“Yeni sezonun en iyi 10 filmi”…
Hürriyet’in 24 Ekim Cumartesi tarihli hafta sonu ekinde, sayfayı boydan boya kaplayan bu başlığı görünce, bir gazeteci ve sinema yazarı olarak önce gözlerime inanamadım.
Sonra da böylesine zavallı bir manşeti atanlar adına mesleğimden utanç duydum.
“Büyük gazete” olma iddiası, yalnızca ön sayfalara atlatma haberler koyarak değil, aynı zamanda “spor”dan “sinema”ya, “günün manşeti”nden “hafta sonu ekleri”ne kadar kadar her alanda fark yaratacak bir titizliği sergilemekle hak edilebilir ancak…
“Türkiye’nin en büyük gazetesi” olma iddiasını yıllardır hiç kimseye bırakmayan Hürriyet ise “sıcak haber”i önceleyip başta sinema olmak üzere diğer her türlü konu başlığını “tükürükle-yapıştır” modelinde sunmayı sürdürürken, böylesine ağır bir unvanı lâyıkıyla taşımakta da zorluk çekiyor.
Adına ve adının taşıdığı ağırlığa tamamen tezat bir yaklaşımla, Türk basının en yüzeysel sinema sayfalarına sahip olan bu gazete, yalnızca film eleştirileriyle değil, yaptığı ucube sinema haberciliğiyle de mesleğimiz adına kalbimize acı veren potlar kırmayı sürdürmekte…
Anılan yayın organının bazı yazarlarının Türkiye’de geçerli olan sinema hukukunu bilip bilmeden köşe yazılarında kestikleri bazı ahkâmları, geçtiğimiz aylarda bu sütunlarda bilginize sunmuştum. Aynı şekilde, “Türk trash cinema geleneği” üzerine Yeni Şafak’ta 2003 yılında yaptığım tam sayfa bir haberi (hiç bir kaynak belirtmeksizin) neredeyse yüzde 50 oranında ortak cümlelerle kendi haberi gibi yayımlayan kimi uyanık editörlere de bu konudaki hatırlatıcı mesajlarımı iletmiş durumdayım ki sizlerin böylesi sevimsiz gelişmelerden (meslektaşlık raconu nedeniyle) haberiniz bile olmadı. Ancak, benzer durumların ara ara gerçekleştiğini bilmenizde de yarar var.
Yanda kupürünü gördüğünüz haber ise Hürriyet’in sinema alanında -benim yakalayabildiğim- en son habercilik faciası…
Düşünün ki bazıları 2009’un son aylarına, büyükçe bir bölümü de 2010 yılının ilkbaharına yetiştirilmeye çalışılan bir grup yerli ve yabancı filmden söz ediliyor. Bunların da yarısından fazlası henüz kurgu masasında! Yani, ortada bir bütün olarak izlenebilecek ve rakipleriyle kıyaslanarak haklarında sağlıklı yargılara varılabilecek “tamamlanmış eser”ler falan yok. Eldeki bütün veri, kitlesel merakı artırmak için yapımcıların önceden hazırlattıkları bir kaç tanıtıcı fragman ve medyaya dağıtılan bir avuç lobi fotoğrafı…
Bu absürd habere “âlet edilen” deneyimli sinema yazarlarının hiç birinin böylesine saçma bir başlığın mezesi olacaklarını önceden bildiklerini sanmıyorum. Onlara muhtemelen “Yeni sezonda merakla beklediğiniz filmler hangileri?” gibi yuvarlak bir soru soruldu; meslektaşlarımız da elde ettikleri sınırlı bilgiler, aldıkları duyumlar ve izledikleri fragmanlardan hareketle bazı filmlerin adlarını alt alta sıraladılar.
Haberin çerçevesi yalnızca bu olsa, benim de yapılan açıklamalara hiç bir itirazım olmazdı. Dahası, biri bana telefon açıp “Önümüzdeki sezonda, nasıl bir şey olacağını merak ettiğin filmler var mı?” dese, pek muhtemeldir ki ben de “James Cameron’un ‘Avatar’ını öncü bir teknolojik deneme olarak merakla bekliyorum” gibi bir cümle sarf ederdim. Fakat, aklı başında bir sinema yazarı olarak hiç kimseye -henüz bir ay önce başlayan ve önümüzdeki yaz aylarına kadar sürecek olan- yeni sinema sezonunun “bana göre en iyi 10 filmi”ni falan sıralamaya kalkıp, kendimi de mesleğimi de küçük düşürmezdim doğrusu…
Bu nasıl bir sinema haberciliği, nasıl bir sinema yazarlığıdır ki Cem Yılmaz’ın henüz yalnızca 3-5 kare lobi fotoğrafı ve bolca dedikodudan ibaret olan “Yahşi Batı”sını daha şimdiden “2009-2010 döneminin en iyi 10 filmi” arasında ilan edebiliyor?
Yarısından fazlası hâlâ kurgu aşamasında bulunan ya da en fazla bir-iki festivaldeki çok sınırlı özel gösterimler çerçevesinde izleyici huzuruna çıkmış bazı yapımları (henüz hiç biri ticarî gösterime sunulmamış ve kalitelerinin ne düzeyde olduğu bilinmeyen diğer düzinelerce rakibinin karşısında) “sezonun en iyisi” olarak tanıtabiliyor?
Hep söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim: Bu iş “solcu” olmakla olmuyor, “Boğaziçili” olmakla olmuyor, “SİYAD üyesi” olmakla olmuyor, “doğal sarışın” olmakla ise hiç olmuyor. Sinema, eline her kalem alanın üzerinde pervasızca kalem oynatabileceği kadar hafifmeşrep ya da başıboş bir alan değil…
İşini sevmek, saymak, onun hakkında çok okuyup araştırmak ve de deliler gibi emek vermek gerekiyor. Tabiî, bir de hakkaniyet duygusuna sahip olmak şart…
Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’in “pop sinema” haberciliğinde ise bu gibi özniteliklerden eser yok.
Sinemayla yakın ilişkisini bu konuda yazdığı yazılarla sık sık ortaya koyan Ertuğrul Özkök, bence arada sırada başını ana sayfalardan kaldırıp gazetesinin eklerine de dikkatlice bir göz atmalı…
Aynı şekilde, câmiâmızın -zülf-ü yâre dokunan nahoş bir durum olduğunda ânında açıklama yapmasıyla tanıdığımız- pek saygın üstçatı kurumu SİYAD da sinema haberlerinde bu gibi sakat başlıklar atıldığında (haberin içeriğinde kendi üyelerinin yer almasından kaynaklanan) rahatsız edici bir suskunluğu tercih etmek yerine, mesleğimizin onurunu korumak adına hemen harekete geçerek, “İyi eğitimli ve sorumluluk sahibi bir sinema yazarı, sezonun en başında ‘sezonun en iyi 10 filmi’ gibi anlamsız bir listeleme çabasına katkıda bulunmaz. Böyle bir girişim, hem akla ve mantığa, hem de sinema yazarlığı etiğine aykırıdır. Üyelerimiz, söz konusu örnekte, içeriğini tam olarak anlayamadıkları yanlış bir haber âlet edilmiştir” tarzında net bir açıklama yapmak zorundadır.
Ancak, derneğimiz aradan geçen bir haftalık süre zarfında henüz böyle bir açıklama yapmadı ne yazık ki… O yüzden, ben en azından kendimi ve benim gibi düşünen ahlâklı sinema yazarlarının şeref ve haysiyetini korumak adına bu açıklamayı yapıyorum:
“Normal sinema yazarları, ‘sezonun en iyi 10 filmi’ gibi sübjektif listelere katkılarını yalnızca sinema sezonunun sonlarına ulaşıldığında yaparlar. Henüz sezonun başındayken bazı filmleri peşinen ‘en iyi’ ilan etmek, hem mesleğin doğasına, hem de sinema yazarlığının namusuna aykırıdır. Bu tür bir tutum, kimi yerli ve yabancı filmler karşısında tarafsızlığımızı yitirip, anılan eserlerin ticarî başarısına örtülü destek verme anlamında düpedüz ‘taraf olmamız’ sonucunu doğurur ki böylesi bir ‘yarı tüccar-yarı sinema yazarı’ kimliğine bürünmekten Allah’a sığınırım.”
(01 Kasım 2009)
Ali Murat Güven
Yeni Şafak Gazetesi Sinema Yazarı
alimuratg@yahoo.com