“Amelia”, uçsuz bucaksız gökyüzü ile engin denizin bütünsel sınırsız özgürlüğünde en büyük tutkusunu gerçekleştiren ve Atlantik’i tek başına geçen ilk kadın pilot olan Amelia Earhart’ın, 1937 yılında sadece bir seyir görevlisiyle çıktığı dünya turunda, Pasifik’te uçağıyla birlikte kaybolmasından önceki son dokuz yılını, klâsik, hatta akademik bir dille anlatıyor. Kadın pilotların ve tabii bağımsızlıklarını işleriyle geliştiren tüm kadınların idolü Amelia’nın, ismini en iyi şekilde paraya dönüştürüp uçuşları için finansmanı bulan, sonradan koşul sürerek evleneceği yayıncı G. P. Putnam ile olan ilişkisi, filmin cazibe merkezi. Yani iki Oscar ödüllü Hilary Swank ve her daim çekici Richard Gere ile kırk milyon dolar bütçe, Bayan Mira Nair’e teslim edilmişse, bu bizlerin zevkle izleyeceği ‘eli yüzü düzgün’ bir film için… Senaryo ortağı da, “Rain Man” ile Oscar almış Ronald Bass zaten. Dolayısıyla gelişimi ve sonu belli bu otobiyografik dramda heyecan aramayın. Ruhu kanatlanan her cesur kadına ithaf edilmiş gibi. İzleyin ve rafa kaldırın. Peki, ben neden siyah beyaz TRT’de izlediğim, 1976 TV filmi “Amelia Earhart”ı ve canlandıran Susan Clark’ı hâlâ unutmadım?
“Gir Kanıma”, ıssız, gri, yalnız ülkede, 80 başlarında, Soğuk Savaş bitmemişken, anne ve babası ayrılmış Oskar ile ‘uzun süredir 12 yaşında olan’ vampir kız Eli’nin ‘şans’ eseri tanışması üzerine kurulu. Sevgiden dışlanmış ergenlik çağı insanı ile vampirin arkadaşlığının, bu ‘yaşamayan’ dünyadan kaçış için tünelin sonundaki ışık gibi görünmesi, ilgi çekici; politik aynı zamanda. Sert bir korku gibi fakat sert bir korku gibi olmayan, klâsik vampir filmleri özelliklerini kullanan ama hem de gözünüzün içine sokmayan filmde ‘buz gibi’ etkili görüntüler ve yer yer devreye giren müzik, uykunun rem döneminde rüya görüyormuşçasına huzursuzluk verebilir.
“Kırık Kucaklaşmalar”, kara filmlerden esinle, saplantıların kozasında gelişen tutkuların, tesadüflerin kışkırtıcılığında yuvalanan aşkların, kıskançlığın kör ettiği duyguların mantıksızca buyurganlığında sergilenen gücün, çılgınlığın cesaretle seviştiği bağlılıkların ve gizemli kadınların, estetiğin tanımı kadınların, şüphe duyulan kadınların hikâyelerini anlatan Almodovar’dan bir kolaj. Yönetmenin tek bir filmini bile izlememiş olanlar için ideal bir deneyim. İhaneti, riyakârlığı, sırları akıtan farklı damarlarla beslenen öykünün kalbinde klâsik bir trajedi var: Zengin / güçlü adam, ‘sahibi olduğu’ genç kadının delicesine âşık olduğu yazar-yönetmenle birlikteliğine ölümle müdahale edecektir! Bir “puzzle’ın parçalarını birleştiren öykülemeden ve asıl, oyuncuların canlılığından zevk alacaksınız: Keskin ve net bir stil tabii. Mizah da olmazsa olmaz: Film içinde filmde, bir kısa güldürü başyapıtı olan sahneye dair farklı kurgular, sinema denilen ‘hin sanat’a dair bir Almodovar dersi.
“Ninja’nın İntikamı” için mazrufa değil zarfa bakıyorum ve sadece şunu söylüyorum: Stilize şiddetin, ‘kendine özgü’leştirilmiş dövüş ve aksiyonun keyfini çıkarın; dijital kanların da tadını almaya çalışın… “V for Vendetta”nın (yönetmenin bir önceki işi) hatırı ve artık bir kadın olan Larry (Lana) Wachowski’nin (yapımcılardan biri) mutluluğu için.
(07 Ocak 2010)
Ali Ulvi Uyanık