Tolga Örnek’in merakla beklenen filmi Devrim Arabaları izleyici ile buluştu. Hem de ne buluşma… Filmi kime sorsam büyük bir coşku içinde ne kadar keyif aldığından, gurur duyduğundan bahsediyor. Filmin arkasında tıpkı gerçek hikâyedeki gibi büyük bir emek ve dayanışma yatıyor. İzlerken hayıflanmamak da elde değil hatta insan kafasını taşlara duvarla vurmak istiyor. Nasıl, nasıl, nasıl bu kadar kör olabiliriz ve olmaya da devam ederiz, diye. Tolga Örnek gibi bu ülke için hiçbir çıkar gözetmeden çalışıp çabalayan insanlar var. Korkum giderek azalmaları. Bu film onlar için bir saygı duruşu diyor. Oyunculuklardan, dekora-kostüme, müzikten, kurguya dört dörtlük bir film Devrim Arabaları. Hâla görmediyseniz en kısa zamanda izleyin ve Devrim’inize sahip çıkın.
Devrim Arabaları hikâyesini neden film yapmak istediniz?
Her şeyden önce ben bunun gibi kıyıda köşede kalmış hikâyeleri seviyorum. Önceden işlenmiş ama farklı şekilde işlenilebilirliği olan hikâyeler beni çekiyor. Grup halinde başarılan işleri de çok seviyorum. Devrim Arabaları hikâyesi de bir grubun başarısı olduğu için ilk aklımı çelen durumlardan biri oldu sanırım.
Unutulmaya yüz tutmuş, birçokları tarafından unutulmuş ve hatta birçok kişinin hiç bilmediği bir hikâyeyi yeniden keşfetmenize bir durum sebep oldu muhakkak.
Aydın Engin’in zamanında Cumhuriyet Gazetesi için yaptığı bir araştırması vardı. Türk Mühendisleri Derneği Birliği o araştırmayı derleyerek bir kitapçık haline getirmiş. İsmi de “Tünelin Ucundaki Işık”tı, ilk kez orada okudum. Yirmi üç sayfalık çok güzel bir çalışmaydı. Öyküyü, öyküde çalışan insanları, öykünün etrafındaki örgüyü ilk defa orada öğrendim ve çok etkilendim.
Filmde otomobil yapımına dair çok teknik bilgiler var. Kimlerden, nerelerden yardım aldınız bu konuda?
İlk olarak projede çalışmış ve hayatta kalmış mühendisler ile görüştük. Onların çalışmalarını, hatıralarını dinledik. Bir de Saffet Üçüncü adında otomobil dünyasının çok yakından tanıdığı bir dahi var. Projenin ve filmin tüm teknik aşamalarını onunla konuştuk. Onun bize tavsiye ettiği otomobil atölyelerine gittik, ustalarla konuştuk. Sette de sürekli uzmanlar bulundu.
Filmin senaryosunu yazarken yaşanmışlıklara bağlı kaldınız mı?
İşte bu benim en hassas olduğum nokta. Çünkü insanlar bu filmi belgesel zannediyor. Biz hikâyenin özünü temel aldık sadece. Hepimizin bildiği gibi; Cemal Gürsel zamanında, onun verdiği bir emir ile ilk yerli otomobil yapılıyor. Bu otomobili yapmak için bir grup mühendis bir araya geliyor. Otomobil yapılıyor ancak mecliste ufak bir aksilik oluyor. Ve bu aksilik bahane edilerek projenin önü kesiliyor. Biz bu hikâyeyi temel alarak kendi yan hikâyemizi, diyaloglarımızı, karakterlerimizi, dramatik kurgumuzu oluşturduk. Filmdeki hiçbir karakter birebir gerçek değil. Bazıları gerçek bir karakterden esinlenerek bizim üzerine eklemeler yaptığımız karakterler. Bazıları üç-dört karakterin sentezi. Bazıları ise tamamen hayali. Ama işin özüne ve ruhuna sadık kalmaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Ayrıca projede çalışmış olan mühendislerin başlarına gelen veya kuşkulandıkları durumları da senaryoya dahil ettik.
Devrim Arabaları ilk bakışta siyasi bir film havası yaratıyor ancak siyaset fonda yer alıyor. Neden?
Bazıları otomobil filmi zannediyor bazıları da politik… Ama bu idealist bir film. İdealist zihniyete bir saygı duruşu. Siyaset sadece onları etkilediği ölçüde ve sizin de söylediğiniz gibi fonda yer alıyor. Çünkü burada önemli olan o projenin hayata geçmesi, otomobilin yapılması. Otomobil de o insanların ruhlarını, kimliklerini anlatmak için bir araç. Çok da politik bir film değil aslında, hatta hiç değil. Bu daha çok bir azim hikâyesi, dostluk hikâyesi.
Filmin bir sahnesinde dönemin önemli gelişmelerini veren radyonun kapatılarak herkesin işine dönmesi önemli bir ayrıntı…
O hem filmin duruşu hem de mühendislerin duruşu ile ilgili bir durum. Otomobilin yapılması emrinin kimin tarafından verildiği önemi değil. Biz otomobile odaklanıyoruz. Ülkemiz için büyük bir şans. İşi politize edersek o insanların emeğini küçültürüz diye düşündük.
Ancak filmde “Devrim” kelimesi yalnızca otomobilin adı olmakla sınırlı kalmıyor. Kelimenin ucu açıklığına da göndermeler var…
Evet, devrim kelimesinin iki tarafına da gönderme var. Devrim sadece arabanın adı değil bir düşünce tarzı. Çünkü otomobilin yapılması için kafalarda da bir devrim olması şart. Benim kişisel olarak devrim deyince aklıma ilk gelen Atatürk devrimleridir. Onun devrimlerine gönderme var birazcık. Çok da filmin sırrını vermeyelim. (gülerek)
Ancak en acısı da Devrim’i halkın da sahiplenmemesi… Bir halkın kendi eserine bu denli karşısında durması hayret verici değil mi?
Ben bu durumun eğitimle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu bir kısır döngü. Yapılan bir iş yapılmamış gibi, başarısız olmuş gibi gösteriliyor. Genlerimize kodlanmış sanki biz yapamayız düşüncesi. Yapsak bile Avrupalı bizden daha iyi yapar yargısı… Ben çok fazla emperyalist sohbetlere girme taraftarı değilim ancak bir ülkenin önce kendisine güvenmesi ve sağlam durması taraftarıyım. Bence yabancılar da bizim kendimize olan güvenimizin tam olmasını istemiyorlar. Politik, ekonomik, kültürel her alanda onlara bağlı olmamızı istiyorlar. Onlara bu cüreti veren de biziz.
Elbette her alanda kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız…
Konumuz sinema olduğu için onunla ilgili örnek vereyim. Bizim filmimizden önce dönen fragmanlara baktım. Bir seyirci olarak bana bile hakaret gibi geliyor. İşte insanların bunların arasında iyi ve samimi işleri sahiplenmesi, koruyup kollaması lazım. Ancak bu şekilde sektörümüzü ilerletebiliriz. Sadece seyircinin değil, yapımcının da, basının da bu ayrımı yapması gerekiyor. Her şey ticari sorumluluk değil. Ahlâki ve kültürel açıdan da sorunluluk duymalıyız. İsimsiz kahramanlar bu ülke için hiçbir karşılık beklemeden yıllarca çalışmışlar ve giderek azalıyorlar. Onları yüreklendirmek zorundayız. Sadece onlara değil etrafa söylemeli, desteklemeliyiz.
Öyleyse bu film o insanların da kendilerine pay çıkarabilecekleri, göğüslerini kabartacak bir etki yaratabilir. Hangi alanda olurlarsa olsunlar.
Tabii, bir insanı karalamak çok kolay ama kazanmak çok zor. Bu film hem onları yüreklendirmek ama aynı zamanda da sitem etmek için yapıldı. Sitem etmek ve bir daha olmamasını sağlamak için. Kısa vadede değil ama belki uzun vadede bir şeyleri değiştirebiliriz. Ben yabancı markalara karşı değilim ancak yabancı markalar kadar kendi markalarımızın da sahiplenilmesi gerektiğini düşünüyorum. İyi olana sahip çıkalım. Marka ucu çok açık bir kavram. Bu proje, giysi, felsefe her şey olabilir… Mesela bir Türk yurt dışında bir ödül alıyor. Gazetede böyle bir haber gördüğümüzde şöyle bir bakıp sayfayı çeviriyoruz. Zamanında destek olmak çok önemli. Devrim Arabaları projesi o zaman değil on yıl sonra bile hayata geçseydi bugün otuz yedi sene olacaktı. Sadece Türkiye’ye ve komşularımıza satıyoruz diyelim, istihdamı bir düşünün!
Devrim Arabaları projesi bugün ortaya atılmış olsa dahi benzer durumlarla karşılaşmayacağını kimse garanti edemez sanıyorum…
Doğru, ben bu konuda herkesi suçlu buluyorum. Devleti, bürokrasiyi, basını, halkı. Hesap sormamışız ki! Bizim arabalarımız nerede? O dönemde dört tane otomobil yapılıyor, üçü hurdaya kaldırılıyor. O kalan otomobil bugün hala çalışıyor. Düşünün ben bir film çektim ve negatifleri çöpe atıldı, yakıldı. O mühendislerin yerine koyun kendinizi. Ne büyük hayal kırıklığı!
Dönem filmlerinin ülke belleğine katkısını ne ve geçmişte yapılan dönem filmlerini nasıl buluyorsunuz?
Bence stratejik bir hata yapıyorduk. Bir tarihi çok büyük anlatmaya çalışıyorduk. Hollywood gibi epik filmler çekemeyiz ki biz bütçemiz yok. Bir olayı her şeyiyle anlatmaya çalışırken dekordaki, kostümdeki hatalar göze çarpıyordu. Bu da bizi o dönemsellikten uzaklaştırıyordu. Büyük tarihi olayların daha küçük olaylardan, ayrıntılardan esinlenerek anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Biz daha somut bir projeye odaklanarak 1961 dönemi ile ilgili portre de sunabiliyoruz. Sokağa çıkma yasağının olduğunu, ihtilâl hükümetinin varlığını, eski başbakanın asıldığını falan söyleyebiliyoruz. Ama daha merkezci daha odaklanmış bir hikâye etrafında. Bu şekilde yapılırsa daha başarılı sonuçlar çıkacağını düşünüyorum. Yani Kurtuluş Savaşı’nı anlatırken dört senesini anlatmak zorunda değiliz. Daha küçük bir parça ama daha sağlam bir anlatım ile amaca ulaşabiliriz.
Ekibinizi de ayrıca tebrik ediyorum. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Çünkü dediğiniz gibi her şeyi anlatma kaygısından çok büyük zamansal hatalar yapılıyordu. Devrim Arabaları bu yönüyle hataya mahal bırakmıyor…
Çok teşekkür ederim. Çok titiz bir ekiple çalıştım. İşine aşık, tutkuyla bağlı bir ekip… Böyle bir ekiple çalışınca hata sıfıra iniyor. Sanat grubu özellikle gerçekten çok uğraştı. Mesela Gündüz’ün ofisindeki çekmecelerde bile o döneme ait tebligatlar, dosyalar bulunuyordu. Film boyunca o çekmeceler hiç açılmadı oysaki… Düşünün, o kadar detaya indiler. Kostüm de aynı titizlikle çalıştı. Her karaktere özel kostüm çalışması yapıldı. Telefon sesleri için ses tasarımcısı arkadaşımız büyük bir kütüphane çalışması yaptı. 1960’lı yılların telefon sesini kullanmadık örneğin. Çünkü Türkiye’ye biraz daha geç geliyor diye 1950’lerin sonundaki telefon sesini kullandık. Gündüz’ün ofisindeki telefon diğerlerinden farklı çalsın istedik. Herkes bir kere daha ve daha iyi baktığı için olaya çok daha tatmin edici bir film çıktı ortaya.
Bir sonraki projeniz yine tarihi bir hikâye mi olacak?
Hayır, bir sonraki projem güncel olacak. Tarihten çok keyif alıyorum ama bu yönümün sinemacılığımın seçtiğim konular altında ezildiğini düşünüyorum. Ben sinemadan keyif alıyorum. Oyunculukla, kadrajla, senaryoyla, kurguyla, müzikle uğraşmayı seviyorum. Biz Türkiye’de insanları kalıplara dökmeye bayılıyoruz. Gittiğimiz her yerde bu film belgesel değil, kendimizi paralamanıza rağmen bu adam çekse çekse belgesel çeker diyorlar. Şu kalıptan biraz sıyrılmak istiyorum. Sonra yine tarihi bir proje yaparım.
(29 Ekim 2008)
Gizem Ertürk