Documentarist Başladı: Anlatılan Bizim Hikâyemiz: Gel ve Gör

22 Haziran 2010 Salı günü başlayan 3. Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri etkinliğinin programında, gezegenin kalp atışlarını ölçen, içinde yaşadığımız tüketim kültürünün handikaplarını sergileyen bir dizi belgesel film bulunuyor. Kâra dayalı ekonomik sistemin dünyanın hemen hemen tüm kaynaklarını sömürmesi, su, hava ve toprağın giderek hızla kirlenişi, yoksulların daha da yoksul hale gelmesi, çocukların emek sömürüsü son dönemde yapılan pek çok çarpıcı filme konu oldu. 3. Documentarist – İstanbul Belgesel Günleri, 22 – 27 Haziran tarihleri arasında hikâyelerimizi izlemeye davet ediyor; anlatılan bizim hikâyemiz: Gel ve Gör.

02 Temmuz 2010 Haftası

“Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma”da, kendi benliğini ve arzu ettiklerini adamakıllı keşfe çıkan ‘buğulu’ Bella Swan, okulun son yılında, kendisinin merkezde olduğu korkunç bir intikam plânının yürürlüğe konmasının tam ortasında, ‘soğuk’ aşkı / ‘kristal’ Edward Cullen ile yüreğini ısıtan ‘sıcak’ Jacob Black arasında, tam bir insan dişisi gibi davranmaya devam ediyor. Onunla duygudaşlık kuran dünyanın her yanından milyonlarca genç kız da soruyor: Ben olsam kimi seçerdim? Sinemanın, bire dört-beş veren akıllıca yatırımlarından biri olan serinin üçüncüsünde, hedef kitle için cazip gelen duygusal çalkantılar ve yeni bir vampir topluluğuna karşı savaşacak olan Cullen ailesinin kurt adamlarla işbirliği yapması gibi aksiyona yönelik ‘tanıdık’ gelişmeler, yetişkinlere sıkıcı gelebilir. Fakat kabûl edelim ki, “Twilight” artık bir görüngü!

“Müşteri”, işçi sınıfından evli erkeğin -sıkıntı çekmeden geçinebilmesi için- bedenini kentsoylu kadınlara satmasını, cinsellik, aşk, evlilik, ahlâk gibi temel ve problematik kavramları iç içe geçirerek hikâye ediyor. Kuşkusuz zor bir metin yazmış olan ve filmi yöneten ve de oynayan, son olarak “Yaşamaya Değer”in suratsız / yalnız apartman görevlisi rolünde izlediğimiz Josiane Balasko, sormaktan kendini alamıyor: Çıkarlar söz konusu olduğunda, ahlâk nereye kadar dayanabilir… Ve bu noktada, aşk konumlanabilir mi? Zeki bir çalışma; herkesin kendini sınaması için özellikle, öneriyorum!

“Oyuncak Hikâyesi 3”, genel adları oyuncak ve yapıları plâstik-metal-elektronik devreler gibi suni olsa da, her biri sağlam bir dost olan kahramanlarını, bağlılıkların / vefanın, dayanışmanın, özverinin, cesaretin -bir kez daha- esaslı biçimde sınandığı bu yeni serüvende ve ‘göz kamaştırıcı’ bir mekân-renk-hareket zenginliğinde bir araya getiriyor. Doğaldır ki, gelişen dijital teknolojiye koşut serinin en iyisi! Ancak salt teknolojik değil, öykü doygunluğu açısından da en etkilisi. İzlerken, türünde klâsikleşmiş “The Great Escape – Büyük Kaçış”ı anımsayabilirsiniz.

“Ölüm Zili”, bizdeki lise muadili okulun sınırları içinde, bir intikam plânını uygulamaya koyan katil ya da katillerce kapana düşürülen bir grup öğrenci ve öğretmenin oradan oraya koşturmaları içinde bizlerden de korkmamızı isteyen film! Ancak bu ölüm oyunu öyle karışık ve anlamsız ki, değil korkmak gevşetip rahatlatıyor yani uyku hali yaratıyor. Fonda değinilen, eğitim sistemindeki yozlaşma ve adaletsizlik meselesi de, bu bir tür “Testere” olmaya soyunmuş filmi iyice mânâsızlaştırıyor. Demek, başka ülkelere orijinal senaryoların/filmlerin yeniden çevirim haklarını ihraç eden Güney Kore’den de kötü filmler çıkabilmekteymiş!

“Yuva”, sevdiği tek insanı, henüz doğurmadığı çocuğunun babasını kaybeden ve onun ölümüne, kendisinin de fiziksel olarak çökmesine yol açan eroinden kurtulma savaşına giren genç kadının, o güne dek hiç farkında olmadığı şeyi, ‘yaşamanın güzelliğini’ öğrenmeye çalışması… Şansı, hayatına giren kayınbiraderinin ‘her varlığı sevmek’ sevinciyle yüklü olmasıdır. Dramatik bir olay içermesine karşın, izledikten sonra insana iyi hissettiren filmlerden… Gücünü, doğal anlatımından ve gerçekten de hamile olan kadın oyuncunun performansı ile ‘melek gibi’ erkek karakterden alıyor.

(29 Haziran 2010)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]