “Bal”, “Yumurta” gibi, pek çok ödüllü film sinemaseverlere bilet aldırmayı başaramıyor… Böyle olunca da festivallerin ve film destekleme fonlarının dağıttığı paralar önem kazanıyor. Antalya Film Festivali gibi birçok festivalde yüksek miktarda para ödülleri dağıtılıyor; Venedik’te “Çoğunluk” adlı Türk filmi Aurelio De Laurentis Vakfı’nın 100 bin dolarlık ödülünü elde etti. Sanat filmleri böyle mi yaşayacak? Sizce başka bir çıkış yolu var mı?
* Ali İlhan: Boş zamanlarında, yönetmenlerin garsonluk yapmasını istemiyorlarsa mecburen böyle yaşayacak… Yani sanılanın aksine yönetmenler çok para kazanan insanlar değil. Tabi her hafta bir dizi çeken bir yönetmen değilseniz…
Claudia Cardinale Hakkında:
Ünlü sinema oyuncusu Claudia Cardinale, İtalyan bir ailenin kızı olarak Tunus’ta dünyaya geldi. Tunus’ta basketbol milli takımında oynadı. 1957’de yapılan bir güzellik yarışmasında “Tunus’taki en güzel İtalyan kız” seçilerek Venedik Film Festivali’ne gitmeye hak kazandı. Orada dikkat çekerek 1958’de Goha adlı filmle sinemaya başladı. Roma’daki ünlü sinema okulu Centro Sperimentale di Cinematografia’da oyunculuk dersleri alan Claudia Cardinale, 1960’larda -daha sonra evleneceği- yapımcı Franco Cristaldi’nin desteğiyle İtalyan sinemasının uluslararası yıldızları arasına girdi. Mauro Bolognini’nin Il bell’Antonio (1960; Acı Nikah), Valerio Zurlini’nin La ragazza con la valigia (1960; Genç Aşıklar), Federico Fellini’nin Otto e mezzo (1963; 8½, Sekiz Buçuk) filmleri ile verimli bir işbirliğine girdiği Luchino Visconti’nin Rocco e i suoi fratelli (1960; Düşman Kardeşler) ve Il gattopardo’su (1963; Leopar) gibi filmlerde oynadı. Cardinale, Hollywood için de The Pink Panther (1964; Pembe Panter), The Professionals (1966; Profesyoneller) gibi filmlerde rol aldı.
Ali İlhan Hakkında:
08 Ocak 1980, İstanbul doğumlu olan Ali İlhan, ilk öğrenimini Fono, orta öğrenimini Şener Koleji, lise öğrenimini ise Ar-el Koleji’nde tamamladı… Ali İlhan, 1997 yılından beri sırasıyla Acron Computer, Magic Studios, Magic Computer, MovieBox, Fame şirketlerini kurmuş olup bu alanlarda faaliyetini sürdürmüştür…
Sinema, Ali İlhan’ın çocukluğundan beri en büyük tutkusu ve film yapmak en büyük düşüdür.. Bu düş 2003 yılında ilk kısa filmi “Delik” ile gerçeğe dönüşmüştür. Katıldığı tüm ulusal ve uluslararası festivallerde finalist olan Delik filmini, 2004 yapımı Asa(ğı)lık Herif (İfsak Finalisti), sonrasında 2006 yapımı “Belki” izlemiştir.
Düşlerin sonu yoktur. ”Pastacı”, “Patlayan Şekerler”, “Kağıttan Bebekler”, “Kuklacı”, “Sek – Sek”, “Spermania” ve henüz adı konmamış bir çok proje gerçeğe dönüşmeyi beklemektedir.
Türkiye’nin tek kısa film yayınlayan ve film çekimini öğreten sitesi olan www.benimsinemalarim.com’u 2005 yılında kurmuş olup, bu siteyle altın örümcek ödülünü kazanmıştır.
2006 yılında yönetmenliğini Çağan Irmak’ın yaptığı Kabuslar Evi adlı projede yönetmen yardımcılığı yapmış olup, 2007 yılında “Diventare italiano con la Signora Enrica” için Federico Fellini’nin de doğup büyüdüğü ve senaryolarını yazdığı şehir olan İtalya’daki Rimini şehrine yerleşmiş, ilk uzun metrajli filmi için çalışmalarına burada başlamıştır…
Kısa filmciler ve sinemaseverler Ali İlhan’ı Türkiye’nin tek kısafilm portalı olan www.benimsinemalarim.com’dan ve çektiği kısa filmlerden tanıyor.
(14 Şubat 2011)
Hakan Sonok
hakan.sonok@tt.net