2010 yılı 47. Antalya Film Festivali için Övgü Gökçe ile Fırat Yücel’in hazırladığı Başka Türlü Bir Hikâye NUR SÜRER kitabını okudum. İlginç. Sinemamızın ilginç oyuncularından Nur Sürer üzerine, filmlerinden söz eden ve Sürer ile yapılmış bir söyleşiyi de içeren bir kitap. Kitap hakkında yazmayacağım, Sürer’in bir filmini, kitap nedeni ile sinemamız (sinema) hakkında ele alarak yazmak istediğim izlenimlerimi iletmek istiyorum.
Film: Kiraz Çiçek Açıyor. Yaşar Seriner’in yönettiği 1990 yılı yapımı. Senaryo: Macit Koper. Filmin adındaki “Kiraz” filmde Sürer’in canlandırdığı karakterin adı. Kocası Almanya’ya çalışmaya gitmiş, bir çocuğu ve kayınvalidesi ile oturan kırsal kesimli bir kadının öyküsü. Köylerinin yanından geçen otoyolda çoğunluğu kamyon sürücüleri ile para karşılığı ilişkiye giren bir kadın, bu Kiraz. Bir süre aynı yol üzerindeki bir dinlenme yeri / lokanta (aş evi) sahibi (Halil Ergün) Kiraz’a yanında çalışmasını, fahişeliği bırakmasını önerir. Ve Kiraz bu uğrak yerinde çalışmaya başlar…
Bu arada komşular köyde olanları kocasına iletmişlerdir. Koca, öldürmek niyeti ile köye gelir, Kiraz’ı lokantada çalışır görür ve niyetini gerçekleştiremez. 1990 yılı filmi olması nedeni ile filmi 90 veya 91 yılında gördüm, sinemada. Aynı günlerde filmin karelerinden çekilerek düzenlenen bir “foto-roman” bir gazetenin (?) ekinde yayınlanıyordu. Gazetede yayınlanan bu foto-roman’ın finalinde Sürer kocası tarafından öldürülmüş olarak asfaltta yatmakta idi, son karelerde (öldürülmüştü). Film ve foto-roman farklı yapımlar olsa idi hiç bir sorun yok idi (yine de yok!) ama foto-roman’da yayınlandığı hali ile verilen sonun da film içinde çekilmiş olması gerekir, fakat filmde kullanılmamış olması, filmin kurguda üretildiğinin (Rosellini) ilginç bir uygulamasını oluşturmaktadır.
Filmlerde üretim aşamasında kullanılmayan (kullanılamayan) bazı sahneler olabilir, bu bir zorunluluk da olabilir, yeni bir yorumlama da. Bu film için bir “zorunluluk” olduğunu düşünmüyorum. Ama aklıma da “Acaba filmin ‘farklı’ kurgulanmış bir kopyası olabilir mi?” sorusu da gelmiyor değil. Bu olasılığı öteleyerek, (benim gördüğüm) filmden uzaklaştırmak istiyorum.
Film: Vay Arkadaş (Kemal Uzun). Kemal Uzun, 1985 yılında Ümit Efekan’ın İlyas Salman’ın baş rolünü oynadığı Ya Ya Ya Şa Şa Şa filminde “oyunculuk” da yapmış (bir futbolcuyu oynuyordu), televizyondan gelme bir yeni sinemacı. Vay Arkadaş, seyretmesi rahat, -kişiye göre değişebilen- izler bırakabilecek bir film. (Önemli mi, bilmiyorum ama verilen arada bir tanıdığı ile cep telefonu ile konuşan bir kadın seyirci, Vay Arkadaş’da ilk yarıda “çok güldüğünü” ısrarla belirtiyordu. Film komedi filmi, ben hiç gülmedim ama bu bir eleştiri değil. Filmin komedi olması da “güldürme” önkoşulunu taşımaz.) Filmin “arkadaş” olan erkek oyuncuları (Ali Atay – Fırat Tanış – Mete Horozoğlu) abartılı da olsa filmi götürüyorlar. Yalnız mafya babasının “kitap” takıntısına ben de takıldım. Eğitim üzerine didaktik filmlerimizde bile “kitap” hakkında bu kadar lâf edilmez. Buradaki bu takıntıyı anlayamadım. Ama asıl sorunum film ile değil, filmde Demet Evgar’ın -babasının- kamera(sı)ya kaydettiği, boru ile yaptığı dans gösterisi medyaya konu oldu. Evgar’ın bu dansı yapmak için 2,5 ay ders almasını yazdılar, doğrudur, yazılabilir (hatta yazılmalı) ama bu sahnenin bir strip-tease sahnesi olduğunda medyanın ağız birliği etmesine ne demeli. Ya ben strip-tease’in ne olduğunu bilmiyorum, ya da medyamız.
Tunç Başaran’ın Üç Kral Serseri (1970) filminin afişinde Feri Cansel’in elleri başının üzerinde bağlı, belden yukarısı çıplak, sırttan görülen bir fotoğrafı yer almaktadır fakat böyle bir sahne filmde yoktur. Bu yapımcı firmanın / afiş hazırlayanın yaptığı, seyirciye yönelik kabûl edilebilir bir aldatmacadır. Belki Vay Arkadaş’daki borulu dans sahnesinden de strip-tease’miş gibi söz edilmesi, yapımcı düzenlemesidir (artık öyle yapımcılar kaldı mı?) ama medyanın -dans için 2,5 ay ders alındığına değinerek, sonrada- strip-tease ortak kararına varması, cevabı hiç bir zaman alınamayacak (?) bir soru olarak kalacaktır.
Adı anılmadan “erotikliğin” altı çizilse de (aslında şimdilerde filmlerde erotik sahne bulunması hiç de ilginç bir şey değil), bazı medyada bu sahnenin erotik değil komik olduğu yazılsa da, değişen bir şey olmamaktadır. Bütün bunlar yerine filmin, sinemamızın geldiği bugünkü konumda da, abartmadan, gereksinim duyulan yapımlardan biri olduğunun altı biraz daha çizilse doğru olacağı düşüncesindeyim.
(11 Kasım 2010)
Orhan Ünser