“Bosch, çizdiği cehennem tasvirlerini yaparken, bir üslûp olsun ya da gerçeküstücüğe yol göstersin diye yapmıyordu; gerçekten korkarak, gerçekten çizdiği şeylere inanarak yaratıyordu o tuhaf mahlûkları, dünyaları… Bence korku filmlerinden korkan bir yönetmen daha iyi korkutur.”
Türk sinemasının en uçuk ve üretken yönetmenlerinden Ümit Ünal ile ilk buluşmamız Ara filmi sonrasında olmuştu. Ünal; henüz Ara’nın dumanı üstündeyken Gölgesizler üzerine kafa yoruyordu. Başlamakta olan yoğunluk bu günlerin sinyalini veriyor gibiydi… Önce Gölgesizler geldi sonra Kaptan Feza, şimdi de Ses…
Bu hız sizi yoruyor mu, istedikleriniz yapmak için yeterli vakit bulabiliyor musunuz?
En çok yapmak istediğim şey sinema, film yapmak. Yıllarca durdum, sadece yazdım, biriktirdim. Şimdi setlerde de olma zamanı. Özellikle son yıl oldukça yorucu geçti. Haziran’dan beri İstanbul’dan çıkmadım, hayatım stüdyolar, setler ve film şirketleri oldu. İş bütün hayatımı işgâl etti, arkadaşlarımı ihmâl ettim, sosyal hayatım nerdeyse yok oldu. Ama mutluyum böyle de.
Ayrıca bu üç filmin de türleri farklı… Kendinizi daha yakın hissetiğiniz bir tür vardır ama değil mi?
Ben belli bir “tür” sineması yapmıyorum. Yani işlerimi yakından takip edenler için yaptığım her şeyi birbirine bağlayan temalar, üslûplar var. Elbette kendimi en rahat hissettiğim zamanlar 9 ya da Ara gibi küçük bütçeli, kişisel filmlerin setleri. Ama sinema bir sanayi ve “büyük” bütçeli filmler alanına açılmak da şart. “Tür” kalıplarını kullansam da, sonuçta Ses’te de yıllardır işlediğim temaların, kullandığım üslûpların izi var.
Bir de sizin alışık olduğumuz bir diğer yönünüz, kendi senaryolarınızı çekiyor olmanızdı… Ses bu anlamda bir ilk, sizi ikna eden ne oldu?
Senaryoyu kendime çok yakın buldum. Uygar’ın yazar olarak senaryonun yeniden işlenmesi konusunda açıklığı da önemliydi. Bir de yapımcı şirket, Bir Film mutlaka çalışmak istediğim bir yerdi. Ersan, Tunç, Kaan ve ortakları Marcel, bence yeni kuşak Türk sineması için model olması gereken yapımcılar.
Hem korku filminden korkup, korku filmi çekmek ne yaman bir çelişkidir?
“Bosch”, çizdiği cehennem tasvirlerini yaparken, bir üslûp olsun ya da gerçeküstücüğe yol göstersin diye yapmıyordu gerçekten korkarak, gerçekten çizdiği şeylere inanarak yaratıyordu o tuhaf mahlûkları, dünyaları. Bence korku filmlerinden korkan bir yönetmen daha iyi korkutur. Ama zaten Ses, “korku”dan çok gerilim filmi…
“Yalanlar yok olmaz. Hayatınız büyük bir yalan üzerine kuruluysa, o yalanı zihninizin en karanlık en derin odasına atsanız bile orada yaşamaya devam eder ve başka kılıklara girip yine karşınıza dikilir. Bu kişilerin hayatı için de geçerli, toplumların hayatı ve bilinçaltı için de…”
Hepimiz hayatımızda en az bir kere bir söze “içimden bir ses diyor ki” diye başlamışızdır… Hiçbir batıl inançla ilgisi olmayan insanlar bile… Hikâyede sizi çeken dinsel değil psikolojik gerilim olması mıydı?
Evet, hikâyenin gerçek korkulara, bastırılmış ve unutulmuş gerçeklere dayanıyor olması bana çok ilginç geldi. Yalanlar yok olmaz. Hayatınız büyük bir yalan üzerine kuruluysa, o yalanı zihninizin en karanlık en derin odasına atsanız bile orada yaşamaya devam eder ve başka kılıklara girip yine karşınıza dikilir. Bu kişilerin hayatı için de geçerli, toplumların hayatı ve bilinçaltı için de…
Selma Ergeç rol için biçilmiş kaftan, Ergeç’i keşfiniz nasıl oldu?
Derya rolü için birçok görüşme ve deneme çekimi yaptık. Selma deneme çekimine inanılmaz hazır bir şekilde geldi ve orada bulunan herkesi oyunuyla çok çok etkiledi. Odadan çıktığında kararımızı vermiştik.
Ses için, “ucuz sömürüye ve seyirciyi istismara dayalı bir korku filmi değil”, dediğiniz okumuştum. Bu bağlamda “Paranormal aktivite” / Paranormal Activity filmi ile ilgili ne düşündüğünüzü merak ediyorum…
Ses’in derdi sadece korkutmaktan ya da germekten ibaret değil. Türün kalıplarını bir şekilde kullanarak, gerilim kurallarına uyarak, o dünyanın içinde yaşayan karakterler çizmeye ve her şeye rağmen hepimizin hayatı hakkında ciddi bir şeyler söylemeye gayret eden bir film. Biliyorum: Kimsenin durup dinlemeye vakti yok, öyle zamanlarda yaşıyoruz, herkes hazır hap fikirler istiyor. Yut, tüket, unut. “Paranormal aktivite” konusunu işleyen bir filmin adının Paranormal Activity olması garip gelmiyor insanlara, bir romantik komedi filminin adını da Romantik Komedi koyabiliyorlar. Yüzyıllık Yalnızlık’ta tüm köy belleğini kaybeder ve unutmamak için ineğin üzerine “inek”, köpeğin üzerine “köpek” diye yazarlar. Günümüz seyircisinin çoğunluğu da benzer bir uyurgezerlik durumunda yaşıyor sanırım.
(08 Mart 2010)
Gizem Ertürk