Kan Arzusu

Park Chan-Wook’un yönettiği ve Song Kang-Ho, Kim Ok-Bin, Kim Hae-Sook ile Shin Ha-Kyun’un oynadığı Kan Arzusu (Thirst), 19 Şubat 2010’da Avşar Film dağıtımıyla Avşar Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Rahip Sang-Hyun, insanların ölümcül bir virüsten kurtarılmasına yardım etmek amacıyla gizli bir aşı geliştirme araştırmasında gönüllü denek olur. Deney sırasında, rahibin bedenine kan nakli yapılır ve rahip mucizevi bir şekilde yeniden hayata döner. Fakat niteliği tanımlanamayan bu kan onu bir vampire dönüştürmüştür! Sang-Hyun, kan arzusu ve inançları arasında sıkışıp kalır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri ve diğer basın bültenlerine haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kan Arzusu yazısına devam et
  • Türkiye Sineması Bir Dönüm Noktasında

    Türkiye Sinema Konseyi İcra Kurulu, sinemamızın son aylardaki gelişmeleri ile ilgili bülten yayınladı. Bülten şöyle başlıyor: 1995’lerde fiilen başlayan yeniden yapılanma süreci 2003 yılında ilk kez Kültür Bakanlığı ve Hükümet nezdinde de fark edildi. Bu farkındalık, sinemayı bir “kültür girişimi ve yatırımı” olarak tanımlayan üç stratejik yasanın TBMM’den oybirliğiyle geçmesine neden oldu. Aradan geçen yıllar içinde film yaratıcılarının fiili başarıları katlanarak büyüdü. …

  • Bültenin devamı için tıklayınız
  • 13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali

    13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu sene 06 – 13 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. “Kötülük” temasıyla yola çıkan festival bu tema kapsamında bir de Kısa Film Yarışması düzenliyor. Kısa filmin gelişmesine katkıda bulunmanın yanı sıra, filmlerde kadın bakış açısının geliştirilmesine imkan sağlamak amacıyla yapılacak kısa film yarışması, Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla hayata geçirilecek olan festivalin, P. E. N. Türkiye Merkezi’ne üye kadınlar arasında yaptığı “En Sevdiğiniz Kadın Filmleri Nedir?” konulu soruşturmada ise Jane Campion’ın Piano adlı unutulmaz klasik filmi en çok oyu alarak en sevilen birinci film olarak seçildi.

    13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali yazısına devam et

    9. If İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali

    !f İstanbul 9. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali hızla yaklaşıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla gerçekleştirilen festival İstanbul’da 11 – 21 Şubat, Ankara’da ise 25 – 28 Şubat’ta gerçekleşecek.
    Festivalin sevilen bölümlerinden “Fantastik Filmler” gnctrkcll, müzik filmlerinden oluşan “Sesli Yaşam” ise Colin’s sponsorluğunda gerçekleşiyor. gnctrkcll böylelikle ikinci kez !f İstanbul bölüm sponsoru oluyor. Biletler yine www.mybilet.com’dan satışa sunulacak. Gündüz seanslarını gnctrkcll’liler 2,5 TL.den izleyebilecekler.

    9. If İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali yazısına devam et

    Dünyayı Zombiler İşgal Edecek: Türk Zombiler Avruya’yı Fethediyor

    Türk sinemasının ilk zombi filmi Ada: Zombilerinin Düğünü’nün fragmanları yurtdışında da büyük ilgiyle görüyor. İnternet aleminin en önemli sinema sitesi imdb.com başta olmak üzere 50’nin üzerinde site ile İtalya, Fransa ve Japonya’daki çeşitli dergilere haber olan Ada: Zombilerin Düğünü, özellikle makyaj çalışmasıyla övgü alıyor. quietearth.us sitesinde “Türk zombileri muhteşem görünüyor” yorumu yapılırken, ünlü io9.com sitesinde “Türk zombiler Türklerin Avrupa Birliği’ne girme çabasının bir metaforu olabilir” ifadesi kullanıldı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Deli Dumrul: Kurtlar Kuşlar Aleminde

    Oğuz Yalçın’ın yönettiği ve Emir Benderlioğlu, Sema Öztürk, Mustafa Üstündağ ile Arzu Yanardağ’ın oynadığı Deli Dumrul: Kurtlar Kuşlar Aleminde, 26 Şubat 2010′da Warner Bros. dağıtımıyla Filimci – Slayt Production tarafından vizyona çıkarıldı.
    Durul aslında özü sağlam, mert ve yiğit bir delikanlıdır ama yıllar önce sokak arasında tanımadığı, ağır yaralı birine yardım etmek isterken bilinmeyen birisinin işlediği bu suç, onun üstüne kalır. Cezasını doldurduğunda artık eğitim çağı geçmiş, “hayatı ıskalamış” biri haline gelmiştir. Mahpushanede öğrendiği tek şey “delikanlılık raconu”dur. O halde hayatta var olabilmek için bu sermayeyi kullanmak şart olmuştur.

    Deli Dumrul: Kurtlar Kuşlar Aleminde yazısına devam et

    uzunmetraj.com Yenilendi

    uzunmetraj.com web sitesi yeni yüzüyle yayınına başladı. uzunmetraj.com’un en yeni özelliği, üye olunarak katılabilinen Sosyal Ağ. Sitede herşey birbirine entegre duruma getirildi. Bir dakikadan kısa sürede üye olunarak videolar, fotoğraflar paylaşılabiliyor, herkes kendi grubunu yaratabiliyor. Ayrıca sitede yapılacak bir çok ödüllü yarışmaya katılınabiliyor. Sitenin blog bölümünden herkes kolayca kendi blogunu yaratabiliyor. Yaratılan bloglar sosyal ağda paylaşılabiliyor, yazı yayınlama fırsatı elde edilebiliyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    uzunmetraj.com Yenilendi yazısına devam et
  • Gürsel Korat Röportajı: Hürmüz Kadınlığın Bilinçaltıdır

    Öncelikle röportaj teklifini kabûl ettiğiniz için teşekkür ederim.

    Kadınlar yararına bir istek geldiğinde, hayır diyemem. Bunun lâfı bile olmaz.

    Sadık Şendil’in Yedi Kocalı Hürmüz adlı eserini sinemaya uyarlamanız için teklif size geldiğinde, Sadık Şendil’in Hürmüz’ü için neler düşünürdünüz bu çalışma öncesinde.

    Atıf Yılmaz uyarlamasında, dört karılı kocayı kıskandırmak için heriflerle “oynaşa girer gibi” yapan bir Hürmüz vardır. TRT yapımı müzikalde ise, oyun, ağır bir erkek hegemonyasını hissettirir ve bir tür ortaoyunu havasında sürüp gider. Denebilir ki “yedi kocalı” olmak, lâfta yedi kocadır; herkes yedi kocalı olma halini “velev ki böyle olsa ne olurdu” şakası olduğunu düşünerek izlemiştir gibime gelir. Bu da zaten erkeksi bir imgedir. Bana göre Hürmüz hikâyesi eril bir hikâyedir. Fakat öte yandan da yedi kocalılık “ya gerçek olursa” korkusu yaratacak kadar da dişil imkânları içinde barındırır. Bu durum uyarlama öncesinde gözüme çok büyük bir sorun olarak görünmüştür. Çözebileceğime inandığım için de bu işe giriştiğim doğrudur.

    Sinemaya uyarlama aşamasında onda ne gibi değişikler yaptınız?

    Değişiklik yapmadığım yerleri anlatmam daha kolay olurdu! Anlatayım: Hikâye görünürde eskiyi andırır, fakat çok büyük değişikliklere gidilmiştir. Safinaz yaşlı bir kadın olmaktan çıkarıldı, karikatür olmaktan uzaklaştı, bir karakter oldu. Hürmüz, beş ayrı karakteri canlandıracak kişiliğe büründürüldü. Havva güçlendirildi, bir mahallelinin meseleyi anlayamayışını açıklamada yaşlı erkek diyalogları eklendi, dönemin siyasetine gönderme yapmak için Günther Paşa tiplemesi yaratıldı ve başlı başına bir karakter olarak da Kuşçu Cebrail bu senaryoya eklendi. Cebrail, Hürmüz’ün erkek kılığına girdiği sahnenin alternatifi olarak doğdu. Ayrıca Hürmüz’e ölmüş bir sekizinci koca uydurularak, bu ölen koca paşa yapıldı ve Hürmüz’ün aşı boyalı evde oturmasına son verildi. Çünkü sıradan bir evde yaşayan bir sürü erkekle halvet olan dilberi bizim halkımız görmezden gelemez ve ona adıyla sanıyla başka bir ad verir! Hürmüz eski versiyonlarda olduğu gibi aşı boyalı evde oturamazdı, paşa konağında kalması ve kendini hizmetçi olarak yutturması fikri bu nedenle benim için kaçınılmaz hale geldi. Üstelik bu hizmetçi herkese başka davranan usta bir kadındır ki, geçimin yolunu nasıl bulduğuna dair açıklama da buradan gelir.

    Neden bu değişikliklere ihtiyaç duydunuz?

    İnandırıcı olmak gerekir. Oyunun bütününde abartılı oyun, giysi, müzik, oyun ve söz düzeni olsa da yapı bütünlüklü olmak zorundadır.

    Hürmüz 1800’lü yıllarda İstanbul Taşkasap’ta yaşıyor ve geçimini türlü dalvereyle idare ettiği yedi kocası sayesinde sağlıyor. Zeki ve yetenekli bir kadın. O yıllarda kadınların geçimlerini sağlayabilmek için bir erkeğin korumasına girmekten başka seçenekleri pek yokmuş gibi görünüyor, sizce Hürmüz gibi bir kadın günümüzde yaşasaydı, nasıl bir kadın olurdu? Meselâ onu kadın hareketi temelli bir oluşumun içinde görebilir miydik?

    Hürmüz’ün yaşadığı yıllarda kadınlar erkeğin mutlak egemenliği altında yaşamaktaydı. Komik de buradan çıkar: Her şeye kadir erkeklik, mağdur kadınlar tarafından dalavereye getirilir. Burada aşağılanan kadınlar veya erkekler değildir; tersine kadınlık ve erkeklik bu haliyle gülünçtür. Benim uyarlamamda geçmiştekinden farklı olarak Hürmüz çok komik bir karakter olmuştur; öncekiler nazenin veya dalavereciydi, komik olan başka tiplerdi. Oysa burada Hürmüz çok baskın komik bir karakter olarak sivrilir. Üstelik, filmde kapladığı süre azaldığı halde!

    Senaryonuzda Safinaz karakterini çok fazla değişmiş biçimde görüyoruz, Safinaz bizim bildiğimizin ya da beklentimizin tam aksine, güzel, alımlı, analizci ve hikâyeci bir kadın, Hürmüz’ün de iş birlikçisi. Safinaz’ın tüm bu özelliklerinin toplamında kadınların hangi yönünü vurgulamak istediniz? Safinaz biz kadınlara hangi yönümüzü anlatır?

    Safinaz, Hürmüz’e körü körüne sırdaşlık eden biri değildir. Filmin en başında aslında kendi istediğini elde edemezse Hürmüz’ü nasıl harcayacağını belli eder. Yani öyle geçim kaynağı belirsiz, nerede yaşadığı anlaşılamayan bir Safinaz tipi böylece kaybolur, Safinaz karakterleşir. Hürmüz gibi o da erkek peşine düşer, üstelik genç bir kadını, Havva’yı da Hürmüzleştirir. Bir tür erginleştiricidir Safinaz, yalnızca ara bulucu değil. Safinaz kadınların görünürdeki yüzeyidir, toplumsal denetimi kabûl eden yüzüdür, kadınlığın masalıdır; oysa Hürmüz, kadınlığın bilinçaltı sayılmalıdır.

    Birde Havva var, kafası karışık ya da henüz kendi isteklerini ne olduğunu bilemeyecek kadar tecrübesiz genç kadınları temsil ediyor sanki. Sizce Havva gibi kadınların temel sorunu ne, ya da sizin karakteriniz üzerinden konuşacak olursak, Havva’nın en başlarda kendini keşfedemeyişinin nedeni ne (tecrübezisliğini yok sayarsak)? Hayatta karşı çok korunaklı yaşıyor olması mı?

    Havva süreç içinde yaşadıkları nedeniyle değişim geçiren karaktere tipik örnektir. Filmin başında çaçaron mahalle karısı tipinden ayrılıp filmin sonunda “ben paşanın evlenmemiş kızıyım”a kadar varan bir yalana başvurması ve yeni Hürmüz adayı olarak belirmesi, çaçaron mahalle kadını olmanın tam zıddı bir noktayı işaret eder. Aslında erkek tarafından ezilen, intikam almaya ahdetmiş çaçaron kadın haklı ama sevimsizken, Hürmüzleşen Havva’da haksız fakat sevimli bir hal vardır. Sanat bu durumda hangisin iyi olduğunu söylemez, izleyici meşrebine göre bir sonuç çıkarır bundan.

    Bir de filmde tüm kadınların hamamda toplanıp hep beraber söyledikleri ‘El Hubb’ şarkısı var. Biliyor musunuz bu şarkı ve sahne tanıdığım birçok erkek tarafından eleştirildi. Kadınların cinselliklerinden bu kadar ulu orta bahsetmeleri onları rahatsız etti resmen. Halbuki günümüzde kadınlar, reklâmlarda, dizilerde cinsel bir öğe olarak sunuluyor ve kullanılıyor, bunu izleyen erkeklerde bu durumdan hiç rahatsız değiller ya da bu rahatsızlığı dile getirme ihtiyacı hissetmiyorlar. Sinema gibi sanatsal bir mecrada, kadınların kendi cinsel isteklerini kendi ağızlarından, hep beraber toplanıp söylemeleri, sizce erkekleri neden rahatsız etmiş olabilir?

    Filmin müziği yapılırken, “It’s raining man” şarkısının sözlerini El Hubb’a çevirmem gerekti. Ezel, benden bu şarkının alaturkası için şarkı sözü istiyordu. Yazdım, çok eğlenceli oldu. Neden bu şarkıdan rahatsız olur erkekler, çünkü bu şarkıyı iki erkek (Ezel ve ben) düşünmüşüzdür. Belki asıl rahatsızlık kaynağı şudur: Erkekler için, kadınların üstüne erkek yağdığını söylemek kadar irkiltici bir şey olamaz. Erkekliğin derin kaygısı -kadınlardan farklı olarak- bir kadına talip olan erkek sayısının çok olması durumunda bununla baş edememektir. Bu nedenle her erkek, bir yığın erkeğin kadınların üstüne yağdığı bu hali en korkunç kâbus olarak görecektir. Evet, biz erkeklerin dayanamayacağı bir haldir bu. Erkek tepkilerini küçümsemeyin, bu hal erkekliği küçük görmenizi değil, anlamanızı gerektirir: Çünkü erkekliğin doğasına ilişkin bir kaygıdır bu. Onun kadının gözüne nasıl göründüğünü değil, erkeğin neye bakarak tedirgin olduğunu anlamak, empati için gereklidir. Amaç erkekliği veya kadınlığı duman edip, tozunu silkelemek olmadığına göre, düşünmeliyiz. Erkeklerin kadından yana tavır koyması kadar adil bir davranış olamaz. Kadınların, cinsiyetçi davranışların yalnızca erkeklere ait olmadığını hatırlamaları ve “erkeklerle beraber erkeklerin haline gülebilme” çağrısı yaptığımız bu filme o gözle bakmaları en büyük dileğimdir.

    Günümüze gelecek olursak, yapılan erken evliliklere baktığımızda, bizim ezberimizin aksine, Üniversiteden yeni mezun olmuş, kültürlü ve çalışmayı düşünmeyen kızların bu tarz evlilikler yaptığını görüyoruz. Geçirdiğimiz bu ekonomik kriz, medya aracılığıyla pompalanan kolay hayat arzusu, yeni Hürmüzlerin doğmasına neden olmuş olabilir mi sizce? Bu konuda ki gözlem ve düşünceleriniz nelerdir?

    Eski Hürmüz, kadınlığı özgürlük kavramını bilmediği bir dünyaya başkaldırma cesareti gösteren ve eylemiyle ilerici görünen bir kadındır. Günümüzde o söylediğiniz tarzda evlilikler yapan kızların Hürmüzleşeceğini söylemek çok toptan bir genelleme olur. Toplumsal hayata ilişkin çözümlemeleri sanattan hareketle yaparken daha dikkatli olmak gerekir. Fakat iyi bir öğrenim görüp evde oturma halinin ne anla geldiğini sorarsanız, yüz yıl öncesindeki Hürmüz’ün yanında çok tutucu kaldıklarını söyleyebilirim. Hatta bunun günümüzde taassubun beslendiği en büyük kaynak olduğunu bile söylemem mümkündür.

    Filmde kulladığınız kadın argosuyla ilgili nasıl bir çalışma yaptınız? Kadın argosunu kullanmak senaryonuz için neden önemliydi?

    Kadın argosu için Filiz Bingölçe’nin Kadın Argosu Sözlüğü’nden çalıştım. Amacım kabaca küfreden ama yüzeyden bakan erkeklerle, ince ince dokundurup kökünden alay eden kadınların bu halini karşı karşıya koymaktı. Bu hali gösterebilmeyi çok isterdim, eğer bu böyle anlaşılırsa çok mutlu olacağım. Kadın argosu kullanmak kadınlığın cinsel halini ve istekli olabilirliğini göstermenin en gerekli şekliydi. Çünkü erkek gibi cinsellik tepkisi veren bir kadın ne komik olurdu ne de doğru. Üstelik erkek gibi olmak özrü de yanına kâr kalırdı. Ben kadın gibi kadınlar istedim, çünkü ancak böylesi kadınlar arzulanır ve ancak böylesi kadınlardan korkulur.

    Bu röportaj,
    http://www.gurselkorat.blogspot.com/
    http://www.ucansupurge.org
    adreslerinde de yayındadır.

    (29 Aralık 2009)

    İlayda Vurdum

    Arka Pencere, Kanınıza Girecek

    Arka Pencere Dergisi, 11. sayısında, 2000’lerin sonuna damgasını vuran 11 kahraman serisini Türk sinemasının kahramanlarıyla nihayete erdiriyor. Online yayınlanan derginin yeni sayısında okunabilecek vizyon filmi eleştirileri şöyle: Gir Kanıma, Kırık Kucaklaşmalar, Kuzey Yamacı, Ninja’nın İntikamı, Amelia. Derginin 11. sayısı, bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “Ben kolay korkarım. İşte adrenalinimi yükseltenlerin listesi: 1. Küçük çocuklar, 2. Polisler, 3. Yüksek mekânlar, 4. Bir sonraki filmimin sonuncusu kadar iyi olmayacağı düşüncesi!”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere, Kanınıza Girecek yazısına devam et
  • Barış Manço’nun Hiç Bilinmeyen Bir Yurt Dışı Konserinin Kaydı Satışa Çıkarıldı

    Aztek Production Ltd. adlı film yapım ve reklâmcılık şirketi, 01 Şubat 1999 tarihinde kaybettiğimiz ünlü pop müzik sanatçısı Barış Manço’nun, müzikseverler ve sanatçının hayranlarınca hiç bilinmeyen bir yurt dışı konserinin video kayıtlarını satışa çıkardı. Manço’nun 19 Eylül 1992 tarihinde, Federal Almanya’nın Stuttgart kentinde verdiği geniş katılımlı bir konserin baştan sona dek rejili çekimini içeren 110 dakikalık bu video kayıt, şimdiye kadar hiç bir televizyon kanalında yayınlanmadı. Ayrıca konserin DVD ya da VCD gibi formatlarda sürümü de yapılmadı. Şirket yetkilileri kaydı bir televizyon kanalına devretmek istediklerini açıkladı

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Barış Manço’nun Hiç Bilinmeyen Bir Yurt Dışı Konserinin Kaydı Satışa Çıkarıldı yazısına devam et
  • Polisiye Sinemaya Saygı Sunuşu

    Sherlock Holmes
    Yönetmen: Guy Ritchie
    Eser: Arthur Conan Doyle
    Senaryo: Michael Robert Johnson-Anthony Peckam-Simon Kinberg
    Müzik: Hans Zimmer
    Kurgu: James Herbert
    Görüntü: Philippe Rousselot
    Oyuncular: Robert Downey Jr. (Sherlock Holmes), Jude Law (John Watson), Rachel McAdams (Irene Adler), Mark Strong (Blackwood), Eddie Marsan (Müfettiş Lestrade), Kelly Reilly (Mary)
    Yapım: Warner Bros-Silver Pictures (2009)

    İngiliz yönetmen Guy Ritchie’nin Sir Arthur Conan Doyle’un polisiye edebiyatının önemli kahramanı Sherlock Holmes’u modern sinemanın teknolojik imkânlarıyla beyazperdeye aktarmış. Bu film mekânları, karakterleri, zekâsıyla ve müzikleriyle insanı etkiliyor.

    Arthur Conan Doyle’un ünlü ve zeki dedektifi, son dönemlerin öne çıkan İngiliz yönetmenlerinden Guy Ritchie’yi de büyüledi. Ritchie, sinemanın ulaştığı son dönemlerdeki teknolojik gelişmeleri “Sherlock Holmes” filminde insanın gözünü yormadan, oranın bir parçasıymış gibi kullanıyor. En küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmayan Sherlock Holmes, yardımcısı Dr. John Watson’la beraber suçların içine dalıyor. Sherlock Holmes ve yönetmen Ritchie’nin bu ilk buluşmasında en büyük sorun Blackwood adında kendini dünyanın en büyük büyücüsü olarak gören bir “kötü adam”ı, Sherlock Holmes, Blackwood’u suç üzerinde ele geçiriyor ve adalete teslim ediyor. İdama mahkûm olan Blackwood, gömüldüğü mezarda kayboluyor ve hikâye de böylece derileşiyor. Sherlock Holmes’un da buna ihtiyacı var. Çünkü, Blackwood’u yakaladıktan sonra işsizlikten dolayı boşluğa bile düşüyor Sherlock Holmes. Bir de Dr. Watson var. O, sadık bir yardımcı ve aşık. Dr. Watson, Mary’yle evlenmeyi düşünüyor. Sherlock Holmes ve Dr. Watson, Blackwood’un peşindeyken birden hikâyeye bir zamanlar Sherlock Holmes’un hayatına girmiş Irene Adler da giriyor. Filmin “femme fatale”ı Irene, Sherlock Holmes’u hep kuşkuya düşüren bir kadın. İkili oynayan, her an tehlike yaratan ve güvenilmez biri o Sherlock Holmes için. Ama, yine de yolları birbirleriyle buluşuyor ve sorunları çözüyorlar.

    Mekânlar, görüntüler, müzikler…

    Filmin hikâyesi, Londra’da 1891’de geçiyor. Filmdeki en önemli noktalardan biriyse görselliği. Mekânların yansıyışı gerçekten insanı etkiliyor. Sanayi devriminin ardından şehirler kalabalıklaşıyor ve gelişiyor. Filmi seyrederken Londra’nın nasıl geliştiğine de tanıklık ediyorsunuz. Thames Nehri’ne kurulan o ünlü köprünün inşaat hali gerçekten muhteşem. Öncelikle final bölümünde köprüdeki sahnelerde seyirciler neredeyse yükseklik korkusu yaşıyor. Sonuçta suçlular cezasını buluyor. Sherlock Holmes’un olduğu her yerde hiçbir suçlu kendini adaletten kurtaramıyor. İnce ayrıntılar üzerinde ince zekâsıyla dolaşan Sherlock Holmes olayları çözümlüyor. Bunu çözerken seyirci / okuyucu da ayrıntıların ne kadar etkileyici olduğunu keşfediyor. Bu filmi seyrederken, Blackwood ve müritlerinin yapılanmasının bir tür Masonluğu çağrıştırdığını belirtmeliyiz. Blackwood, önce İngiltere’yi, sonra da ABD’yi ele geçirerek düşüncelerini dünyaya yaymayı hayal eden bir cani. Bu filmin görselliğinin yanında mizahının sağlam olduğunu belirtmeliyiz. Elbette müzikleri de büyülü bu filmin. Bu müzik yer yer çingene ruhunu da hissettiriyor. Kurgunun yanında kameranın da farkına varılmalı. Öncelikle yavaş çekimlerde. Yavaş çekimlerde saniyede yirmi bin kare çekiliyor ve gözle fark edilemeyen ince ayrıntılar görülebiliyor. Karakterler de gerçekten muhteşem.

    (15 Ocak 2010)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    01 – 03 Ocak 2010 Haftasonu (Weekend),
    01 – 03 Ocak 2010 Zirve 20 (Top 20) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

    Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    25 – 31 Aralık 2009 Haftalık (Weekly),
    02 Ocak – 31 Aralık 2009 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.