Sinema, sadece kurmaca filmlerin oluşturduğu bir alan değil; ama yaygın olarak bu şekilde anlaşılır ve böyle bilinir. Belgesel film ise televizyonlar yolu ile yaygınlık kazandı. Aslında yazacağım konu farklı, Yeşilçam Dönemi sona erdikten sonra, devam eden film üretimi sayısı hızla düşmüş idi. Salonlarda “yerli film” görmek nerede ise unutulmaya yüz tutuyordu, ara sıra çıkan bir iki film dışında film bulunmaz olmuştu. Eşkıya’nın çıkışı ile işler değişti. İç piyasayı da kontrol altına alan yabancı firmalar geri durmasını öğrendiler. Tamamen farklı nedenlerle de olsa giderek gösterime giren -hatta bazen kök itibari ile yabancı firmaların pazarladığı- filmler, sinemadan iyice çekilmiş “yerli film seyircisini” geri getirdi ve film üretimini de artırdı. Ama bu seyirci profili, Yeşilçam günlerinin seyircisi ile aynı özelliği göstermiyordu, gösteremezdi de… Zaman, filmler ve de seyirci de değişmişti, sinemalar, gösterim düzeyleri bile…
İmdi, bu noktada, hasılat toplayan filmler karşısında yapılan seyirci değerlendirilmesinde kullanılan “…bütün zamanların…” deyimine takılıyorum, bu beni rahatsız ediyor. 58 yıllık sinema seyircisiyim, zaman içinde farklı nedenlerle sinema ile seyircilikten öteye ilgilerim oldu ve bu bana gösterdi ki, zaman içinde önce oturmuş olmasına rağmen giderek değişiklikte gösterebilen bir seyircimiz var.
12.02.2010 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde Sungu Çapan Recep İvedik 3 filmi ile ilgili yazısına bir üst başlık atmış: “Bütün zamanların en çok seyirci toplayan ‘Recep İvedik’ komedi serisinin üçüncü filmi gösterimde”… Bütün zamanlar… ben sinemamızı 1917’de yapılan ilk filmimiz Pençe (Sedat Simavi) ile başlatıyorum. Yeşilçam Dönemi ise ’50’lerin başında (1952-) başlıyor net olmamakla birlikte. O yıllardaki sinema salonu sayısı, koltuk sayısı, gösterimlerde kesilen bilet adedi ülke genelinde ne kadar değerlendirildi, bunu bugün kontrol etmek mümkün değil. 1951 yapımı Mezarımı Taştan Oyun’un (Hüseyin Peyda) değil gösterime çıktığı sezon kestiği biletin ne kadar olduğunu, kaç yıl gösterimde kaldığını belirleyebiliyor muyuz? Güneydoğu Anadolu’da bu sezon yıllar sürdü ve konu iki kere aynı adla, bir de Peyda’nin bir diğer filmi Söyleyin Anama Ağlamasın adı ile üç kez daha “yeniden” çekildi. 1964 yapımı Fabrikanın Gülü (Ümit Utku) Nuri Sesigüzel’in sinemadaki ilk filmi idi. Tokat’ta gösterime girdiğinde tanık olduğum olay şu idi: Salı ve Cuma günü (gündüz) “Bayanlar matinasının” birisinde 600 kişilik salon tamamen dolduktan başka, -bu durum çok olduğu için hazırlıklı olan sinemanın- yedekteki taburelerine de bilet kesildi, salonun fuayesinde tamir edilmek için bulunan yazlık bahçe sinemasının sandalyelerine de kesildi, gişe memuru “son bileti” kendi oturduğu tabureye kesti, film çoktan başlamıştı ve gişe önünde hâlâ -on kadar- bilet bekleyen vardı…
1971 yapımı Keloğlan (Süreyya Duru) Anadoluda ne kadar iş yaptı bu gün biliniyormu? Salonlar küçültüldü, Anadoluda birçok yerde bir ara tamamen kapanan sinemalarda yeniden açılım yapıyor ama hiç biri eski salonlar değil. Yüzlerce kişi dolup dolup film seyrettiğimiz o salonlarda adını hatırlamadığımız filmler ne kadar seyirci topladılar? Son 10-15 yılda gişe durumları (box-office) hesaplanıyor, yayınlanıyor ve yaygın olarak izlenebiliyor. Seyirci sayıları 4 milyonu aştığında, filmler bütün zamanlara yayılarak seyirci rekoru kırmış oluyor. Herkesin bir yanından gördüğü Yeşilçam Dönemi içerden başka dışardan başkadır. İçinin incelemesi yeteri kadar hiç bir zaman yapılmamıştır. İncelenmeyen konulardan biri de, o günlerin seyirci yoğunluğudur. Bugün buna ne kadar olanak vardır, bilemiyorum ama, on yıl sonra 11.si yapılacak olan Recep İvedik’ler ile seyircimizi -sinemamız tüm zamanları için- yaftalamayalım.
(12 Şubat 2010)
Orhan Ünser