Hava Bükmek Yada Hava Atmak Üzerine…

“Altıncı His”, “Ölümsüz”, “İşaretler”, “Köy”, “Sudaki Kız” gibi gerici ve gişeli korkuların genç yönetmeni Night Shyamalan’ın uzun zamandır merakla beklenen filmi “Son Hava Bükücü” ısınma turlarına çıktı.

“Son Hava Bükücü”nün aslında namı-ı diğer “Avatar” yani asıl “Avatar” olduğunu biliyorsunuz. James Cameron elini çabuk tutup filmin isim haklarını almasaydı vizyona da bu isimle girecekti.

Yine bildiğiniz gibi “Avatar: The Last Airbender”, Michael Dante DiMartino ve Byran Konietzko ikilisinin yarattığı, tüm dünyada hatırı sayılır bir hayran kitlesi olan “Nickelodeon” çizgi dizisi…

Filmin yönetmeni Shyamalan, şu anda 120’den fazla ülkede gösterilen diziyi keşfetmesinin sırrını, dizinin sıkı fanları olan kızlarına borçlu olduğunu söylüyor.

Tabi bu film Shyamalan için de farklı ve kendisi için yeni bir tür denemesi. Kendisi de filmiyle ilgili; “Çekimlerin her günü ölümüne korkuyordum. Bunaltıcı olabilirdi, birçok bilinmeyen vardı. Bu film, şu ana kadar yaptığım her şeyden iki buçuk kat daha büyük.” diyor. Haksız da sayılmaz.

Bir kere filmde 3D olmasını gerektirecek bir durum yok. 3D yapılmasının sebebinin tamamen ticari kaygılardan dolayı olduğunu biliyorum ama yine de bunun seyirciyi biraz kandırmak olduğu kanısındayım. Her ne kadar “Son Durak” serisindeki kadercilik anlayışından ve klişe senaryosundan nefret etsem de, dördüncü filmdeki 3D gerçekten işin hakkını veriyordu.

Bir de bence bizim Hintli milyoner Jamal (Dev Patel), Ateş Prensi Zuko rolünde pek olmamış yahu. Çok kişisel bir düşünce tabii, bakalım siz görünce neler düşüneceksiniz…

Amma velâkin 12 yaşındaki Noah Ringer’a ayrı bir parantez açmalı. Bu ne özgüven ne disiplin. 10 yaşında dövüş sanatlarıyla uğraşmaya başlayan Ringer, aynı zamanda ve Amerikan Tekvando Birliği Teksas Eyalet Şampiyonu…

Filmi aylardır heyecanla bekleyen sinemaseverler olduğunu biliyorum, bu yüzden nacizane tavsiyem, beklentileri düşürün ki keyfin dozu artsın.

(22 Temmuz 2010)

Gizem Ertürk

Sinemanın Coşkulu Ruhu: Emir Kusturica

“Balkanların Fellinisi” diye onur verilen Boşnak yönetmen Emir Kusturica, gerçekten sinemanın, coşkunun ve müziğin yönetmeni. Onun filmlerinde zengin karakterler ve müzikler bulursunuz. “Kara Kedi Ak Kedi”, “Bir Mucizedir Yaşamak” ve “Bana Söz Ver” filmleri DVD’den arşivlerinizde yer almalı. Elbette “Yeraltı” ve “Çingeneler Zamanı” da.

Boşnak yönetmen Emir Kusturica (Emir Kusturitsa okunuyor), 1995 yapımı “Underground – Yeraltı” filminde parçalanmış ülkesine 2. Dünya Savaşı’yla metafor yaparak bakıyordu. Kusturica, senaryosunu Gordan Mihic’le yazdığı “Crna Macka, Beli Macor – Kara Kedi Ak Kedi” filminde “Yeraltı”ndan daha içtenlikli bir Slav türküsü yakıyor. Kendisi öyle olmadığını belirtse de en politik filmi “Kara Kedi Ak Kedi…” Bu filminde özelde Almanya’ya, genelde saldırganlığa daha açık eleştiri getiren Kusturica, işte biz böyleydik, bize niye dokundunuz diyor sanki bu filmiyle. 1998 yapımı Sırbistan – Fransa – Almanya ortak yapımı bu filmde Bajram Severdzan (Matko Destanov), Srdjan Todorovic (Dadan), Branka Katic (İda), Florijan Ajdini (Zare Destanov), Sabri Sulejmani (Grga Pitic), Zabit Memedov (Zarije Destanov), Jasar Destani (Grga Veliki), Salija Ibraimova (Afrodita) oynuyorlar.

Parçalanma öncesi ya da sonrası… Tuna Nehri’nin kıyısında çingenelerin çoğunlukta olduğu köye götürüyor Kusturica. “Çingeneler Zamanı” filmi gibi sanki. Kusturica, buradaki hayatlar aracılığıyla mazide kalmış ülkesiyle (Yugoslavya’yla) metafor kurarken, kendisine özgü karmaşası, coşkusu, hüznü, ülkenin şarkıları ve dansları nereye gitti diye düşünüyor insan. Baştan sona seyircisine karnaval ve müzik cümbüşü yaşatan Kusturica, seyircisini eğlendirirken, gerçeküstücü simgelerden de uzak durmamış. 1981 yapımı “Sjecas li se Dolly Bell – Dolly Bell’i Hatırlıyor musun?”, 1985 yapımı “Otac na Sluzbenom Putu – Babam İş Gezisinde”, 1988 yapımı “Dom za Vesanje – Çingeneler Zamanı”yla beraber en önemli filmi “Kara Kedi Ak Kedi…” Kusturica’nın bu filmini hem seyretmek hem de yazmak çok zorlu bir macera. Bunu ancak perdede yaşamak gerekiyor. Kusturica, yoğun tempolu anlatımlı ve coşkun müzikleriyle seyircilerini eğlendirirken, ipinden boşalmış mizahıyla gülmekten kırıp geçiriyor. Balkanlar’ın mizahıyla seyircilerini boşaltan Kusturica, alttan alta Buster Keaton, Harold Lloyd gibi Hollywood’un “burlesk / savruklama” ustalarına selâm göndermeyi ihmâl etmemiş. İşte bu yoğun filmiyle Kusturica, çingenelerin renkleriyle de olsa, seyircilere, hayatın tüm sıradanlığını ve düşlerini sunuyor. Matko’nun küçük yalanları ve üçkâğıtları. Hollywood’un gangster filmlerinden düşmüş “mafya baba”sı Grga Pitic. Bu geleneksel mafyanın karşısında yeniyetme, görgüsüz ve kokainci “baba”sı Dadan. İki genç aşık, Zare ve İda. Elbette, Dadan’ın bir metre boyundaki evde kalmış kız kardeşi Afrodita da var. Birçok karakter perdede törensel geçit yapıyor adeta. “Kara Kedi Ak Kedi” filmi, ayrıntılarıyla ve kısa film tadı veren sekanslarıyla tam bir şölen. Zare’nin Afrodita’yla evlenmek zorunda kaldığı tüm düğün töreni, Bulgar şişkonun tren barikatına asılı kalışı, Afrodita’nın rüyalarının erkeğini buluşu unutulmaz anlar. Kusturica, etkilendiği ve yer yer filmlerinde izsürücülüğünü yaptığı Federico Fellini gibi, kendine özgü gerçeküstücü bir görsel şölen yaratıyor filmlerinde. Sanki rüyada gördüğümüz birçok görüntü gibi akıp gidiyor her şey perdede. Kusturica, önde seyircisine karnaval yaşatırken, derinlikte simgeler de yaratıyor yönetmen. Yol kenarında hurda arabayı sürekli kemiren dişi domuz, başroldeki “mark”lar vb. Kusturica, otantikliğin arasına yabancı nesneler ve durumlar karıştığında, kültürün yabancılaştığını gösteriyor. Amerikan hayat tarzına da eleştiri var filmde. Grga dedenin boynunda asılı üç dini simgeleyen (Hıristiyan – Yahudi – Müslüman) kolye de var. Kusturica, bu filminde kameraman Vilko Filac ve müzisyen Goran Bregovic’i yanına almamış. Luc Besson’un filmlerinden gözleri olan kameraman Thierry Arbogast’la çalışmış. Müzikleri de Vojislav Aralica, Dr. Nele Karajlic ve Dejan Sparavalo bestelemiş.

“Bir Mucizedir Yaşamak…”

Yıl 1992… Parçalanma ve savaşın yaklaştığı anlar. Yakınından demiryolu geçen kasabada, Sırplar ve Boşnaklar yan yana yaşarken, gelecek savaş her şeyi paramparça edecektir. Kasabaya önce ayılar gelir, ardından bombalar. Sinemanın önemli ustalarından Boşnak Emir Kusturica, bu iç savaşı Sırpların olduğu yerden anlatmayı tercih etmiş. Boşnaklarsa, ileride, dağların ardında bombalar yağdırıyor Sırpların üzerine. Ama, buralara gelmeden, kasabayı ve sakinlerini tanıtıyor önce Kusturica. Luka Djuric, karısı Jandranka ve futbolcu oğlu Milos’la Golubici İstasyonu’nda kalıyor. Ardından postacı Veljo ve hemşire Sabaha da katılıyor hikâyeye. Bu hikâyede sürekli ağlayan bir sevimli eşek de var. Sahibi Vujan ona sürekli “yaşlı kız” diyor. Bu gözü yaşlı eşek demiryolunda gelip geçen trenleri durduruyor sürekli. Belki de trenlerde erkek bir eşek arıyordur “yaşlı kız…”

Milos, Partizan futbol takımına seçildiği gün askere çağrılır ve ardından Luka için her şey bambaşka olur. Kendisini trenlere adamış Luka, karısı Jadranka bir çalgıcıyla kaçınca sanki buna üzülmez. İçine kapanık ve sessiz Luka, en yakın dostu Veljo’yla satrancını oynar, pişirdiği yemekleri paylaşır. Uzaklardan da bomba sesleri duyulmaya başlar. Sırp askerleri de kasabaya gelmiştir. Bu kaos ve savaş ortasında Luka, unuttuğu ve geride kaldığını sandığı şeyi de duymaya başlar. Sabaha’yla beraber yaşama sevinci yeniden gelir Luka’nın. Müslüman Boşnak kızı Sabaha, tazeliği ve güzelliğiyle hayata bağlar Luka’yı. Oğlu Milos, şimdi Boşnakların elinde esir. Kendi esiri de Sabaha’dır Luka’nın.

Filmde her an ve her sekans, sinemaseverler için gerçekten heyecan verici. “An”ları, kelimelerle anlatmak yeterli olmuyor. Eğer bu bir Kusturica filmiyse. Onları perdede görmek gerekiyor. Filmin ilk yarısında, alttan alta gelen savaş metaforik olarak hissettiriyor yönetmen. İkinci yarıyla beraber, savaş ve aşk kuşatıyor perdeyi. Kusturica, kamerasını Sırpların yanından ayırmamış. Boşnaklarsa, dağların ardında ve bombaları düşüyor kasabaya. Elbette Sırpların tümü kötü değil. Onların da düşleri, hüzünleri ve yaşama coşkuları var. Kusturica, parçalanmayı ve savaşı hissettirse de, öfkesini Almanlara gönderiyor. Yönetmen, filminin başlarında simgesel bazı anlar yaratarak, tüm Yugoslavya coğrafyası üzerine düşündürtüyor. Hepsi metafor ve gerçek… Aç kalmış ayıların Hırvatistan’dan Bosna’ya kaçışı, çöken sisler ve tüneller. Öncelikle sisler ve tünel, dışavurumcu anlatım olarak her şeyi açıklıyor. Kusturica, her filminde olduğu gibi Fransa – Sırbistan ortak yapımı 2004 yapımı “Zivot je Cudo – Bir Mucizedir Yaşamak”ta da Balkan ruhunu ve mizahını sonuna kadar hissettiriyor. Elbette o muhteşem müziklerle de. Filmi seyrederken, insanın aklı “yaşlı kız”da kalıyor. Bir erkek eşek buldu mu diye. Sahibi Vujan da gençliğinde bir defa kızla olmuş işte. Eşek de sahibinin kaderini yaşıyor sanki. Parçalanmış Yugoslavya’da coşkular, sevinçler, aşklar hep birlikte değil şimdi. Her şeye rağmen yaşam bir mucizedir diyor yönetmen. Bu filmin senaryosunu Kusturica’yla beraber Ranko Bozic yazmış. Müziklerde yönetmenle beraber Dejan Sparavalo’nun da çabaları var. Görüntülerse Michel Amatieu’ye ait. Filmde de Natasa Solak (Sabaha), Slavko Stimac (Luka Djuric), Vesna Trivalic (Jadranka Djuric), Vuk Kostic (Milos Djuric), Aleksandar Bercek (Veljo), Stribor Kusturica (Aleksic), Adnan Omerovic (Esad), Obrad Djurovic (Vujan) oynuyorlar.

“Bana Söz Ver…”

Senaryosunu da yönetmen Emir Kusturica’nın yazdığı 2007 yapımı “Zavet – Bana Söz Ver” filmi, ipinden boşalmış çok eğlenceli bir macera. Film, dedeyle torunun müthiş macerasını perdeye yansıtıyor. Ustanın filmlerinde genelde aşk öne çıkıyor. Hem de gerçeküstücü ve tutkulu. “Bana Söz Ver” filminde de, hem dede hem torun Tsane, böyle aşkı sonuna kadar yaşıyorlar. Bir de öğretmen Bosa’nın aşkının peşinden koşan okul müfettişi var. Müfettiş ne yapsa da Bosa’nın aşkını kazanamıyor. Çünkü Bosa, tek haneli köyün sakini, yani Tsane’nin dedesine vurgun. Kusturica, bir kadın istemezse, ne yaparsanız yapın onu büyüleyemezsiniz, ama bir kadın isterse bütün erkekleri kendine aşık yapabilir diyor bu filmiyle. Dede, Bosa’nın kendine gönderdiği aşka sırtını dönse de sonunda aşk kazanıyor. Bir de şehirdeki hayatlar var. Dede, Tsane’den üç söz istiyor. Torun Tsane, önce şehre gidip inekleri Cvetka’yı satıyor. Sonra bir ikona satın alıyor. Kendisine de bir hediye aldıktan sonra, en zor olan sözü yerine getirmeye çalışıyor. Şehirde bir gelin bulduktan sonra köye dönmesi gerekiyor Tsane’nin. En zor olanı da bu. Filmin her yanına müthiş hayal gücünü gönderen Kusturica, başından sonuna kadar muhteşem bir macera yaşatıyor seyirciye.

Filmdeki tüm karakterler, çok zengin ve filme müzikler kadar coşku katıyorlar. Tsane’nin tombul ve sevimli dedesi, tam anlamıyla bir “Prof. Zihni Sinir…” Hayranlık uyandıran “porceleri”yle seyircileri çok eğlendiriyor bu dede. Sabahları bir türlü yataktan çıkmayan torununu “proce”siyle yatağından kaldırabiliyor dede. Köyde, dedeyle torunu Tsane yaşıyor. Bir de köy okulunun öğretmeni Bosa. Okulun da tek öğrencisi Tsane. Filmde her şey böyle gerçeküstücü işte. Köy, karakterler ve muhteşem maceralar. Müfettiş, köydeki okulu teftişe geldiğinde okulu kapatıyor. Ama müfettiş öğretmen Bosa’yı görür görmez de tutuluveriyor. Bosa’yı etkilemek için yaptığı her çaba da dedenin tuzak çukurlarında sonlanıyor müfettişin. Dedesinin söylediklerini yapmak için inek Cvetka’yla dere tepe aşıp şehre varan Tsane, yolda başında Gazda’nın olduğu mafyayla karşılaşıyor. Filmin derinliğinde mafyaya çok iş düşüyor bu maceraya hareket getirebilmek için. Önce hayatının aşkıyla köprüde karşılaşan Tsane, ineğini mafyaya kaptırtıktan sonra en iyi dostlarıyla tanışıyor çok geçmeden. Dedesinin rahmetli olmuş en iyi dostu çizmeci ustasının torunlarıyla mafyayı dize getiririrken, hayatının aşkı Jasna’yı da büyülemek için her şeyi yapıyor. “Mafya baba”sı Gazda’nın en büyük rüyası, “İkiz Kule”lerin benzerini Sırbistan’a yapabilmek. İşte bu Gazda’yı dünyada bir tek şey baştan çıkartıyor, o da hindiler. Sağ kolu da ineklere düşkün. Bu “kötü”ler böyle. “İyi”lerse aşık oluyorlar bu hikâyede. Kusturica’nın filmini perdede seyrederken gerçek anlamda eğleniyor insan. Her Kusturica filminde olduğu gibi müzikler de bir harika. Filmin görselliğinin de büyülediğini belirtmeli. Filmin kurgusu çok akıcı ve Balkan coşkusuyla buluşuyor. Filmin kıpır kıpır müziklerini Ivan Kljajic yapmış. Görüntülerse Milorad Glusica’ya ait. Filmde de Uros Milovanovic (Tsane), Marija Petronijevic (Jasna), Miki Manojlovic (Gazda), Aleksandar Bercek (Dede), Ljiljana Blagojevic (Bosa), Stribor Kusturica (Topuz) oynuyorlar.

(22 Temmuz 2010)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

İçimdeki Sessiz Nehir’in Web Sitesi Tamamlandı

Mustafa Serkan Eröz’ün yönettiği ve Ali Yiğit ile Taies Farzan’ın oynadığı İçimdeki Sessiz Nehir’in web sitesi tamamlandı. Sonbaharda vizyona girecek olan filmin konusu şöyle: Halis 40’lı yaşlarda, geçimini kendisine ait katmer dükkânı ile sağlayan, kendi halinde, insanlar tarafından sevilip sayılan bir adamdır. Eşi Ayla ile arasında yıllardır süren soğukluğu artık kanıksamıştır. İstanbul’da Üniversite okuyan kızları Öykü ise Halis ve Ayla’nın belki de tek ortak noktalarıdır. Bir süre sonra ailenin sıradan hayatı yerle bir olur.

  • Web Sitesi
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • İstanbul Express: Avrupa’da Çokdilliliği Keşfetmek, Film Yapım Atölyesi Sonbaharda Düzenleniyor

    Nisi Masa, 2010 yılının en büyük projesini bu sonbaharda gerçekleştiriyor; Avrupa’nın 18 şehrini demiryolu ile geçecek, nihayetinde İstanbul’a varacak ve dillerle ilgili ortak konuları araştırmaya yönelik gezgin bir film yapım atölyesi düzenliyor. 18 – 30 yaşları arasında 45 genç katılımcı, Avrupa kıtasını trenle geçerken 15 kısa belgesel üretecekler. Genç sinemacılar birçok farklı ülke sınırını geçerken, her coğrafyadaki dilbilimsel durumları ilk elden deneyimleyecekler.
    Atölyeye son başvuru tarihi 16 Temmuz 2010 olarak tesbit edildi.

  • Basın Bülteni: Türkçe / İngilizce
  • Yüksek çözünürlüklü görsel ve başvuru formuna haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstanbul Express: Avrupa’da Çokdilliliği Keşfetmek, Film Yapım Atölyesi Sonbaharda Düzenleniyor yazısına devam et