Hong-Jin Na’nın yönettiği ve Yun-Seok Kim, Jung-Woo Ha ile Yeong-Hie Seo’nun oynadığı Ölümcül Takip (Chugyeogja – Chaser), 04 Haziran 2010’da Tiglon Film dağıtımıyla Kalinos Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Eski polis, yeni kadın satıcısı Joong-Ho’nun, çalıştırdığı kadınlar borçlarını ödemeden ortadan kaybolmaktadır. Bir gece bir müşteriden gelen arama üzerine Mi-Jin’i yollar, ancak çok geçmeden müşterinin numarasının kaybolan kızların son arandığı numarayla aynı olduğunu fark eder. İlk başlarda kadınlarının kaçırılıp satıldığını düşünen Joong-Ho, adamın acımasız bir seri katil olduğunu anlar ve peşine düşer.
Günlük arşivler: 2 Haziran 2010
Sezgin Türk Röportajı
Yaşamak, duymak, sorgulamak ve tabii ki paylaşmak için belgesel film yapan bir yönetmen Sezgin Türk. “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” adlı belgeseliyle 9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne katılan Türk, şu sıralar yolları Mamak Cezaevi’nde kesişen dört kadını anlattığı belgeseli üzerinde çalışıyor.
Kamerayla olan maceranız nasıl başladı?
Sinemayla buluşmam, 1986 yılında Yusuf Kurçenli’nin “Merdoğlu Ömer Bey” filminde yönetmen yardımcısı olarak çalışmaya başlayarak oldu. Daha öncesinde reklâm sektöründe çalışmıştım. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra altı ay kadar süren bir çalışma oldu bu. Belki size çok garip gelecek ama bu sektörde bu kadar kısa süre çalışmama karşın bir zaman sonra arkadaşlarıma mektup yazamadığımı fark ettim. Sözcükler anlamını kaybetmişti. Çünkü eğer metin yazarı olarak çalışıyorsanız artık kelimeler eğip büktüğünüz bir oyuncak haline geliyor. Bir bankanın genel müdürü adına yazdığım mektupta genel müdürün yalnızca beyni değil, yüreği de olduğumu hissettiğim an ise bu çalışmayı noktalandırdım. Elbette okulu yeni bitmiş, dünyanın binbir yüzüyle karşılaşmamış biri için böyle bir durum baş edilmez bir şey. İyi ki de öyle olmuş. Sonra işsizlik günleri… İstanbul’u zaten tanımıyorum; hiç kimseyi tanımıyorum. Böyle bir durumda Yusuf Kurçenli’yle tanışmak benim için bir dönüm noktası oldu. Yusuf Kurçenli ustamdır ve hâlâ bir usta olarak onun elini sırtımda hissederim.
Kurmaca film alanında yetişirken belgesel üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Yönetmen yardımcısı olarak çalışırken diğer yandan kısa filmler yapmaya başladım. Bunlar ilk anlatım deneyimlerimdi. Kısa filmin özgür dünyası benim için büyük kazanımdı. Anlatım biçimleri deneme cesaretini bu deneyimin oluşturduğunu düşünüyorum. Kurmaca anlatım alanında yetişmeme karşın uzun metrajlı filmlerin büyük finansal olanak gerektirmesi beni belgesele yöneltti. Benim dönemimdeki birçok yönetmen ilk filmlerinde finansal olanakları kendileri yaratmak zorunda kaldılar. Yani bir film yaratmak için her şeyden önce finansal bir çalışma yapmak gerekiyor. Böyle bir yaşamdan kaçtım. Zannedersem kişisel özelliklerim yaşamda bir şekilde beni yönlendirdi. Belgesel film yapmak benim dünyama çok uygun bir yaratım yolu!
Kurmaca filmi çok iyi bilen bir belgesel yönetmeni olarak bu iki tür arasındaki farkı bize nasıl anlatırsınız?
Kurmaca filmde senaryo aşamasında her şeyi belirlersiniz. Adı üstünde her şeyi kurmuşsunuzdur. Belgeselde ise sadece gitmek istediğiniz yönü, yöneldiğiniz şeyi belirleyebilirsiniz. Önceden ne yaşacağınızı bilme şansınız yoktur. Kendinizi yaşama bırakırsınız. Önyargısız olmaya çalışırsınız. Hatta olabildiğince önceki deneyimlerinizin seçici bir algılamayla sizi sınırlamasına izin vermemek istersiniz. Sonra yaşam kendi öyküsünü oluşturur. Siz bu öykü içinde yaşamı daha önce bakmadığınız bir yerden görür ve yeni sorgulamaların içinde kendinizi bulursunuz. Elbette sonra film izleyiciyle buluştuğunda bu sorgulama süreciniz devam eder.
Belgesel ne demek sizin için?
Belgesel büyüleyici bir şey! Zannedersem her şeyden önce ‘yaşamak’, ‘duymak’, ‘sorgulamak’ ve sonra da ‘paylaşmak’ istemi belgesel yapmaya yönlendiriyor. Elbette yaşamı paylaşmak için çok farklı araçlar var. Yalnızca ‘sanatsal’ araçlar değil, günlük yaşamımızda bile paylaşım için birçok yol buluyoruz. Şanslıyım ki ‘belgesel’ yaparak daha yaygın paylaşım yaşıyorum.
Belgesel nasıl bir yaratım alanı sizce?
Belgeselin bir cinsiyeti olacaksa ‘kadın’ olmalı diye düşünüyorum. Çünkü kadınların ‘öteki’yi algılama yatkınlıkları belgesel yaratımda olanak sağlamaktadır. Ayrıca belgesel yaratımı ‘iktidar’ ilişkisine olanak vermiyor. Belgeselde yöneldiğimiz insan veya durumlara ‘belirleyen’ olarak yaklaşmak yerine yaşanan durumlar içinde filmin oluşumunu sağlamak zorundayız. Dolayısıyla ‘iktidar’ olma haline yatkın olmayan kadınlar için belgesel kendilerini doğal olarak yaşayabileceği bir yaratım alanıdır. Bir belgeselin iyi bir yaratım olması için erkek belgesel yönetmenler için de aynı durum söz konusudur aslında. Bu nedenle belgesel yaratım süreçlerinde erkek veya kadın olmanın önemli bir farklılık yaratmadığını düşünmekteyim. Erkek yönetmenler de daha çok kadınlara özgü olarak düşündüğümüz bu duyum yollarını belgesel yaratım sürecinde kullanmak zorundadırlar.
Belgeselcilikte kadın yönetmen olmanın avantaj ya da dezavantajlarını yaşıyor musunuz
Hemen söylemeliyim ki, ben ve birçok belgesel yönetmeni ‘kadın yönetmen’ nitelemesi içine sıkıştırılmaktan hoşlanmıyoruz. Çoğumuz filmlerimizin ‘yönetmen filmi’ olarak algılanmasını yeğliyoruz. Elbette böyle düşünmeyenler de var. Üyesi olduğum Belgesel Sinemacılar Birliği’nde, şimdiye kadar yönetimde kaç kadın ve erkek olduğuna ilişkin bir yaklaşım hiç yaşamadım. Fakat kadın yönetmen denildiğinde akla yalnızca kurmaca film kadın yönetmenleri geliyor. Türkiye’deki kadın belgesel yönetmenleri bugüne kadar bir belgesel, kitap veya akademik çalışmanın konusu olmadı ne yazık ki! Ama belgesel yaratımda kadınların olumlu konumu toplumun diğer yaşam alanlarındaki kadınlar için önemli çıkarımlar sağlayacak bir yaşam deneyimdir. Ama ne acı ki kadın filmleri festivalleri belgeselcilerin filmlerine yer vermelerine karşın belgesel yaratıma çok ilgi göstermemektedirler. Örneğin, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde emek ödülü alan belgeselci kadın bulunmamaktadır. Kurmaca film yönetmeni, seslendirme sanatçısı, senarist, festival yöneticisi, öğretim üyesi, yönetmen yardımcısı, yapımcı, sanat yönetmeni var, belgeselci yok.
Ciddi bir müzik eğitiminiz var. Altı yıl boyunca çok değerli hocalardan piyano eğitimi almışsınız. Üstelik piyanoya Bitlis’te başlamışsınız. Bundan biraz bahsedebilir misiniz?
Evet, yaşamın çok hoş bir rastlantısı, Bitlis’te 1970 yılında piyano dersi almaya başlamam. İdealist bir müzik öğretmeni ve babamın birlikte Bitlis Öğretmen Okulu’na piyano getirilmesi çabası sonucu, taştan bir binanın sobası olmayan odasında, yanımda bir mangal, en önemlisi babamın sevgisiyle yaşadım bu deneyimi. Daha sonra Ankara’ya geldiğimiz yıllarda babamı kaybettim. Ama müzik öğretmenim bana müzik eğitimi verilmesini bir amaç haline getirdi. Abdullah Uz ve daha sonra Ferhunde Erkin’le çalışma olanağı bulmaya kadar giden bir yaşam deneyimi oldu bu.
Aldığınız müzik eğitiminin yönetmenlik kariyerinizde faydasını gördünüz mü?
Elbette oldu. Ama benim algılamam ağırlıkla görseldir. Her hangi bir duygunun, düşüncenin kendiliğinden bir şekli oluşur beynimde. Böyle, ben görüntüyle düşünüyorum. Ama belgesellerimde müziğin etkisi oldukça fazladır. Filmin içindeki dengeleri oluştururken daha çok bir beste yapar gibi hissediyorum. En önemlisi, filmi oluşturan her şey; kamera, ses, ışık… bir senfonideki piyano, keman ve diğer aletler gibi başlı başına varlığı olan unsurlardır. Bu nedenle müziği bir fon değil; başlı başına bir anlatım unsuru olarak filmde kullanmak isterim. Belá Bartók bestelerini çalmak yaşamımda önemli etki oluşturdu diyebilirim. Yaşam algımda, duyuşumda çok büyük bir etki bu. Belá Bartók, 20. yüzyıla damgasını vurmuş bir besteci, piyanist ve halk müziği derlemecisi. Onunla ilgili bir film yapmak yaşamımda çok önemsediğim bir şeydi. Ve yaptım.
Bir de “Mamak’ta Kesişme” adında bir belgesel film projeniz var, nasıl bir çalışma bu?
12 Eylül döneminde Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldım. Mamak’ta birlikte kaldığım dört kadın arkadaşımla bu filmi yaptım. Hepsinin de hayatı çok farklı yerlerde başlıyor. İkisi subay çocuğu, ikisi kırsaldan kente göç etmiş ailelerin çocukları. Kendilerini politik etkinliklerle ifade ediyorlar. Hepsinin yolları Mamak’ta kesişiyor. Tahliye olduklarında sıfırdan hayata başlıyorlar. 30 yıl sonra yaşamlarına baktığımızda yine farklı özellikler görüyoruz. Belgeseli bugünlerde bitirmek üzereyim. Bu filmde, kadınların yalnızca Mamak Cezaevi deneyimi yerine yaşamlarının bütününe bakmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz yalnızca Mamak Cezaevi deneyimleri söz konusu olsaydı kahramanlar anlatmış olacaktık. Şimdi ise dört kadının öyküsünü anlatmış olduk.
9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” adlı belgesel filminizle katıldınız. Bize festivalden ve bu filminizden bahseder misiniz?
Alanya Belgesel Festivali, benim için bir belgeselci olarak ‘umut’ anlamına geliyor. Çok büyük bir lâf gibi oldu ama değil. Eğer 9 yıldır bir festivalde izleyiciler belgeselle buluşuyorsa ‘belgesel’ var demektir. Alanya Belgesel Film Festivali’ne ikinci kez katıldım. Biz belgeselciler için festivaller filmlerimizin yaşamla buluştuğu mekânlardır. Dolayısıyla biz de yeni yaratımlarımız için önemli bir itki alırız. Alanya Belgesel Film Festivali bu açıdan olağanüstü! Çünkü festivali düzenleyen arkadaşların alçak gönüllü ve içten yaklaşımları bizleri öyle bir sarıp sarmalıyor ki! Bu yıl “Kır Çiçeklerinin Öğretmeni” isimli belgeselimle festivale katıldım. 2500 dolayında yetenekli köy çocuğunun okumasını sağlamış bir eğitimciye ilişkindi belgesel! Alanya Belgesel Film Festivali’nde ‘engelli’ arkadaşlarımızın engelsizliği yaşarak katıldığı bir gösterim oldu. Bu filmin ruhuna uygun bir durumdu.
(08 Haziran 2010)
İlayda Vurdum
www.ucansupurge.org’da yayınlanmıştır. (03 Haziran 2010)
9. Alanya Belgesel Film Festivali – Zeynep Banu Özbek Röportajı
Alanya’da tam 9 yıldır yürütülen bir Belgesel Film Festivali var. Belgeselin önemine inanıp, tamamen gönüllülük esasına dayanarak bu işi 9. yıla kadar taşımayı başarmışlar. Bizde bu başarı hikâyesini merak ettik ve Alanya Belgesel Film Festivali başkanı Zeynep Banu Özbek ile sizin için konuştuk…
Her şey 94 senesinde bir avuç sinemaseverin, Alanya’da sinema salonu olmamasından kaynaklanan sıkıntı ile bir araya gelmesiyle başlıyor. Farklı meslek gruplarından oluşan ekip, sinema izlemek adına başka şehirlere gideceklerine, Alanya’da bir dernek çatısı altında toplanarak sinema salonu açmaya karar veriyor. Ve yaklaşık 7 sene sürecek olan açıkhava film gösterimi etkinliği Yavuz Özkan, Handan İpekçi, Halil Ergün, Zeki Demirkubuz, Zühal Olcay, Serap Aksoy, Fikret Kuşkan gibi değerli yönetmen ve sanatçıların katılımı ile verilen açılışla yol almaya başlıyor. Bu yolculuk bu sene düzenlenen 9. Alanya Belgesel Film Festivali’ne kadar, içine tiyatro gösterimlerini de dahil ederek devam ediyor.
Zeynep Hanım Alanya Sinematek Derneği Başkanı olarak bu derneği kurmaya nasıl karar verdiniz?
Ben Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü mezunuyum, İstanbul’da okurken İstanbul Film Festivali’ndeki filmlerin sıkı bir takipçisiydim. Bu süreç içinde Türkiye’de Sinematek Derneği’ni kuran sevgili Onat Kutlar ile tanışma, sinema hakkında verdiği derslere katılma şansını da yakalamıştım. Resim bölümündeki yüksek lisansımı tamamladıktan sonra 1989 -1990 yılları arasında Alanya’ya yerleştim… Alanya, Türkiye’ de sinema salonu açılan ilk ilçelerden biri olmasına rağmen, benim yerleştiğim tarihlerde bir tane bile sinema salonunu yoktu… Açılan salonların hepsi ekonomik nedenlerden dolayı kapanmıştı. Bizde bu yüzden film izlemek için Antalya’ya gitmek zorunda kalıyorduk. Fakat bir süre sonra bu işin böyle yürümeyeceğini anladık. Antalya – Alanya arası 2 saat… Bu zor ve ciddi zaman isteyen bir zevk haline gelmeye başlayınca sinemaya gönül vermiş olan dostlarla bir araya gelip derneğimizi kurduk. Ardından da açık hava film gösterimlerine başladık.
Tam olarak kaç yılında başladınız gösterimlere ve bu süreç ne kadar devam etti?
1994 yılında Alanya Sinematek Derneği’ni kurduk. Ağırlıkta bayanlardan oluşan, sanata düşkün, keyifli bir gruptu bizimkisi… Basından takip edip, yeni olan ya da görmeyi tercih ettiğimiz filmleri İstanbul’dan getirtip, Grand Kaptan Otel’in terasında akşamları açık hava gösterimlerinde hep beraber izliyorduk. O kadar güzel günlerdi ki, düşünebiliyor musunuz, elinizde şarabınız, yıldızların altında film izliyorsunuz… Gün oldu Yılmaz Güney’in “Yol” filmini ağlayarak, kimi zaman “Kuş Kafesi” gibi filmleri kahkahalarla izledik.
Sonrasında Alanya’da sinema salonları açılmaya başlayınca bu konudaki misyonumuzu tamamladığımızı düşünüp 2001 yılından sonra belgesel filme yönelik festival çalışmalarına başladık.
Festivale başlama sürecinde kimlerle çalıştınız?
Bizler bu yola çıkmaya karar verdiğimizden itibaren BSB (Belgesel Sinemacılar Birliği) yönetim kurulu her daim yanımızda, destekçimiz ve yol göstericimiz oldu. Bunun yanında elbetteki Alanya Belediyesi ve yine Alanya Ticaret Odası desteklerini hiçbir zaman esirgemediler. İlk günden beri yanımızda yer alan, bizleri destekleyen Novum Touristik, bu sene destekleri ile yanımızda olan Aska Otelleri, Titan Otel Grup, Özel Hamdullah Emin Paşa Koleji ve önceki yıllara dair adını sayabileceğim birçok şahıs ve firmaya sizin aracılığınızla yürekten teşekkür etmek istiyorum…
Neden sinema değil de, belgesel film ile ilgili bir festival yapma ihtiyacı hissettiniz?
Sinematek Derneği olarak belgeseli çok önemsiyoruz. Toplum olarak gazete, kitap okuma alışkanlıklarımızı yitirmeye başladık. Bunun da merak etme, araştırma duygularımızı körelmesine neden olduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Sonuçta toplumsal hafızamızda ciddi boşluklar oluşmaya başladı ki bu geçmişe sahip çıkabilmek adına çok tehlikeli bir gelişme… Bu anlamda belgesel sinemanın yaşanan gerçekleri gelecek nesillere taşımak ve hatırlatmak adına önemli bir görevi üstlendiğine inanıyoruz. Fakat maalesef belgesel sinemayı sadece hayvanlar alemi ile ilgili kayıtlardan ibaret sanan bir toplumumuz var. Mevcut bilinci değiştirmek ve bu misyonu yerine getirebilmek için elimizden geldiğince belgesel sinemayı toplumun gündeminde tutmayı amaçladık. Belgesel Film Festivali de bizi amacımıza ulaştıracak en güzel yollardan biriydi.
Festivale başlamanızdan bugüne kadar neler değişti izleyicide?
Bugün 9. yılını kutladığımız festivalimizde bir şeyleri değiştirdiğimizi net olarak gözlemleyebiliyoruz, Alanya’da ciddi bir belgesel film izleyicisi oluşmaya başladı… Artık “Biz ilkokuldayken öğretmenimiz bizleri sınıfça belgesel izlemeye sizin festivalinize getirirdi” diyen gençlerle tanışıyoruz ve bu durum bizim görevimizi başarıyla gerçekleştirdiğimizi gösteriyor.
Festivalin içeriği nasıl bir programdan oluşuyor?
Bu sene de diğer yıllarda olduğu gibi Ulusal ve Uluslararası birçok yönetmenin belgesel filmini ağırlıyoruz… 20’si kadın yönetmenin olmak üzere toplam 44 film festivalimizde yer alıyor… Önceki yıllarda olduğu gibi bu sene de Türk yönetmenlerimizin bir kısmı ile festival süresince Alanya’da beraberiz. Bu yönetmenlerimiz film gösterimlerinin ardından seyircilerin film ile ilgili ya da belgesel sinemaya dair sorularına cevap verecekler.
Önümüzdeki senelerde festivalinize yurtdışındaki yönetmenleri de konuk etmek istiyor musunuz?
Önümüzdeki sene 10. yılımızı kutlayacak olmak bizi çok heyecanlandırıyor. Ağırlıkta bayanlardan oluşan bir yönetim olduğumuz için festivale evlâdımız gözüyle bakıyoruz. Ve bu çocuğun 10. yaşına girebiliyor olması, emeklerimizin karşılığını görebiliyor olmak bizleri çok onurlandırıyor. Bu anlamda daha geniş donanımlı bir program hazırlayacağız. Yurt dışından da film seçkimizde yer alacak olan yönetmenleri festival süresince ağırlamak, belgesel sinema hakkında konferanslar vermek, atölye çalışmaları gerçekleştirmek arzusundayız. Elbetteki bu arzumuzun gerçekleşebilmesi için sponsorlarımızın desteği çok önemli. Önümüzdeki günlerde 10. yıl için çalışmalarımız başlayacak. Festivali uluslararası boyuta taşımamızın kültürel ve tanıtım anlamında Alanya’ya çok değer katacağına inanıyoruz.
Röportajımızı burada sonlandırıyoruz, verdiğiniz yanıtlar için çok teşekkür ederiz…
Ben teşekkür ederim…
(08 Haziran 2010)
İlayda Vurdum
www.ucansupurge.org’da yayınlanmıştır. (03 Haziran 2010)