Biraz kadınlar arası bir durumun hikâyesi aslında Atom Agoyan’ın “Chloe”si.
Bir genç kadın, bir olgun kadın ve onların arasındaki ilişki. Her ne kadar biraz erkek fantazileriyle süslenmis dahi olsa, bir erkek yönetmenden gelmesi açısından “Chloe” kadınların dünyasına aslında gerçekçi ve oldukca dramatik bir bakış açısı sunuyor.
Doktor Catherine Steward (Julianne Moore) eşi ve arkadaşları ile gittiği bir restaurantın tuvaletinde ağlamakta olan bir genç kadına yardım teklif eder. Daha sonra kocasının kendini genç kadınlarla aldattığından şüphelenen Catherine, adı Chloe olan bu genç telekızdan yardım ister.
Chloe, Catherine’in oğlu Michael’in yaşındadır ve aslında kendine bir anne figürü aramaktadır.
Ustalıkla filmin içine yerleştirilmiş olan detaylar (ilk tanıştıklarında sadece kendine ilgi gösterdiği için Chloe’nin Catherine’e annesine ait olan bir tokayı vermek istemesi, Catherine her Chloe ile ilgilenmeyip kocasının onu aldatmasının yarattığı duygularla boğuştuğunda Chloe’nin suratının asılması, Catherine’in ilişkilerini ilk sonlandırma teşebbüsünde Chloe’nin tam da onun önünde bisikletten düşmesi, vs.) Chloe’nin aslında Catherine’in ilgisini istediğini bize açıkça belirtiyor.
Bu da daha sonra aralarında ilişki başka bir boyut kazandığında ya da Chloe’nin Catherine’in kocası hakkında anlattıklarının doğru olmadığını öğrendiğimizde “Bu da nereden çıktı şimdi?” diye sormaktan bizi kurtarıp filme bütünlük sağlıyor.
Bu açıdan film, delillerin çok iyi yerleştirilmiş olduğu bir dedektif romanı gibi izleyeni merak içinde bırakan, karamsar konusuna rağmen akıcı bir film.
Julianne Moore ve kocasını canlandıran Liam Neeson zaten çok sevdiğim iki oyuncu. Ama Chloe’yi ete kemiğe büründüren Amanda Seyfried izleyeni etkisi altına alıyor. Rolünde o kadar gerçekçi ki… Halihazırda kocaman olan gözlerini koca koca açarak, arada alnını kırıştırarak Chloe’nin hem deli tarafını, hem de duygularını harika yansıtıyor.
(06 Temmuz 2010)
Yasemin Sim Esmen