Rahat ve keyifli ortamıyla sinemaseverlerin vazgeçilmez tutkusu haline gelen Wings Cinecity Trio Açık Hava Sineması, 09 Temmuz Cuma akşamı 21:30 seansında iki büyük ismin Tom Cruise ile Cameron Diaz’ın başrollerini paylaştığı Gece ve Gündüz (Knight and Day) filmine ev sahipliği yapacak. Sınırları Aşmak (Walk The Line), 3:10 Yuma (3:10 To Yuma), Kimlik (Identity) ve Girl, Interrupted gibi filmleriyle tanınan Oscar ödüllü James Mangold’un yönettiği aksiyon, komedi ve romantizmin buluştuğu film özgün senaryosuyla dikkat çekiyor.
Aylık arşivler: Temmuz 2010
Ankara Kızılırmak Sinemaları
Ankara Kızılırmak Sinemaları, 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Tiglon Film Filmleri
Gece ve Gündüz (Knight and Day), Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma (The Twilight Saga: Eclipse), 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Yeni Sinema Hareketi, “Demokratik Açılım” Programıyla İlgili Açık Mektup Yayınladı
Yeni Sinema Hareketi, Demokratik Açılım programıyla ilgili olarak kamuoyuna hitaben bir açık mektup yayınladı. Mektup şöyle: “Türkiyeli sinemacılar olarak, Kürt sorununa barışçıl yollardan, kalıcı bir çözüm getirmeyi hedefleyen Demokratik Açılım programını heyecanla takip ediyorduk. Ancak, henüz bir yılını tamamlamış olan Demokratik Açılım’ın araladığı pencere, silâhların tekrar devreye girmesiyle, sertçe kapandı. Siyasete yeniden şiddetin dilinin egemen olması, bizleri ülkemizin geleceği açısından kaygılandırıyor. …”
Sihirbazın Çırağı, Sinemalife’ta İşbaşı Yapıyor
Bu ay Sihirbazın Çırağı’nı kapağına taşıyan Sinemalife, ayrıca sihirbazların dünyasında ilginç anekdotların anlatıldığı dosyayla kapağını destekliyor. Dergide, eğlence sinemasının uçurumun kenarında olduğunu ortaya koyan çalışmanın yanında, Japon gerilim filmlerinin felsefi altyapısı mercek altına alınıyor. Vizyondakiler, beyazperdeden haberler, pek yakında gösterime girecek filmlerin de yer aldığı Temmuz sayısında eleştiriler de var. www.sinemalife.com her zaman olduğu gibi bir tık uzağınızda.
Sihirbazın Çırağı, Sinemalife’ta İşbaşı Yapıyor yazısına devam et
Özen Film Sinemaları ve Filmleri
Suadiye Movieplex, Şişli Movieplex, Çemberlitaş Şafak, Beyoğlu Sinepop, İlahların Aşkı (Ondine), Deccal (Antichrist), Ayrılık (Die Fremde – When We Leave), Kutsal Damacana 2: İt Men, Köprüdekiler, Recep İvedik 3, Yüreğine Sor, Rina, D@bbe 2, 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Chantier Films Filmleri
Müşteri (Cliente – French Gigolo), Red Kid: Batıya Hücum (Tous A L’ouest: Une Aventure de Lucky Luke – Go West: A Lucky Luke Adventure), 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Nişantaşı City Life (City’s AVM) Sinemaları
Nişantaşı City Life (City’s AVM) Sinemaları, 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Bruges Şehrine Bir Aşk
İrlandalı yönetmen Martin McDonagh, bu ilk filmi “Bruges’de”, Bruges şehrine tutkusunu ve aşkını yansıtıyor. Ortaçağ’dan kalma bu şiirsel şehirde bile, kasvet ve şiddet de yaratabilmiş yönetmen.
İrlandalı oyun yazarı Martin McDonagh, ilk filmi “In Bruges”le (Bruges’de), üç iyi oyuncuyu bir araya getirmeyi başarmış. Aslında bu film, Belçika’nın Ortaçağ’dan kalma ve iyi korunmuş Bruges (Brüj okunuyor) şehrine adanmış gibi. İrlandalı genç kiralık katil, Bruges’de olmaktansa Londra’da olmayı tercih etse de, Bruges gerçekten bir filmin adanacağı açıkhava müzesi gibi bir şehir. Adam öldürmede deneyimli Ken’le vicdan azabı çeken genç Ray, yeni bir “iş” için Bruges’e gelmişler. Patronları Harry’den talimat bekliyorlar. Londra’nın hareketli hayatına alışkan Ray, her şeyin düzenli olduğu bu tarihi şehirde canı hayli sıkılıyor. Noel olduğu için otelde aynı odada kalmak zorunda da kalıyor bu iki kiralık katil. Otelin sahibi de güzel ve hamile Marie. Ken, iyi bildiği Bruges’ü Ray’e tanıtmak istese de, Ray, rastlantıyla film setinde güzeller güzeli Belçikalı Chloë’yle de tanışıyor. Aslında bu onun için hayatının en güzel anları oluyor. Ama, Chloë de öyle göründüğü gibi saf değil tabii ki. Bir cücenin başrolde oynadığı kostüme filmin ekibinin uyuşturucu ihtiyacını da bir güzel karşılıyor Chloë. İş ortağı da var, O da, Eirik. Her şey birden melodrama dönüşecek diye düşünürken, yaratıcı senaryoyla beklenmedik bir yöne doğru ilerliyor hikâye. Harry, kuralcı ve her şeyin plânlandığı gibi gitmesini isteyen biri. Ray, ilk işinde bir hata yapınca Harry’yi çıldırtmış. Harry, Ken’e Bruges’deki yeni işi söylerken bu trajedilerin de başlangıcı oluyor.
Etkileyici Bruges şehri…
Sinema tarihinde doğrudan bir şehre adanan, o şehri başrole çıkartan filmler elbette çok. Sinemanın önemli ustalarından Wim Wenders’in 1994 yapımı “Lisbon Story – Lizbon Kenti” hemen akla geliyor. Coen kardeşlerden Tom Tykwer’e, Gus Van Sant’tan Walter Salles’e yirmi iki yönetmenin bir araya gelerek yaptığı “Paris, I Love You – Paris, Je T’Aime – Seni Seviyorum, Paris” ve yakın zamanlarda gösterime girme umudu olan “New York, I Love You – Seni Seviyorum, New York…” Fatih Akın’dan Mira Nair’e birçok sinemacı New York’u anlatıyorlar. Bu filmin yönetmeni McDonagh, Bruges şehrine tutkun ve aşık gibi görünüyor. Yönetmen bazı anlarda belgesel tadında görüntüler bile oluşturuyor. Ama, yine de Ray’in ruh hali yansıyor filme. O muhteşem güzellikler içerisinde bile kasvet duygusunu yaşayabiliyorsunuz. Sisler, gece karanlığında perdeye yansıyan görüntüler, yağmurlar, sanki Ray’in iç dünyasının dışarı vurması gibi. Aslında tüm bunlar yönetmenin estetik yaratıcılığını da fark ettiriyor. Filmin hikâyesi de öyle. Beklenmedik bir anda her şey bambaşka bir yöne doğru gidebiliyor. Hem görselliği hem de hikâyesi bu filmi değer veren önemli iki unsur. Filmdeki oyunculuklar da yönetmenin bu iyi filmine katkıda bulunuyor. 1955’te Dublin’de doğan Brendan Gleeson, sakin ve Bruges’e tutkun kiralık katilde gerçekten etkileyici. Onu gerçek anlamda ilk keşfediş John Boorman’ın 1998 yapımı “The General – Kod Adı General” filmiyle oldu. 1976’da yine Dublin’de doğmuş Colin Farrell da sinemanın önemli oyuncuları arasına girdi. Joel Schumacher’in savaş filmi “Tigerland – Kaplan Diyarı”yla başrole yükseldi Farrell. İngiliz oyuncu Ralph Fiennes, Anthony Minghela’nın Oscarlara boğulmuş epik filmi “The English Patient – İngiliz Hasta”yla iyice fark edildi. 1981’de Brüksel’de doğan Jérémie Renier, Dardenne kardeşlerin filmleriyle anımsanıyor. Renier, öncelikle “Altın Palmiye”li 2005 yapımı “L’Enfant – Çocuk” ve 2008 yapımı “Le Silence de Lorna – Lorna’nın Sessizliği”yle biliniyor. Ama, güzel Fransız oyuncu Clémence Poésy, 2005 yapımı “Harry Potter and the Goblet of Fire – Harry Potter ve Ateş Kadehi”ni göremeyenler için yeni keşif olabilir. DVD’den arşivlere girmeye değer film bu…
In Bruges
Yönetmen-Senaryo: Martin McDonagh
Müzik: Carter Burwell
Görüntü: Eigil Bryld
Oyuncular: Colin Farrell (Ray), Brendan Gleeson (Ken), Ralph Fiennes (Harry), Clémence Poésy (Chloë), Jérémie Renier (Eirik), Thekla Reuten (Marie)
Yapım: Film4-Focus (2008)
(13 Temmuz 2010)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com
Sakin Kasabada Derin Suçlar
Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden Bertrand Tavernier’nin Amerika’da çektiği “Sislerin İçinden”, dingin anlatımlı ve bir kara film tadında. Büyük oyunculardan Tommy Lee Jones’un performansı da etkileyici.
James Lee Burke’ün “In the Electric Mist with Confederate Dead” romanından uyarlanan “In the Electric Mist – Sislerin İçinden”, Louisiana’nın sakin ve küçük bir kasabada hiç de sakin olmayan bir yazı anlatıyor. Emekliliği yaklaşmış ayyaş bir şerif Dave Robicheaux, giderek birbirine bağlanan suçları yorgun haliyle çözüyor. Vakaların içinde kaybolan Dave, iç savaş yıllarının generallerinden John Bell Hood da capcanlı hayaliyle onun dünyasına giriyor. Siyah mahkûm Dewitt Prejean’ın 1965’te zincirler içinde bataklıktaki öldürülüşüyle de ilgileniyor Dave. Prejean, ırkçılığın yoğun olduğu kasabada beyaz bir kadınla ilişkiye girerek büyük bir günah işlemiş. Kasabada çekilen filmin başrolünde oynayan sürekli sarhoş Elrod, bataklıkta zincire bağlı bir iskelet gördüğünü söylüyor Dave’e. Bunun, Prejean’ın ölüsü olduğunu anlıyor Dave. O sırada genç fahişelerden biri vahşi biçimde öldürülmüş cesedi bulunur. Hem genç fahişe hem de Prejean’ın geçmişte işlenmiş cinayetlerini soruşturan Dave, elbette sanat dünyasının “ihtiyaçlarını” karşılayan tuhaf adı olan Julie “Baby Feet” Balboni’den şüpheleniyor. Karanlık “Baby Feet”, lüks içinde yaşıyor ve şüpheleri onun üzerinde yoğunlaştırıyor Dave. Elbette yeni cinayetler de işleniyor kasabada.
Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden Bertrand Tavernier, 1941’de Lyon’da doğdu. Hukuk okuyan Tavernier, sinema eleştirileri de yazdı. Amerikan sinemasının da tutkunlarından biri ve ayrıca bu sinema için iki kitap da yazdı Tavernier. Cazı da çok seviyor. Tavernier, 1983’te Robert Parrish’le beraber caz üzerine belgesel de çekti. 1986’da Tavernier, Paris’te geçen “Round Midnight – Geceyarısına Doğru” caz filmini çekti. Başrolde de ünlü cazcı Dexter Gordon vardı. Tavernier’nin 1980 yapımı “La Mort en Direct – Ölümü Beklerken”, sinemanın unutulmaz filmlerinden. Tavernier’nin polisiye sinemaya saygı gönderdiği 1995 yapımı “L’Appât – Yem”i de sinemaseverler belleğine almalı. Filmin geçtiği Louisiana eyaletini Fransızlar kurdu. Caz tutkunu Tavernier, her şeyiyle Fransız tadı olan ve cazın ülkesi Louisiana’yı boşuna seçmemiş. Filmdeki çoğu karakterin adı da Fransız. 2005’te Katrina Kasırgası’nın vurduğu Louisiana eyaletinin New Orleans şehrine de adanmıştır belki de bu film. Bazı anlarda kasırganın yıktığı ve enkaza çevirdiği mekânlar da yansıyor perdeye. Filmin fonunda da caz tınıları duyuluyor. Yönetmenin kadınlara yönelik şiddeti ve ırkçılığı anlattığı bu etkileyici filminde sadece siyahların değil, beyazların da yoksulluğunu gösteriyor. Yaşlı insanlar, enkaza dönmüş evlerinde yapayalnızlar. Kara film tadı da veren bu Tavernier yapıtı “Sislerin İçinden”i perdede yaşamak etkileyici. Büyük oyuncu Tommy Lee Jones’un dingin performansı da bellekte kalıyor. Yönetmen, kadim dostu kameraman Bruno de Keyzer’le bu filminde de çalışmış. De Keyzer, Tavernier’nin “Un Dimanche à la Campagne – Kırda Bir Pazar”dan bu yana onunla birçok filmde çalıştı. DVD’den arşivinize katabileceğiniz modern klâsik bir film “In the Electric Mist – Sislerin İçinden…”
Sislerin İçinden (In the Electric Mist)
Yönetmen: Bertrand Tavernier
Eser: James Lee Burke
Senaryo: Jerzy ve Mary Olson-Kromolowski
Müzik: Marco Beltrami
Görüntü: Bruno de Keyzer
Oyuncular: Tommy Lee Jones (Dave), John Goodman (Julie ‘Baby Feet’ Balboni), Kelly Macdonald (Kelly), Mary Steenburgen (Bootsie), Peter Sarsgaard (Elrod), Justina Machado (Rosie), Steve Broussard (Prejean), Bernard Hocke (Doucet)
Yapım: Fransa-ABD (2008)
(13 Temmuz 2010)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com
Oscar Sinemaları 09 – 15 Temmuz 2010 Seansları
Pendik Oscar Sinemaları, Edirne Oscar Sinemaları, Burhaniye Kipa Oscar Sinemaları, 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
Kederli ve Yorgun Şehir
“Herkes Kendi Kedisini Arar” filminin yönetmeni Cédric Klapisch’in Paris’i ve insanlarını anlattığı “Paris” filminde kardeşlerin hikâyeleri öne çıkarken göçmenler de filme dahil oluyor.
27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen yönetmen Cédric Klapisch’in sinemaskop çektiği “Paris”i, sinema belleğine alınması gereken bir yapıt. 1961 doğumlu yönetmen Klapish’in 1996 yapımı “Chacun Cherche son Chat – Herkes Kendi Kedisini Arar” filmini sevenler, 2008 yapımı “Paris”i de sevecekler. Birçok insanın hikâyesinin iç içe anlatıldığı “Paris”te, kardeşlerin hikâyeleri öne çıkıyor. Kalp hastası dansçı Pierre ve sosyal hizmet görevlisi ablası Élise’le, Roland ve Philippe Verneuil kardeşlerin hikâyeleri de daha önde görülüyor. Aralarda da göçmenler var. İnsanın yüzünde kederin hiç eksik olmadığı bu şehirde herkese yetecek hikâyeler var. Roland Verneuil, Paris uzmanı bir profesör. Evlenmemiş. Aşık olmamış. Alttan alta da, evli ve üstelik karısı hamile mimar kardeşi Philippe’i kıskanıyor. Takıntılı Roland, dersini dinlemeye gelen güzel öğrenci Laetitia’ya tutuluyor. Kızın rastlantıyla öğrendiği cep numarasına Baudelaire’in dizelerini gönderiyor hep. Elbette manavlık yapan Jean, Franky ve Murat, fırıncı kadın, Brötonlu Jean’ın eski karısı Caroline, fırında çalışan Hatice ve bir de Kamerunlu göçmen genç Benoit var bu Paris hikâyesinde.
Paris’ten hikâyeler…
Hastalığından dolayı hep evinde olan Pierre, final bölümünde dışarı çıktığında Paris’in yorgun ve kederli bir şehir olduğunu söylüyor. Pierre, ölümü beklerken profesör Roland’ın aşık olduğu Laetitia’ya aşık oluyor. Evinin balkonundan karşı dairedeki Laetitia’ya hayran olur Pierre. Hayata tutunacak kadar. Ablası Élise onun için çöpçatanlık yapsa da ne yazık ki Laetitia’nın bir sevgilisi var. Bir düş kırıklığını da Roland yaşıyor elbette. Hep kadınların uzağında kalmış, onlara ulaşamamış Roland, Laetitia’nın taze bahar kokulu güzelliğine Baudelaire’in dizelerini cep mesajıyla gönderse de bu aşk gerçekten imkânsız. Hem de arada yıllar var. Ama Laetitia, belki de Baudelaire’in dizeleri hatırına Roland’ın hayallerini gerçekleştiriyor bir gün için. İşte bu kadar… Yönetmen, Paris üzerine bu filminde tam anlamıyla kardeşlerin hikâyelerini öne çıkarmış. Yönetmenin “koşut kurgu”yla yansıttığı yan hikâyeler de bu filme ve Paris şehrine derinlikli anlamlar katmış. Öncelikle manavcılarla Paris’e kaçak yollardan gelen Kamerunlu Benoit’nın hikâyeleri derinlik katıyor. Hem ülke içinden hem de ülke dışından gelen göçmenler var bu şehirde. Paris, göçmenlere yabancı değil, ama göçmenler Paris’e yabancı. Orada tutunmak ve varolmak o kadar basit mi? Fırında iş bulan Arap kızı Hatice de bu Paris hikâyesinde kendine yer buluyor. Çocukları olan, ama erkeği yanında olmayan Élise, Brötonlu Jean’la aşk yaşamayı düşlüyor hikâyenin bir yerinde. Élise’in, Jean’ı etkilemek için Rosemary Clooney’nin “Sway” şarkısı eşliğinde yaptığı striptizi de gerçekten muhteşem. Sinema tarihinde yerini alacak belki de bu sahne. Rosemary Clooney, ünlü aktör-yönetmen George Clooney’nin teyzesi. “Sway” (Sallan) şarkısını Dean Martin’in sesinden hatırlayabilirsiniz. Yıllar önce, 1976’da Ajda Pekkan da Yeşil Giresunlu’nun Türkçe sözleriyle bu şarkıyı söylemişti: “Başrolde çoğu zaman bir kadın / Peşinde bir erkek adım adım / Dünyanın kanunu besbelli / … / Kim ne derse desin aşk için / Önce hoş sonra boş gelir / … / Aşk bana yalan gelir…” Rosemary Clooney bu şarkıda şöyle sesleniyordu aslında: “Like a flower bending in the breeze (Bir çiçeğin meltemle eğilmesi gibi) / Bend with me, sway with ease (Benimle eğil, hafifçe salla beni) / When we dance you have a way with me (Dans ederken beni kolayca etkileyebilirsin) / Stay with me, sway with me (Benimle kal, benimle sallan) / Other dancers may be on the floor (Pistte başka dans edenler olabilir) / Dear, but my eyes will see only you (Sevgilim, ama gözlerim yalnız seni görüyor) / Only you have that magic technique (O büyülü teknik yalnız sende var) / When we sway I go weak (Biz sallandıkça ben güçsüzleşiyorum) / I can hear the sounds of violins (Keman seslerini duyuyorum) / Long before it begins (Çalmaya başlamalarından önceden beri)…” Filmin fonunda duyulan piyano tınıları da sinemaskop görüntülerle yansıyan Paris’in hüznünü hissettirebiliyor seyirciye.
Filmde unutulmaz bir sahne de, modern Paris halinde geçen anlar. Göçmen ruhları yansıyor buralarda. 1961’de Paris’in Seine Nehri kıyısında doğan Fransız yönetmen Klapisch daha çok 1996 yapımı “Chacun Cherche son Chat – Herkes Kendi Kedisini Arar” filmiyle biliniyor. Paris’e adanmış “Herkes Kendi Kedisini Arar”ı mutlaka görmelisiniz. Aslında Cédric Klapisch filmleri arşivlere alınmalı. Filmleri buralara da gelen Klapisch’in 2002 yapımı “L’Auberge Espagnole – İspanyol Pansiyonu” da çok beğeniliyor. Hikâyesi, birçok şehir ve mekânda geçen 2005 yapımı “Les Poupées Russes – Rus Bebekler” de buralara kadar gelmişti. “Rus Bebekler”, St. Petersburg şehrine selâm gönderiyor. Bu “Paris” filminde, Pierre karakterine hayat veren genç Romain Duris de yönetmenin en çok çalıştığı oyunculardan biri, belirtelim. Evet, Juliette Binoche… 1964’te Paris’te doğan Binoche, sinemanın şimdiden unutulmaz oyuncuları arasına girdi. Binoche, Leos Carax’nın 1991 yapımı “Les Amants du Pont-Neuf – Köprüüstü Aşıkları” filmiyle sinemasal belleklere yerleşti. 1993 yılında Krzysztof Kieslowski’nin “Trois Couleurs: Bleu – Üç Renk: Mavi” filmiyle unutulmaz bir performans ortaya koymuştu. Michael Haneke ustanın da gözdesi oldu sonra. Binoche, Haneke’nin “Code Inconnu – Bilinmeyen Kod” (2000) ve “Caché – Saklı” (2005) filmlerinde de oynadı. 2007’de Tayvanlı usta Hsiao-hsien Hou’nun “Le Voyage du Ballon Rouge – Kırmızı Balonun Yolculuğu” filmine de zenginlik katmıştı. Binoche, 2008’de Abbas Kiarostami’nin “Shirin – Şirin” filminde de göründü. DVD’de yeni yayımlanan bu etkileyici “Paris” filmi arşivlerde olmalı.
Paris
Yönetmen-Senaryo: Cédric Klapisch
Müzik: Robert Burke-Loïc Dury-Christophe Minck
Görüntü: Christophe Beaucarne
Oyuncular: Juliette Binoche (Élise), Romain Duris (Pierre), Fabrice Luchini (Roland), Albert Dupontel (Jean), François Cluzet (Philippe), Gilles Lellouche (Franky), Mélanie Laurent (Laetitia), Zinedine Soualem (Murat),Julie Ferrier (Caroline), Olivia Bonamy (Diane), Annelise Hesme (Victoire), Audrey Marnay (Marjolaine), Feride Khelfa (Feride), Karin Viard (Fırıncı), Sabrina Ouazani (Hatice)
Yapım: Fransa (2008)
(13 Temmuz 2010)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com
UIP Filmcilik Filmleri
Büyük Hata (Chloe), Oyuncak Hikayesi 3 (Toy Story 3), Paris’ten Sevgilerle (From Paris With Love), Nanny McPhee: Büyük Patlama (Nanny McPhee and the Big Bang), Son Şarkı (The Last Song), Şrek: Sonsuza Dek Mutlu (Shrek Forever After), Pers Prensi: Zamanın Kumları (Prince of Persia: The Sands of Time), Robin Hood, Iron Man 2, Eyyvah Eyvah, Ejderhanı Nasıl Eğitirsin (How to Train Your Dragon), 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
İzmir Karaca Sinemaları
İzmir Karaca Sinemaları, 09 – 15 Temmuz 2010 seansları için tıklayınız.
The Karate Kid
Harald Zwart’ın yönettiği ve Jaden Smith, Jackie Chan ile Taraji P. Henson’un oynadığı The Karate Kid, 27 Ağustos 2010’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
12 yaşındaki Dre, annesinin kariyeri nedeniyle Çin’e gelir. Arkadaş edinme konusunda çok zorluk çeker. Sınıf arkadaşı Mei Ying’e yakınlık hisseder ancak kültür farkı böyle bir arkadaşlığı olanaksız kılmaktadır. Sınıfın kabadayısı olan Cheng ise Dre’ye düşman olur. Dre’nin, tamirci Bay Han’dan başka konuşacağı kimse yoktur. Bay Han, Dre’ye ustası olduğu, sükûnetle ilgili spor Kung fu’yu öğretir.
The Karate Kid yazısına devam et