Adana Altın Koza Film Festivali ilgili endişelerimi ve sinemanın geleceği açısından yaratacağı kaosu dilimin döndüğünde anlatmaya çalıştım.
Ne yazık ki, soru işaretlerimize festival yöneticilerinden en ufak bir cevap gelmedi. Seçilen 12 filmden 10 filmin İstanbul Film Festivali’nde yarışmış olması ve dışarıda 19 filmin kalması büyük bir tesadüfte olabilir, yarışan filmleri asla zan altında bırakmak istemiyorum. Ama bu ön jüri kimlerden oluşmaktadır, festival komitesi bunu acil açıklamalıdır. Yoksa bu konu ile ilgili girişimlerimi daha üst muhataplara ulaşmaya çalışarak yapacağım. Kapalı kapılar arkasında Türk sinemasının tezgâhlanmasını asla görmezden gelemeyiz.
Ve bu tezgâhçıları deşifre etmektende kaçınmayız. Adana Büyük Şehir Belediyesi’nin festivaldeki kurmayları da susarak bu suça ortak oluyorlar.
Ön jürinin kimlerden oluştuğu, bu filmleri kimlerin seçtiğini gizlemeyin. Çıkın ön jüri şu sebeplerden dolayı şu filmi almış, şu filmi de şu gerekçeden dolayı elemiştir, sizden beklenen budur.
Gerekçeli kararları ile ilgili açıklama yapılmalıdır.
Aksi takdirde Adana Film Festivali gerek sektör içinde, gerekse yurt çapında prestij kaybedecektir. Sinemacıların zor kazanımlarından olan festivallerimiz lobilerin eline bırakılmamalıdır. Çok ciddi rakamlar olan nemalı ödüller adil şartlarda dağıtılmalı.
Filmlere tek tek takılmak istemiyorum, ancak bir film var ki değinmeden edemeyeceğim, üretici arkadaşlara saygısızlık yapmak istemem, ama 2008 Amsterdam Belgesel Film Festivali’nde, belgesel film olarak yarışan İki Dil Bir Bavul adlı film hangi gerekçe ile uzun metraj yarışmasına alınmıştır?
Belgesel olarak üretilen bir film nasıl bir anda kategori değiştirmiştir?
Bunlar cevap bulması gereken sorular. Sektörde sekiz yıl örgüt yöneticiliği yapmış biri olarak aslında ben bunun cevaplarını çok iyi biliyorum. Elemenin nasıl olduğuna dair duyumlarımda var, ancak duyumlara değil, her zaman işin başındaki insanların yapacağı açıklamalara itibar etmek durumundayız.
(16 Mayıs 2009)
Bülent Pelit
Umarım bir sonuç çıkar. Üstelik bahsi geçen film şimdiye dek bütün yapım aşamalarında kendisini uluslararası alanda belgesel film tanımıyla konumlandırmış,öyle kabûl edilmiş (Sundance ve Greenhouse dahil) üstelik galasını da yine dünyanın en önemli belgesel film festivali olan IDFA’da yapmıştır. Zaten belgesel ve kurmaca film türleri hakkında oldukça kafası karışık olan bir ülkede de kurullardan böyle bir sonuç çıkması “Ben yaptım oldu” mantığını akla getiriyor. Fakat siz yapınca kolay kolay öyle olmuyor. Öğrenilmesi gereken en temel, öykünülmesi gereken en modern mantık, festivallerin ön eleme jürileri beğensin veya beğenmesin ülkenin tüm sinemacılarını ayrım yapmaksızın desteklemektir. Eğer bir sene içinde fazla sayıda film yapıldıysa o oranda da yarışma filmi kontenjanı açılır. Hele de Türkiye gibi yeni yeni bazı dünya pazarlarını keşfetmiş bir ülkenin kendi öz kaynaklarını dağıtan film festivallerinde kendince bir elitizme, tekelleşmeye gitmek en büyük katliam olur. Gerek nitelik gerek nicelik olarak çıkan sonuçta bir dengesizlik var. İlk filmini çekenleri dahi enteresan bir beğeni tarzıyla -ki bu maalesef görecelilik lâfıyla açıklanıyor- sınıflandırmışlar. Umarım en azından tartışma açılması için bir karşılık verilir. Sinema haksızlıkların yuvası olamaz zira en büyük amaçlarından biri haksızlıklara karşı durmaktır.